Amerikan Kanser Derneğinin şok raporu | |
Dünyada bu yıl yaklaşık 7,6 milyon kişinin kanserden ölmüş olacağı tahmin ediliyor. | |
Amerikan Kanser Derneğinin Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu verilerine dayanarak hazırladığı rapor, kanserden her gün 20 bin kişinin öldüğü dünyada, 2007'de yaklaşık 7,6 kişinin bu hastalıktan ölmüş olacağını, 12 milyondan fazla kişinin kansere yakalanacağını gösterdi. |
Sunday, December 23, 2007
Saturday, December 22, 2007
» SİZİ BOZAN BOZUCU ALANINIZ NEDİR?
Dr.Recai YAHYAOĞLU www.tamtip.com SİZİ BOZAN BOZUCU ALANINIZ NEDİR? Uzun yıllardır çekmekte olduğunuz bir hastalığınız varsa ve hemen her ilacı kullanmanıza rağmen bir türlü sonuç alamamışsanız bu makale tam size göre...Bazen öyle hastalıklar yaşamak zorunda kalırız ki bunlar canımıza tak eder, bizi hayattan bezdirir, neredeyse o dertten kurtulmak için her türlü fedakarlığa katlanmaya hazır durumda bekleriz. Cep telefonunuz, televizyonunuz, arabanız, bilgisayarınız bozulursa hemen onu tamir ettirerek tekrar kullanmaya başlarsınız.Otomobiliniz servis bakımının ardından hele hele yağı, filtreleri değiştirildikten sonra yüksek çekiş gücüne kavuşarak eski performansına sahip olur.Fakat insan böyle midir?Evet bazı hastalıklar ve tedavilerden sonra insan eski sağlığına tam olarak kavuşur.Ama bazılarından sonra yani tedavi oluyorum derken kendisine hayatı zindan eden kararı vermiş olur.... Nedir bu kararlar? Ve hangi tedavilerden sonra bir daha belimizi doğrultamaz ve hayatımızın akışında, sağlığımızın seyrinde, ruh halimizin durumunda, insanlarla olan iletişim sorunları yaşamaya başlayarak içinden çıkamadığımız bir girdaba doğru sürüklenmeye başlarız...Bir yerlerimizde geçmeyen ağrılar başlamıştır.Hangi ağrı kesici ilacı kullanırsak kullanalım bir türlü bu ağrılarımızdan kalıcı olarak kurtulamayız.İlacı kullanırken ağrılarımız biraz hafifler yada geçici süre ortadan kaybolurlar.İlaçların tesiri kalmadığında ise bu ağrılar tekrar eski yerlerinde peydahlanarak canımızı acıtmaya devam ederler. Bazen mecbur kalarak bir ameliyat olmak zorunda kalabiliriz.Örneğin akut apandisit sırasında ameliyat olmak şifaya kavuşmak için zorunludur.Fakat öyle gereksiz ameliyatlar vardır ki bunların yapıldığı yerlerde bedenimiz neşterle kesilmesinin ardından bir daha asla unutmamak üzere buralarda reaksiyon geliştirerek deriden çıkıntılı, sert skatris dokuları keloitleri meydana getirir.Bu yapılar hayatımızın sonuna kadar bedenimizi ve ruhumuzu tahrip etmeye devam ederler. Örneğin zorunlu olmadığı halde sırf bir takım kampanyaların mahkumu olmuş bir çok kadın sezaryen ameliyatıyla birlikte doğum yapar.Bir çok hasta kadın sezaryen ameliyatı sonrasında tüm hayatlarının değişerek tamamen bambaşka bir insan olduklarını ifade etmekten geri durmazlar.Aynı gün içinde dikkatli bir hekim tüm bayan hastalarını taradığında ve sezaryen olanlarla konuştuktan sonra hemen her kadının bu gerçeğin farkına varmasını sağlayabilir.Hatta bazıları direkt hekimlere bu şikayetlerini söylemelerine rağmen maalesef ne yazık ki bu durum bir çok hekim için anlam ifade edemez.Bu önemli ayrıntı gözden kaçar ve hasta doktor doktor dolaşmaya, torbalar dolusu ilaçlar tüketmeye devam eder fakat sonuç bir türlü tam olarak ortaya çıkmaz. Diğer yandan hepimiz bir diş hekimine giderek çürüyen dişlerimize dolgu yaptırırız...Bugün günümüzde bir çok farklı sebeplerden dolayı amalgam dolgu yapılarak dişlerimizin çürüğünden kurtuluruz.Dişlerimizin çürüğünden kurtulmaya çalışırken diş hekimleri bizlere sağlığımızı çürütmeye ömrümüz boyunca devam edecek ve sürekli bozucu alan olarak etkide bulunacak bir miras bırakmış olurlar.Bu yüzden bir çok migren hastası ne yaparsa yapsın baş ağrılarından kurulamaz.Bazı insanların depresyonu bir türlü ortadan kalkmaz.Çünkü bozucu alan bir parazit gibi sürekli kafatası içinde yanlış olmaması gereken bir sinyal yaymaya devam eder.Cep telefonlarının yaydığı dalgaları yada radyo frekanslarını göremediğimiz gibi bu alanların yaydığı olumsuz enerji alan frekansını göremeyiz. Tüm ameliyat yerlerinde meydana gelmiş yara izleri bozucu alan etkisi meydana getirir.Bu izler deriden daha aşağı tabakalara kadar ilerleyerek barsaklarda yada komşu organlarda sinir ve kan dolaşımında yapışıklıklar yaparak hastalıkların ilerlemesine neden olurlar.Örneğin akut apandisit, sezaryen ameliyatları insanların barsaklarında yapışıklıklar meydana gelmesine neden olup geçmeyen ve ilaçlara cevap vermeyen kabızlık oluştururlar.Bu kabızlık durumu hangi ilaç kullanılırsa kullanılsın bir türlü ortadan kalkmaz.