Friday, April 25, 2008

FASÜLYE TATLISI

Kuru fasulyenin en tatlı hali..

Kurufasulyeyi bir de böyle deneyin…Klasik tatlardan sıkılanlar için denenmiş bir öneri. Yediğinizde fasulye tadını farkedemeyeceksiniz bile.

Kuru fasulyeyi birde böyle deneyin! Klasik tatlardan sıkılanlar için alternatif bir öneri. Kurufasulye tatlısı… Eğer içeriğini bilmezseniz tadından kesinlikle kuru fasulye olduğunu anlayamayacaksınız…Hazırlanması son derece kolay ,doyurucu ve orijinal bir tatlı. Yiyecek olanlara bir de önerimiz var; bir porsiyondan fazla tüketilmesi bağırsak problemlerine yol açabilir…

MALZEMELER:

2 Subardağı iyice haşlanmış kurufasulye
1 Subardağı pudra şekeri
1 Paket vanilya
1 Adet muz

ÜZERİ İÇİN:

Yarım kibrit kutusu büyüklüğünde tereyağı
2 Yemek kaşığı pudra şekeri
2 Yemek kaşığı kakao
1 Yumurta akı



HAZIRLANIŞI:

İyice haşlanmış kurufasulyeyi ve pudra şekerini blendır’dan geçirin. Ardından muz ve vanilyayı ilave edip püre haline gelinceye kadar ezin. Hazırlanan karışımı çok küçük servis kaselerine paylaştırın.(Özellikle küçük kaseler kullanmanızı öneririz,büyük kaselerde hem tüketimi zor,hem de ağır olabilir.) Buzdolabında yaklaşık 1 saat kadar soğuması için bekletin.

SOS İÇİN:
Tereyağını küçük bir sos tenceresine alıp eritin. Ardından pudra şekeri ve kakaoyu ekleyip iyice karıştırın. En son yumurta akını ilave edip, hızlıca karıştırıp ocağın altını kapatın. Sos Soğumadan tatlıların üzerine paylaştırıp,fıstık veya hindistan cevizi ile süsleyip soğuk olarak servis yapın.
Afiyet olsun.

Hazırlayan: Sidelya Nur Haber7

Thursday, April 24, 2008

Patates

Uzmanlar uyarıyor: Çimlenmiş patates yemeyin

Çimlenmiş patatesteki ''solanin'' adlı toksin maddenin gıda zehirlenmelerine neden olabileceği bildirildi.


Erciyes Üniversitesi Öğretim Üyesi Diyetisyen Doç. Dr. Nurten Budak, AA muhabirine yaptığı açıklamada, havaların ısındığı bu günlerde, kış aylarında stoklanan patates ve soğanların, uygun nem ve ışık bulunca çimlenmeye başladıklarını belirtti.

Patateste çimlenmeyle ortaya çıkan yeşilimsi tabakanın insan sağlığı için son derece zararlı olduğunu bildiren Budak, şu bilgileri verdi:

''Bu yeşillenmeyle birlikte 'Solanin' adı verilen toksin madde ortaya çıkarır. Solanin içeren patatesin tüketilmesi de besin zehirlenmesine neden olur. Solanin adlı toksininin neden olduğu besin zehirlenmesi, patates tüketiminden birkaç saat sonra kendisini göstermeye başlar. Bu durumda baş dönmesi, baş ağrısı, bulantı, kusma, karın ağrısı ile ishal gibi belirtiler görülebilir. Zehirlenen kişi en yakın sağlık kuruluşuna götürülmeli.''

Patatesin, hangi ortamda saklanırsa saklansın, çok uzun süre bekletildiği zaman yapısı gereği çimlendiğine dikkati çeken Doç. Dr. Budak, özellikle havaların ısındığı bu mevsimde, patates için uygun saklama ortamları bulmanın zorlaştığını kaydetti.

Çimlenmenin neden olduğu sorunların önlenmesi için patatesin saklama süresinin kısa tutulması gerektiğini vurgulayan Budak, ''Patates ne kadar soğuk, nemsiz ve ışıksız ortamda kalırsa o kadar süre çimlenmeden kalabilir, ancak yapısı gereği bir süre sonra çimlenmeye başlar. Şartlar ne olursa olsun patates bahar aylarında çimlenmeye başlar. Herşeye rağmen çimlenen patates tüketilecekse, patatesin mutlaka çimlenen bölümleri ve yeşilimsi tabaka iyice kesilmeli, soyulan patatesten dikkatlice ayrılmalıdır'' diye konuştu.

AA

Monday, April 21, 2008

BALIK

Anne sütünden sonra en değerli besin

Uzmanlar balığın, anne sütünden sonra en değerli besinin balık olduğunu söyledi.

Uzmanlar balığın, anne sütünden sonra en değerli besin olduğunu söyledi. Doç. Dr. Fatma Arık Çolakoğlu, balık etinin ucuz protein ve enerji kaynağı olduğunu açıkladı.