Çünkü ameliyat yerinin altında bulunan skatris dokusu bozucu alan olarak işlevine sürekli devam eder.Bu şekilde oluşmuş bir kabızlığı ilaçla tedavi etmeye çalışmak bataklığın kenarındaki sivrisinekleri öldürerek yok etmeye çalışmak kadar komiktir. Özellikle kafatası bölgesinde yapılmış ameliyatlar insanın sağlığını ciddi olarak tahrip ederler.Mesela boyun yada bel bölgesinde meydana gelmiş bir servikal yada lomber bölge disk hernilerinde (fıtıklaşmalarında) hemen ameliyat önerilmemelidir.Ticari kaygılardan uzaklaşarak insanların sağlıklarına karşı dürüst bir yaklaşım gösteren hiç bir hekim Türkiye’de ve dünyada kesinlikle işsiz güçsüz kalmaz. Ameliyat endikasyonları olabildiğince hassas davranılarak alınmalıdır.Yapılacak bir çok farklı bilimsel gerçekler doğrultusundaki Tamamlayıcı Tıbbi tedavi uygulamalarının ardından şifaya kavuşulamamışsa ve çok ciddi ağrılar çekiliyorsa o zaman ameliyat olunmalıdır.Son çıkan yöntem olan mikrodistektomi ameliyatı yada lazerle yapılanı tercih edilmelidir.Bedene yapılan müdahalelerde kısmen invazif olmayan koruyucu yönü ağırlıklı uygulamalar tercih edilmelidir. Bozucu alanlar: Tüm ameliyat izleri, Yanıklar, Dövme izleri, Sigaranın kendisi ve dumanı, Aşı izleri, Sıyrık yada çiziklerden sonra buralarda oluşmuş nedbe dokuları, Tonsillektomi ameliyatları, Dişlerde bulunan amalgam dolgular, Dişlerde meydana gelmiş eğilmeler, şekil bozulmaları, Bazı organlar; örneğin hepatit enfeksiyonu geçirmiş bir karaciğer, enfekte olmuş bir doku, kireçlenmeye maruz kalmış eklemler, Gözde katarakt gelişmesi, Boyun ve bel fıtığı, Kronikleşmiş adale kasılmaları, İç kulakta meydana gelmiş ve dolaşımı bozan yaşlılık hastalıkları, Gözde meydana gelmiş Keratit yada uveit hastalıkları Bedene sonradan takılan tüm protezler ve kalp pilleri... Damar içine takılmış stentler... İsteyerek yada yanlışlıkla yutulan ve beden içinde kalmış her yabancı cisim... Prostat Hipertrofisi, Karaciğer yada kalpte meydana gelmiş olan yağlanmalar... Peruklar... Saç ekmek için kafatasına yapılan operasyonlar, Cilt gerdirme ameliyatlarında gizlenen yerlerde kalmış skar dokuları, Cep telefonları, Elekromanyetik tüm kirlenmeler, Gıdalar vasıtasıyla aldığımız kimyasal kanserojen maddeler.. İnsanın en küçük birimi hücresidir.Hücrenin içinde normal şartlarda potasyum dışında ise sodyum iyonları bulunur.Bu iyonlar sürekli hareket halinde bulunarak insanın hücresinde meydana gelen tüm olayları kontrol ederler.Hücre bir potasyum pili olarak işlevini yapar.İçinde mevcut bir enerji ve işleyiş mekanizması vardır.Bozucu alanlar ilk önce hücrenin çalışma performansını bozup görevlerini yapamaz hale getirir.Hücre bölünemez.Yada hızlı bir şekilde kontrolsüz olarak farklı bir formasyonda büyüyerek çoğalmaya başlar.Kanserin başla ması ve hücrenin içinde bulunan DNA ve RNA da olan değişimler, kromozom anomalileri bu dönemde gelişmeye başlar.Bu durum bir kısır döngü olarak sürekli ilerleyen ve hızlanan bir seyir gösterir. Sonuç olarak öncelikle kendi bozucu alanınızı tespit etmeniz gerekir.Tespit yapıldıktan sonra bu alandan kurtulmaya çalışmalısınız.Bu çabaların elbette sayısız farklı yöntemleri vardır.Özellikle Nöral Terapi yöntemi bozucu alan tedavisinde son imkanları en maksimum seviyede sunmakta kısa sürede önemli sonuçlar ortaya çıkararak yüz güldürücü etkiler meydana getirmektedir.Özellikle skatris dokularına direkt enjeksiyon yoluyla müdahalede bulunulması hastanın kısa sürede sağlığında büyük bir devrim yaşamasını sağlamaya yetmektedir.Yada bel ve boyun ağrılarından şikayetçi hastaların ilk seans sonrasında şikayetlerinde yüzde doksanlara varan iyileşmeler ortaya çıkmaktadır.Burada ilacın deri altına yada derin dokulara yapılmasının ardından oralarda tüm hücresel düzeyde işlevsellik maksimum seviyeye çıkmakta kan dolaşımında düzelme, oksijen seviyesinde artma ve daha pek çok faktör kısa sürede iyileşmektedir. Siz siz olun en iyisi kendi orijinal ve özgünlüğünüze dışarıdan bir müdahalede bulundurmayın.Maddeler halinde sıraladığımız hastalıklarınız yada alışkanlıklarınız varsa en kısa süre içinde kurtulmaya çalışın.Havanızı ve alanınızı bozdurmayın ki sağlığınızın aynı zamanda yaşamınızın tadını doyasıya yaşayabilin. kaynak
|
Wednesday, December 12, 2007
YAŞAM İÇİN BİR BARDAK SU
YAŞAM İÇİN BİR BARDAK SU
Bir yıl boyunca, kuraklığın verdiği korku ile büyük küçük toplumun her kesiminden insanlar olarak, o kabuslu günlerde, defalarca nasıl bir heyecan ve ihlasla yaptığımız yağmur dualarını hatırlayalım.
Bir yıl boyunca susuzluk tehdidi ile geçen günlerimizden sonra yağan yağmurları hangi sevinç dolu duygularla karşıladığımızı düşünelim.
Yer küremizin yüzeyinin %71 ini denizler, %29 unu karalar oluşturur.
İnsan bedeni, %25 katı maddeden, %75 sudan oluşmaktadır. Beyin dokusunun ise %85’i sudur.
Dünya oluşumundan önce de su vardı ve oluşum tamamlandıktan sonra da ilk hayat suda başladı.
Suyun hayatın olmazsa olmaz temel unsurlarından biri olduğunu biliyoruz. Gerçek anlamda faydalarının tespiti konusunda yapılan bazı çalışmaların aslında bir şans eseri ortaya çıktığını ve bu yöndeki çalışmaların o günden sonra hız kazandığını biliyor muydunuz?
İranlı hekim DR. FERİDUN Batmanghelidj, suyun hastalıklara iyi geldiğini, insanı iyileştirdiğini hapishanede bir şans eseri öğrenmiş. “1979 da İran devrimi patladığında Ben siyasi bir tutuklu olarak hapiste bulunuyordum. Bir gün koğuşta, mahkumlardan birinin, koridorda, iki büklüm olmuş vaziyette, inanılmaz mide sancılarıyla kıvrandığını gördüm. Beni görünce ızdıraplı bir sesle “Ülserim beni öldürüyor” diye seslendi. Onun için ne yaptın diye sordum. “Üç adet Tagamet ve bir şişe dolusu antiasit aldım ama banamısın demedi” diye cevap verdi.”şeklinde vakayı özetleyen Dr. FERİDUN Batmanghelidj, 10 saatten beri bu şekilde ızdırap içinde sancı çeken hasta mahkuma gayri ihtiyarı müdahale eder ve ölmek üzere olduğunu düşündüğü adama iki bardak su içirir. Fakat ne görsün, adam çok geçmeden kıvranmaktan kurtulur. O günden sonra Dr. Batmanghelidj, suyun şifa verici etkisi üzerine çalışmalarını yoğunlaştırma kararı alır. Cezaevinde kaldığı 2,5 yıl içerisinde yaklaşık 3 bin peptik ülser hastası tutuklu ve hükümlüyü iyileştirir. Tabi ki ilaç olarak yalnızca su kullanarak.
2,5 yıl kadar sonra tahliye vakti geldiğinde, hapishane müdürüne ricada bulunur ve "lütfen ben bir müddet daha burada tutuklu kalmak istiyorum, zira araştırmalarımın en önemli evresine girmiş bulunmaktayım ve bu kadar çok hastayı dünyanın hiçbir yerinde, bu koşullarda bulamam" der.
Böylece Batmanghelidj, bir müddet daha "gönüllü hapis" yatar ve çalışmalarını sürdürür. Hapiste iken keşfinin ilk duyursunu Iranian Medical Association’da yayınlatır. Tebliğinin bir tercümesini de the Journal of Clinical Gastroenterology Haziran 1983 sayısında misafir editör olarak yayınlatır. Bugün bütün dünyaya sesin duyurabilmiş ve ekol oluşturmuştur.
Dr. Batmanghelidj “Hasta Değil Susuzsunuz" kitabında vucudumuzun tam 46 nedenle suya ihtiyaç duyduğunu anlatmaktadır.
Bunlar şunlardır.
1- Hiçbir canlı susuz yaşayamaz.
2- Göreceli su yetersizliği vücudun bazı fonksiyonlarını önce bastırır, sonra öldürür.
3- Su temel enerji kaynağıdır.
4- Su vücudun her hücresinde elektriksel ve manyetik enerji üretir, bize yaşam gücü verir.
5- Hücre yapısındaki maddeleri birbirine bağlayan bir yapıştırıcıdır.
6- DNA hasarını önler ve onarım mekanizmalarının daha iyi çalışmasına yardımcı olur, böylece üretilen anormal DNA sayısı azalır.
7- Bağışıklık sisteminin (bütün mekanizmalarının) merkezi olan kemik iliğinde, bu sistemi kanser de dahil olmak üzere, çeşitli hastalıklara karşı güçlendirir.
8- Bütün besinlerin, vitamin ve minerallerin temel çözücüsüdür. Vücutta besinleri küçük parçalara ayırır, sindirimlerinde ve son metobolik aşamalarında görev yapar.
9- Besinlere enerji verir ve parçalanan besinler sindirim sırasında bu enerjiyi vücuda aktarır. Susuz yenen yemeğin vücut için hiçbir enerji değeri yoktur.
10- Su, besinlerdeki gerekli ögelerin emilimini artırır.
11- Bütün ögelerin vücuda taşınmasına yardımcı olur.
12- Akciğerlerde oksijen toplayan kırmızı kan hücrelerinin çalışma verimini artırır.
13- Hücreye ulaşan su, o hücreye oksijen verir ve atık gazları vücuttan atılmaları için akciğerlere taşır.
14- Vücudun çeşitli bölgelerinden zehirli atıkları toplar ve atılmaları için karaciğer ya da böbreklere taşır.
15- Eklem boşluklarındaki temel yağlayıcı maddedir, artrit ve sırt ağrılarının oluşumunun önlenmesinde yardımcı olur.
16- Omurgadaki diskleri “şok emici su yastıkları” na dönüştürür.
17- Bağırsakları en iyi çalıştıran yağlayıcı maddedir, kabızlığı önler.
18- Kalp krizi ve felce karşı koruyucudur.
19- Kalp ve beyin damarlarında pıhtılaşmayı önler.
20- Vücudun soğutma (terleme) ve ısıtma (elektrik) sistemleri için vazgeçilmezdir.
21- Düşünme başta olmak üzere, bütün beyin fonksiyonları için bize güç ve elektriksel enerji verir.
22- Serotonin ve diğer nörotransmitterlerin (sinir ileticileri) üretimi için vazgeçilmezdir.
23- Melatonin de dahil olmak üzere, beyinde üretilen bütün hormonların yapımı için gereklidir.
24- Çocuklarda ve yetişkinlerde dikkat yetersizliği sorununa çözüm getirir.
25- Çalışma verimini artırır ve dikkat aralığını büyütür.
26- Su dünyadaki diğer bütün içeceklerden daha kolay bulunabilir ve hiçbir yan etkisi yoktur.
27- Stres, gerginlik ve depresyonun hafiflemesine yardımcı olur.
28- Uykuyu düzenler.
29- Yorgunluğun giderilmesine yardımcı olur ve bize gençliğin enerjisini verir.
30- Cildi yumuşatır ve yaşlılık belirtilerinin azalmasına yardımcı olur.
31- Gözlere canlılık ve parlaklık verir.
32- Glokomdan korunmamıza yardım eder.
33- Kemik iliğinde kan üretim sistemlerini düzenler, lösemi ve lenfoma oluşumunun önlenmesine yardımcı olur.
34- Vücutta enfeksiyon ve kanser hücrelerinin geliştiği bölgelerde bağışıklık sistemini güçlendirmek için çok gereklidir.
35- Kanı sulandırır ve dolaşım sırasında pıhtılaşmasını önler.
36- Kadınlarda, adet öncesi ağrıyı ve ateş başmasını hafifletir.
37- Kalp atışıyla birlikte kanı sulandırıp dalgalandırarak dolaşımdaki katı maddelerin dibe çökmesini engeller.
38- İnsan vücudunda dehidrasyon sırasında kullanılabilecek bir su deposu yoktur. Bu nedenle gün boyunca düzenli olarak su içmemiz gerekir.
39- Dehidrasyon cinsellik hormonunun üretimine engel olur, bu iktidarsızlık ve libido kaybının başlıca nedenlerinden biridir.
40- Su içtiğiniz zaman susuzluk ve açlık duygularını ayırt edebilirsiniz.
41- Kilo vermenin en iyi yolu su içmektir. Düzenli aralıklarla su için ve sıkı bir rejim yapmadan zayıflayın. Acıktığınız zaman aşırı yememeli, ama susadığınızda suyunuzu içmelisiniz.
42- Dehidrasyon doku boşlukları, eklemler, böbrekler, karaciğer, beyin ve deride zehirli çökeltilerin birikmesine yol açar. Su bunları temizler.
43- Su, gebelikte sabah bulantılarını azaltır.
44- Zihin ve vücut fonksiyonlarını bütünleştirir. Karar verme ve hedefleri belirleme yeteneğini artırır.
45- Yaşlılıkta bellek kaybının önlenmesine yardımcı olur. Alzheimer, multipl skleroz, Parkinson ve Lou Gehring hastalıklarının riskini azaltır.
46- Kafein, alkol ve bazı ilaçlara duyulan bağımlılığın giderilmesine yardımcı olur.
Bir bardak suyun faydaları işte böyle. Suyun yukarıda sıralanan faydalarını okuyunca; “Canlı olan her şeyi sudan yarattık. Hala inanmıyorlar mı?” (Enbiya, 30) ayetini aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini daha iyi anlıyoruz.
(Suyun faydaları konusunda daha ayrıntılı bilgi almak isteyenler
watercure adresini ziyaret edebilirler.)
kaynak: gıda raporu
Thursday, December 6, 2007
Fesleğenin faydalarıEnerji verici, hafızayı ve konsantrasyonu güçlendirici bir bitki olan fesleğenin yararları sayılamayacak kadar çok. İşte faydalarından bir kaçı: |
Enerji verici, hafızayı ve konsantrasyonu güçlendirici bir bitki olan fesleğenin yararları sayılamayacak kadar çok. İşte faydalarından bir kaçı: Fesleğenin yararları... • Asabiyetten ileri gelen genel güçsüzlüğe, sindirim bozukluğuna, uykusuzluğa ve migrene karşı etkilidir. • Özellikle sindirimi kolaylaştırıcı özelliği sayesinde hazımsızlık çekenlerin baş ilâcıdır. Aynı zamanda sinir hastalarına, iyi uyuyamayan çocuklara, baş dönmesi çeken yetişkinlere, bağırsak sorunlarından yakınanlara, öksürüğe, anjin ya da boğmacalılara verilir. • Fesleğenin kaynatılmasıyla elde edilen su süzüldükten sonra, arı sokmasında enfekte olan yere sürülerek ağrıyı hafifletir. • Ağızda oluşan yaralar ve pamukçuk ağız banyosu yoluyla tedavi edilir. • Sütü gelmeyen ya da az gelen kadınların süt verimini çoğaltmak için de kullanılır. • Farklı bir özelliği de sivrisinek ve tahtakurusu gibi haşaratları kokusu sayesinde kaçırmasıdır. • Mutfakta tazesi veya kurusu kullanılır. • Çorbalara, domates, patlıcan, kabak, mantar yemeklerine, salatalara, hamur işlerine katılır. Bizim aile |
Wednesday, November 21, 2007
Bütün hastalıkların kaynağı çürük dişDiş çürükleriyle diş eti hastalıklarının yüksek tansiyon, kalp-damar hastalıkları, kemik erimesi, şeker hastalığı ve kadınlarda erken doğum ve düşük doğum ağırlığı risklerini artırdığı bildirildi. |
Sağlık Bakanlığından Ağız ve Diş Sağlığı Haftası ve 22 Kasım Diş Hekimliği Günü nedeniyle yapılan açıklamada, ağız ve diş sağlığını bozan faktörlerin bireyin vücut sağlığını da doğrudan etkilediği kaydedilerek, diş çürükleriyle diş eti hastalıklarının yüksek tansiyon, kalp-damar hastalıkları, kemik erimesi, şeker hastalığı ve kadınlarda erken doğum ve düşük doğum ağırlığı risklerini artırdığı belirtildi. Bakteri plağı (diş plağı), karbonhidratlı gıdalar ve bünyesel etkenlerin (dişin yapısı, tükürüğün bileşimi) diş çürüklerine neden olduğu kaydedilen açıklamada, ''Diş çürüğüne eskiye oranla daha sık rastlanmasının nedenlerinden biri beslenme alışkanlıklarının değişmesidir. Sert gıdalarla beslenildiğinde doğal yollarla dişlerde bir temizlik sağlanırken, günümüzde hazır gıda tüketimi artmıştır. Bisküvi, şeker, çikolata, kola hatta şekerli çay gibi gıda maddeleri dişlerin üzerine yapışıp asit oluşturmakta, dişler fırçalanmadığı takdirde de çürüğe sebep olmaktadır'' denildi. Diş sağlığı için peynir, süt ve yoğurt tüketilmesi, şekerli yiyeceklerin tükürük akışının en yoğun olduğu ana öğünler sırasında yenmesi gerektiği bildirilerek, ''Bakteri plağı adı verilen, dişler üzerinde biriken film tabakasının günlük fırçalama ve diş ipliği kullanımı ile uzaklaştırılmasının sağlıklı bir ağız için temel gereksinim olduğu vurgulandı. -DİŞ ÇÜRÜĞÜ VE DİŞ ETİ HASTALIKLARINDAN KORUNMA- Diş çürüğü ve diş eti hastalıklarından korunmada sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce 2'şer dakikalık etkili bir fırçalama işleminin yeterli olduğuna dikkat çekilerek, bunun için yumuşak ya da orta sertlikte, uygun büyüklükte, naylon kıllı bir diş fırçasının uygun olduğu kaydedildi. Etkili bir diş fırçalamanın dişlerin görünen yüzeylerinin temizliğini sağlamakla birlikte, bakteri plağının diş aralarından uzaklaştırılmasını sağlamadığı belirtilerek, ''Bu nedenle diş araları günde bir kez tercihen gün sonunda diş ipi ile temizlenmelidir'' denildi. Dişleri korumada flor uygulamasının da etkili olduğu ifade edildi. Halk arasında süt dişlerinin önemli olmadığına dair yanlış bir inanış bulunduğu kaydedilerek, süt dişlerinin ''nasıl olsa değişecek'' mantığı ile ihmal edilmemesi gereği üzerinde duruldu. Açıklamada, süt dişi çürüklerinin ve yapısal bozuklukların önlenmesinde şu hususlara dikkat edilmesi gerektiği bildirildi: - Bebeğin gece ağzında biberonla uyuma alışkanlığı önlenmeli, - Beslendikten sonra mutlaka su içirilmeli, daha sonra uyutulmalı, - Biberondaki süte şeker, bal pekmez gibi tatlandırıcılar ilave edilmemeli, - İlk dişlerin sürmeye başlamasıyla gece ve sabah beslenmeleri sonrası temiz, ıslak bir tülbent ile dişler silinerek temizlenmeli, - Emzikler, ağlayan bebekleri susturmak amacıyla bal, pekmez, reçel gibi tatlandırıcılara batırılarak verilmemeli, - Kötü alışkanlıkların kontrolü sağlanmalı (parmak-dil emme, tırnak yeme), - Dişler sürdükten sonra bebeğin eline verilen karbonhidratlı-şekerli gıdalar yerine elma, havuç gibi besin değeri yüksek; diş temizliğine yardımcı gıdalara yönlendirilmeli. -KORUYUCU HEKİMLİK- Çürükten korunmanın, bir kişisel irade konusu olduğu ve herkesin sağlam dişler ve sağlıklı ağzın getireceği rahatlığın bilincine varması gerektiği belirtilerek, diş hekimliğinde ve diğer tıp bilimlerinde koruyucu hekimliğin önem kazandığı kaydedildi. Araştırmalarda koruyucu tedbirler alındığında diş ve diş eti hastalıklarının önlenebildiğinin saptandığı bildirilen açıklamada, koruyucu hekimlik uygulamalarıyla toplumsal duyarlılığın gereği olarak diş hekimliği mesleğinin toplum yararına sunulması, sağlığın korunmasında eğitimin öneminin vurgulanması gibi amaçlar gözetildiği bildirildi. -AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI HİZMETLERİ- Son yıllarda ağız ve diş sağlığı hizmetlerinin sunumunda büyük ilerlemeler kaydedildiği, halka çok daha iyi hizmet verebilmek için, 2002 yılından bugüne kadar Bakanlığa bağlı kurum ve kuruluşlara 3 bin 233 diş hekimi ataması yapıldığı duyuruldu. Sağlık Bakanlığına bağlı birinci basamak sağlık kuruluşları olan sağlık ocakları, ana çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezleri ile sağlık merkezlerinde koruyucu ve önleyici diş hekimliği hizmetlerinin yanı sıra, imkanlar ölçüsünde dolgu, diş taşı temizliği gibi tedavi edici diş hekimliği hizmetlerinin bir bölümünün verilebildiği, özel şartlar ve yardımcı sağlık personeli gerektiren protez, ortodonti, ağız-diş-çene hastalıkları ve cerrahisi uygulamalarının ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurumlarında yapıldığı bildirildi. Bakanlığa bağlı 3 diş hastanesi, 87 ağız diş sağlığı merkezi, 93 diş tedavi protez merkezi ve devlet hastaneleri bünyesindeki diş polikliniklerinde ikinci basamak ağız diş sağlığı hizmetleri sunulduğu belirtildi AA |
Saturday, November 17, 2007
|
Monday, November 12, 2007
SİVİLCELER
Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın beslenmebulteni.com sitesinde yayınlanan yazısı:
Unu şekeri azaltın, ergenlik sivilcelerinden kurtulun!
Ergenlik sivilceleri de denilen akneler başta ergenler olmak üzere birçok insanın başının belası; yüzde 90’ından fazlasında bu sivilceler mevcut; yaşı 25’in üzerindeki erişkin insanların ise yaklaşık yarısında var. Tıptaki ilerlemeler akneli insan oranında azalma sağlamadığı gibi artışı da engelleyemiyor! Bu konunun uzmanları hastalığın gerçek nedenini bir türlü bulamıyorlar. Bu bağlamda cildiye hekimlerinin büyük bir ekseriyeti kendilerinden çok emin bir şekilde, beslenme ile akneler arasında hiçbir ilişkinin olmadığını söylüyorlar. Çünkü takip ettikleri dünyanın en itibarlı cildiye (dermatoloji) kitaplarında da aynısı yazılı (1,2). Acaba bu gerçekten doğru mu?
Yıllardır unsuz-şekersiz bir beslenme tarzı olan ‘Taş devri diyeti’ni hastalıklı ya da sağlıklı herkese öneriyoruz. Bu diyeti uygulayan kişilerin dikkatini en çok çeken noktalardan biri diyetle birlikte sivilcelerinin kaybolmasıdır. Yaptığımız açıklamalarda biz bu sivilcelerin kaybolmasını, unsuz-şekersiz diyetin insülin direncini kontrol altına alması sonucu hormonal dengenin düzelmesine bağlıyorduk. Buna dayanak olarak da unlu-şekerli ve rafine edilmiş gıdaları tüketmeyen ilkel topluluklarda ergenlik sivilcelerinin yok denecek kadar az olduğunu tespit eden toplum çalışmalarını gösteriyorduk. Ama şimdiye kadar bu konuda kontrol grubu ile karşılaştırmalı bir çalışma yapılmamıştı. İşte böyle bir araştırma dünyanın en iyi klinik beslenme dergilerinden biri olan (bizce en iyisi) ‘Journal of Clinical Nutrition’ dergisinin Temmuz 2007 sayısında yayınlandı (3).
Aşağıda hem bu çalışmanın özetini, hem de Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın 70 yıllık literatür ışığında konu hakkındaki düşüncelerini bulacaksınız. Birçok cildiyecinin ezberini bozacak bu dosyayı kaçırmayın.
Çalışmanın özeti
Yaşları 15-25 yaş arasında değişen 43 erkek hasta çalışmaya alınmış ve rastgele iki gruba ayrılmış (23+20). Her iki gruba da 12 hafta süre ile aynı kalori ve aynı dağılımda (yüzde 25 protein, yüzde 45 şeker ve yüzde 30 yağ) bir diyet verilmiş.
Yalnız birinci grup hasta, glisemik endeksi ya da glisemik yükü düşük şekerler alırken ikinci grup glisemik endeksi yüksek şekerleri yemiş. Yani ilk grup lifi daha çok ve yavaş emilen şekerleri (örneğin kepek ekmeği) kullanırken ikinci grup hasta lifi az ve hızlı emilen (beyaz ekmek gibi) şekerleri tüketmişler. Her iki grup da bir temizleyici losyon kullanmışlar.
Oniki hafta sonra birinci gruptaki akne lezyon sayısı, ikinci gruba (yani hızlı emilen şekerleri yiyen) oranla çok daha fazla azalmış. Bu süre içinde ilk grupta ortalama 23.5 lezyon kaybolurken, ikinci grupta bu sayı 12’de kalmış.
İlk grup 2.9 kg tartı kaybederken aynı kaloriyi tüketen ikinci gruptakiler ise 0.5 kg almış. Benzer şekilde ilk grupta insülin direnci azalırken ikinci grupta ise artmış.
Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın yorumu:
Yukarıda bahsi geçen çalışma ‘Taş Devri Diyeti’ gibi unsuz-şekersiz bir diyetin ergenlik sivilcelerini bariz bir şekilde azalttığını göstermektedir.
Bu çalışmanın ikinci ilginç bulgusu ise (bize göre gayet normal) aynı kaloriyi almalarına rağmen, yavaş emilen şekerleri alan grupta tartı kaybı olurken hızlı emilen şekerleri alan grupta hastaların tam tersine kilo almalarıdır. Bu durum ilk gruptaki hastaların insülin direncinin azalmasına bağlıdır.
Bu araştırmada ilgi çeken bir nokta hızlı emilen şekerleri alan grupta da (çok daha az olsa bile) aknelerin azalmış olması. Bu durum her iki hasta grubunda deriye sürülen losyonun tedavi edici etkisine bağlı olabilir.
Friday, November 9, 2007
Yoğurt ne zaman yenmelidir?Uzmanlar uyarıyor; "Yoğurt bazı yemeklerin besin değerini öldürebiliyor!" Bu nedenle yoğurdun genellikle gece yatmadan önce tek başına yenmesi gerektiğini belirten uzmanlar... |
Uzmanlar uyarıyor; "Yoğurt bazı yemeklerin besin değerini öldürebiliyor!" Bu nedenle yoğurdun genellikle gece yatmadan önce tek başına yenmesi gerektiğini belirten uzmanlar, bazı yemeklerin vazgeçilmezleri arasında bulunan yoğurdun, bu yemeklerdeki besin değerlerinin bağırsaktan emilimini engellediğine dikkat çekiyor. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Sağlık Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Günhan Erdem, yoğurdun, bazı yemeklerin besin değerini öldürdüğünü, bu nedenle de gece yatmadan önce kendi başına alınmasının daha sağlıklı olacağını söyledi. Prof. Dr. Erdem, bazı yemeklerin yanında yoğurt yemenin Türk mutfağının vazgeçilmez özelliği olduğunu; bio teknolojik bir ürün olan yoğurdun, vücuda çok faydalı antibiyotikler, vitaminler ve kimyasal maddeler içerdiğini söyledi. Yoğurdun sindirim sistemini düzenleyici bazı mikroorganizmaları da barındırdığına işaret eden Prof. Dr. Erdem, “Yoğurdun içindeki bazı kimyasallar, bazı organizmaların üreyebilmesine engel vermeyen kimyasallardır. Yani yoğurdu mayalayan organizma, aslında başka organizmaların üremesini engellemek adına bazı maddeler salar. Biz yoğurdu yediğimiz zaman o maddelerden yararlanabiliyoruz” dedi. Yatmadan Önce Tüketin... Prof. Dr. Erdem, bazı yemeklerin vazgeçilmezleri arasında bulunan yoğurdun, bu yemeklerdeki besin değerlerinin bağırsaktan emilimini engellediğine dikkati çekerek, “Alışkanlık olarak yemekle birlikte yenen yoğurt, bazı yemeklerin besin değerini olumsuz etkileyebiliyor. Yoğurt, etrafında bazı organizmaların büyümesini engelleyebilmek için onların büyümesini sağlayan gerekli bir takım maddeleri ortadan kaldırabilir. Mesela demiri bağlaması gibi” diye konuştu. Prof. Dr. Erdem, yoğurdun içindeki vitamin ve minerallerin faydasının görülebilmesi için ana yemeği yedikten bir iki saat sonra, yani yatmadan önce kendi başına bir besin maddesi olarak alınması gerektiğini kaydetti. Ailem |
Tuesday, November 6, 2007
Okul çağı beslenmesinde önemli olan, çocuklar için besin çeşitliliğinin sağlanması, sağlıklı vücut ağırlığının korunması, yağ ve şeker tüketiminin sınırlandırılması, doğru beslenme alışkanlıklarının ve bilincinin kazandırılmasına dikkat edilmesidir. Çalışan anneler de, ev hanımı anneler de çocuklarının beslenme çantasında yiyecek çeşitliliğini sağlamalıdırlar. Annenin ilgisi ve bilinç düzeyi çok önemlidir. Çocuklarını mümkün mertebe kantinlerin cazibesinden uzak tutmak için beslenme çantasındaki çeşitliliğe önem vermelidirler.
Taze meyve(mevsime göre)
Kuru kayısı, kuru incir, kuru üzüm
Fındık, ceviz, badem (miktarlarına dikkat edilmeli)
Bir dilim ev yapımı kek(mümkünse havuç rendelenmiş), çörek ya da börek(üzerine çörek otu serpilmiş)
Süt, ayran ya da katkısız ev yapımı meyve suyu
Öğle yemeği için, sos, ketçap, mayonez gibi ürünlerden arındırılmış, kepekli, çavdarlı ekmekle hazırlanmış sandviç alternatifleri
Sandviçlerde salam, sucuk ve sosis yerine söğüş tavuk, köfte ve beyaz peynir tercih edilmeli ve ayrıca yanında salatalık olmalıdır.
İster çalışan anne olun, ister ev hanımı anne olun, çocuklarınızın istikbalini düşünüyor ve sağlıklı olmalarını istiyorsanız, onlarla okul hayatlarında da yakından ilgilenmelisiniz. Beslenme çantalarını hazırlamaktan asla üşenmemelisiniz.
Anne sütü IQ seviyesini artırıyorYapılan bir araştırmaya göre anne sütünün bazı çocuklarda zeka seviyesinin (Intelligence Quotient-IQ) gelişimi üzerinde olumlu bir etkisi olduğu ortaya çıktı. |
İngiltere ve Yeni Zelanda'da yapılan bir araştırmada, anne sütünün bazı çocuklarda zeka seviyesinin (Intelligence Quotient-IQ) gelişimi üzerinde olumlu bir etkisi bulunduğu belirlendi. Anne sütü ile beslenen çocukların FADS2 adı verilen bir genin özel değişkesi sayesinde zeka düzeylerinin gelişim seviyesinde artış olduğu ortaya çıkarken, araştırmada, zeka seviyesinin yüksek olmasında anne sütünün tek başına etken olmadığı, aile, sosyal çevre gibi çevresel etkenler ile genetik faktörlerin de rol oynadığı tespit edildi. İngiltere ve Yeni Zelanda'da 3 bin bebek üzerinde inceleme yapan araştırmacılar, FADS2 geninin özel değişkesine sahip çocukların IQ seviyesinin diğer çocuklardan 6,8 puan yüksek olduğunu buldular. Bu farkın, çocuğun sosyo-ekonomik durumu, annenin IQ'su, bebeğin doğum ağırlığı veya hamilelikte annenin yaşı gibi etkenlerle değişkenlik gösterdiği belirlendi. FADS2 genini incelediklerini, doğumdan sonraki ilk aylarda beyinde toplanan, poliansatüre (çoklu doymamış) yağ asitlerini besleyici yağ asitlerinden dönüştüren bir enzimin anne sütünde bulunduğunu belirten araştırmacılar, bu enzimin zeka seviyesinin gelişimi üzerinde bir etkisi olabileceğini düşünüyorlar. AA |
Sunday, November 4, 2007
|
|
Thursday, November 1, 2007
Kanseri 3/2 oranında engelleyebilirsinizKanser vakalarının yarısısı akciğer, kalın bağırsak, meme ve prostat tümörleri oluşturuyor. Kalın bağırsak, meme ve prostat kanserlerinin yüzde 80’inde neden beslenme hatalarından kaynaklanıyor ve önlemek de mümkün. |
Kanser vakalarının yarısısı akciğer, kalın bağırsak, meme ve prostat tümörleri oluşturuyor. Kalın bağırsak, meme ve prostat kanserlerinin yüzde 80’inde neden beslenme hatalarından kaynaklanıyor ve önlemek de mümkün. Beslenme ve Metabolizma uzmanı Prof. Dr. Ahmet Aydın, beslenmede izlenecek bazı kurallarla kanserlerin en az üçte ikisinin önlenebileceğini söylüyor.İşte o kurallar: *Un ve şekerden kaçınarak insilün direncini yenin. *Tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren yiyecek ve içecek tüketmeyin, * Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. *Bol taze meyve ve sebze yiyin. *Yeterli omega-3 alın,ayçiçeği, mısır, soya pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları(tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin. *Kefir, ekşiyebilen yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden zengin gıdalarla beslenin. *Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin. *Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu süt tüketmeyin. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin. *Günde 2 diş sarımsak ve/veya bir baş kuru soğan tüketin. *Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin. * Yeşil ve siyah çay tüketin.(şekersiz) *Stresten uzak durun. *İyi uyuyun *Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun. *D vitamini düzeyinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin veya D vitamini takviyesi alın. *Yeterli derecede egzersiz yapın. *Aşırı alkol kullanmayın. *İşlenmiş soya ürünü yemeyin. *Yemekleri geleneksel yöntemlerle yani buğulama, buharda pişirme şekilde hazırlayın. *Hızlı pişirme yöntemleri mikrodalga gibi besin kayıplarına yol açar ve konserojen olabilirler. *Daha çok toprak(güveç) cam veya kalaylı bakır kapları tercih edin. Emaye ve çelik tenrece daha sonrası tercihlerdir. Teflon ve alüminyumu kesinlikle kullanmayın. Sağlığın sesi |
Bu gıdalarla artık relax olacaksınız
|
Zihinsel özürlü çocukların beslenmesi
Zihinsel özürlülük; gelişim sürecinde ortaya çıkan uyumsal davranışlardaki yetersizlik ile birlikte, genel zeka fonksiyonunda önemli derecede ortalamanın altında olması şeklinde tanımlanıyor. |
Zihinsel özürlülük; gelişim sürecinde ortaya çıkan uyumsal davranışlardaki yetersizlik ile birlikte, genel zeka fonksiyonunda önemli derecede ortalamanın altında olması şeklinde tanımlanıyor. Zihinsel özürlü çocuklarda beslenme kendi kendine yeterlilikte sorun oluşturabiliyor. Kendi kendine beslenme bu çocuklarda yardım gerektiren ana konulardan oluyor. Beslenme hizmetleri; zihinsel özürlü çocukların korunma ya da iyileştirilmesine, tedavi ve rehabilitasyonuna katkıda bulunan sağlığı geliştirme programları için önem taşıyor. Beslenme planının evebeynlerle işbirliği içinde yapılması gerekiyor. Çocuğun beslenme yeri ve pozisyonunun güvenli olması evebeynlerle birlikte aile sofrasında bulunması, yemeklerin çekici şekilde sunulması,birbirine karıştırılmaması, uygun ısıda olması ve temel besin gruplarının her birini içermesi, beslenme planının önemli unsurlarını teşkil ediyor. Birçok aile çocuklarının kendi kendine beslenmesini öğretmede başarılı olacaklarını düşünüyor. Bu nedenle sağlık ekibi evebeynlere yardım önerirken çocuğa olduğu kadar evebeynlerin ihtiyaçlarına karşı da duyarlı olması gerekiyor. Yazan: Prof. Dr. Sema KUĞUOĞLU Sağlığın sesi |
Normal doğum depresyonu azaltma da etkili oluyor
Doğum yönteminin nasıl olacağı, anne adaylarının 9 ay boyunca en fazla düşündükleri konuların başında geliyor. Doğum sırasında uygulanan ağrıyı azaltıcı yöntemler anne adaylarının da normal doğumu tercih etmesini sağlayabilir. |
Doğum yönteminin nasıl olacağı, anne adaylarının 9 ay boyunca en fazla düşündükleri konuların başında geliyor. Acıbadem Bursa Hastanesi KadınHastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Aylin Karahasan, ağrısız doğumun keşfiyle doğumun anne adaylarının hafızasında şiddetli ve ağrı verici olmaktan çıktığını söylüyor. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü Sorumlusu Prof. Dr. Cihat Ünlü, doğumun sezaryen yöntemi ile yapılması yönündeki kararı hekimin vermesi gerektiğini belirtiyor. Prof. Ünlü, “Hastalar genelde bilgisizlik ve ağrıdan dolayı normal doğumu tercih etmezler. Bu nedenle hastanın önceden gebelik ve doğum hakkında bilgilendirilmesi önemli. Doğum sırasında uygulanan ağrıyı azaltıcı yöntemler anne adaylarının da normal doğumu tercih etmesini sağlayabilir” diyor. Zor Doğumda Sezaryen Uygulanabilir Hamileler normal doğum ve sezaryen ile ilgili çeşitli korkular yaşıyor. Her iki yöntemin de gerekliliğine hekimin karar vermesi en doğru yaklaşım. Prof. Cihat Ünlü, normal doğum ve sezaryenin hangi durumlarda uygulandığını şöyle özetliyor: - Normal doğumun avantajı, insan anatomisine uygun, bir kadının hayatında yaşayabileceği en mutlu anlardan biri olmasıdır. Anne ve bebek arasındaki duygusal bağı kuvvetlendirir. Annenin günlük aktivitelerine daha kısa sürede başlamasını sağlar. Zor doğum olmadığı sürece normal doğumun dezavantajı yoktur. - Sezaryen sadece gerekli durumlarda uygulanmalıdır. Bu işlem bir ameliyattır. Avantajı, bebek ve annenin hayatını tehdit eden ya da normal doğumun mümkün olmadığı durumlarda doğumun sorunsuz olmasını sağlamasıdır. Normal Doğumda, Doğum Sonrası Depresyon Azalıyor Acıbadem Bursa Hastanesi’nden Dr. Aylin Karahasan, normal doğum eyleminin ne zaman başlayacağının önceden bilinememesi ve uygunsuz zaman ve ortamlarda başlayacağı korkusunun anne adaylarını tedirgin ettiğini belirtiyor. Bu korkuları ortadan kaldırmak için anne adayının doktoru tarafından önceden bilgilendirilmesi gerekiyor. Normal doğumda anne ve bebek arasındaki duygusal temasın daha yoğun olması, doğum sonrası karşılaşılan depresyonun şiddetini azaltıyor. Normal doğumda ayağa kalkıp normal günlük aktivitelere dönme süresi sezaryenden daha kısa. Sezaryende Hastanede Kalış Süresi Fazla Normal ve sezaryen ile yapılan doğum arasında çeşitli farklılıklar var. Prof. Dr. Cihat Ünlü, normal doğumda annenin hastanede kalma süresi 1–2 günle sınırlı olurken, sezaryende bu sürenin ortalama üç güne kadar uzayabildiğini söylüyor. Sezaryen sonrası hasta 7-8 gün içinde normal hayatına dönebiliyor. Normal doğumda ayrıca doğum esnasında bebeğin akciğerleri sıkışarak içerisindeki amniotik sıvıyı boşalttığı için yeni doğan soluk alıp vermeye daha hazırlıklı oluyor. Sezaryen ile doğum ise genel olarak normal doğumun olanaksız ya da riskli olduğu durumlarda öneriliyor. Sezaryenin en önemli avantajı normal doğum sırasında bebek açısından mevcut riskleri en aza indirmesi. Sezaryen Uzman Ellerde Başarılı Sezaryenin olumsuz yönlerini anlatan Dr. Aylin Karahasan, sezaryenin bir operasyon olduğunu hatırlatarak, “Bu nedenle cerrahinin getirebileceği organ yaralanmaları, kanama ve enfeksiyon riskinin varlığı unutulmamalı. Mesane ve barsaklar gibi komşu organların dikkatle korunması, uygun ameliyat tekniği, antibiyotik ile koruma, genel anestezi yerine epidural anestezinin seçilmesi riskleri en az düzeye indirmekle beraber riski sıfırlamıyor” diye konuştu. Uzun dönemde ise dikiş yerlerinde zaman zaman ağrılar olması ve karın içinde ameliyata bağlı yapışıklıkların olması sezaryenin diğer olumsuz yönleri arasında. Sezanyen Ne Zaman Öneriliyor? Diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de en sık yapılan ameliyat şekli sezaryen. Dr. Aylin Karahasan, doğum şekli olarak sezaryenin tercih edildiği durumları ise şöyle açıklıyor: - Normal doğum çok zor olacaksa sezaryen tercih edilebilir - Annenin kemik yapısının doğuma elverişsiz olması - Bebeğin rahim ağzını tam veya yarım kapatması veya erken ayrılması - Bebeğin yan duruşta olması - Bebeğin yapısının iri olması - Duruşu uygunsuz olan çoğul gebelikler - Bebek kalp atışlarının bozuk olması - Doğum yolunu tıkayan kitleler - Annede aktif genital herpes enfeksiyonu - İlerlemeyen doğum eylemi - Kordon sarkması - Doğum eylemi sırasında bebeğin strese girmesi ve kalp atışlarında azalma - Annede beyin anevrizması gibi ıkınmanın riskli olduğu durumlar - Bebeğin 1500 gramdan küçük ve makatla geliş olması - Geçirilmiş sezaryen, geçirilmiş vajinal operasyon - Vajinismus veya ileri derecede normal doğum fobisi gibi durumlarda da sezaryenle doğum tercih edilebilir. Ailem |
Bitki çayını 'ilaçlarla' almayın
|
Thursday, October 25, 2007
| |||||||||||||