Balık tüketiminin bitkisel ürünler ve kırmızı et tüketimine oranla geri kaldığını ifade eden Çolakoğlu, ''Oysa ki ülkemizde dengeli ve sağlıklı beslenme açısından elimizdeki besin kaynaklarının niteliklerini acilen öğrenmemiz ve bilinçli şekilde değerlendirmemiz zorunlu hale gelmiştir'' dedi. Dengeli beslenmenin esas ögesinin protein olduğunu belirten Çolakoğlu, şöyle konuştu:

''Balık eti, aminoasitlerin hepsini içermesinden dolayı oldukça değerlidir. Etin içerdiği bağ dokusunun oranı onun hazmedilebilirlik düzeyini belirler. Balık eti, düşük oranda bağ dokusu içermesi nedeniyle sığır etine oranla daha kolay hazmedilir ve vücutta daha kısa sürede kullanıma sunulur. Anne sütü biyolojik değer açısından 100 olarak kabul edilirse takip eden sıralamada 93 ile deniz balığı, 89 ile inek sütü, 87 ile sıcakkanlı hayvanların eti gelmektedir. Balık, anne sütünden sonra en değerli besindir. Normal şartlarda 200 gram tüketilen balık eti, bir insanın günlük protein ihtiyacının yüzde 70'ini karşılamaktadır.''

Bugün

Sunday, April 20, 2008

Kötümserlik depresyonu tetikliyor

Kendisine ve dünyaya karşı kötümser bir bakış açısına sahip, aşırı stresten bunalmış insanlar depresyona yatkın. Ancak bunun, psikolojik bir yatkınlık mı olduğu, yoksa hastalığın erken evrelerini mi yansıttığı bilinmez.


Dr. Oğuz TAN, Uzm. Psikolog. Zehra EROL

Depresyonun sebepleri nelerdir?

Kimi zaman hiçbir çevresel etki olmadan, dışsal stres unsurları bulunmadan da depresyona giren insanların olduğunu biliyoruz. Eğer depresyon, yalnızca önemli bir olay ya da durum karşısında büyük üzüntülere, umutsuzluğa kapılmak olmadığına göre, o zaman nedir depresyona neden olan şeyler

Gerçekte kimi depresyon türlerinin kalıtsal ya da yapısal olduğu düşünülür.

En azından biyolojik olarak depresyona yatkınlığın anne babadan çocuklara geçebileceği tahmin edilmektedir.

Ailesi depresyon geçiren daha mı yatkın?

Eğer anne babanın her ikisi de depresyon geçirmişse bunların çocuklarının depresyon geçirme olasılıklarının % 50'den fazla olabileceği söylenmektedir. Bu tür savlarda genellikle başvurulan tek yumurta ikizleri, burada da en büyük kanıt olarak kullanılır. Yapılan çalışmalar tek yumurta ikizlerinden birinin depresyon geçirmesi durumunda diğerinin de geçirme olasılığının % 50 olduğunu, çift yumurta ikizleri ve kardeşlerdeyse bu oranın % 25 olduğunu gösterir.

Felç, parkinson, kalp krizi de tetikliyor mu?

Kendine güveni az olan, kendisine ve dünyaya karşı kötümser bir bakış açısına sahip, aşırı stresten bunalmış insanların depresyona yatkın olduğu söylenir. Ancak bunun, psikolojik bir yatkınlık mı olduğu, yoksa hastalığın erken evrelerini mi yansıttığı bilinmez. Yakın bir geçmişte bilim adamları, vücuttaki fiziksel değişimlere düşünsel (mental) değişimlerin eşlik edebildiğini gösterdiler. Felç, kalp krizi, kanser, Parkinson hastalığı ya da hormonal bozukluklar da depresif hastalıklara neden olabiliyor.

Depresyon araştırmalarından çıkan sonuçlar nelerdir?

Henüz depresyonu saptamamızı sağlayacak bir DNA testi keşfedilmemiş olduğundan, bilim adamları depresyon konusunda başka fiziksel bulgular elde etme çabasındadırlar. Bunların başında da beyinde kimi bölgeler üzerinde yapılan araştırmalar geliyor. Beyinde hipokampus ve sol beyin yarım küresi kabuğunun bir kısmının depresyondaki hastalarda daha küçük olduğu iddia edilmektedir. Bir çalışmada depresyondaki kadınlarda hipokampusun diğer kadınlara oranla % 10 daha küçük olduğu saptandı. Hatta hasta ne kadar çok depresyon geçirirse hipokampus o kadar küçülür. Ancak, burada da başka bir ikilemle karşılaşırız: "Acaba, depresyon nöbetleri mi hipokampusun küçülmesine neden olur, yoksa hipokampus ne kadar küçükse depresyona yatkınlık o kadar mı artar

" Depresyonun hipokampusu küçülttüğünü düşünen bilim adamları bunun nasıl gerçekleştiğini bulmak konusundaki araştırmalarını sürdürmektedirler. Beyindeki işlevlerde bir takım değişikliklerin depresyonla ilgisi var mı? Beyinde işler büyük oranda nöron denilen sinir hücreleri aracılığıyla yürüyor. Beyinde bulunan milyonlarca nöron konuştuğumuzda, hareket ettiğimizde, düşündüğümüzde ya da bir şeyler hissettiğimizde etkin hale gelir, aralarında elektrik sinyalleri geçmeye başlar. Beyinle ilgili birçok araştırmada nöronlar arasındaki bu elektrik alışverişi incelenir. Bunun için EEG (elektroensefalografi) ve PET (Pozitron Emisyon Tomografi) taramaları gibi yöntemlerden yararlanılır. PET taramalarıyla gerçekleştirilen depresyonla ilgili araştırmalarda, depresyondaki kişilerde daha düşük beyin etkinlikleri gözlenmiştir. Bununla birlikte, birtakım başka bulgulara da rastlanmıştır.

Örneğin, kaygı ve üzüntü anlarında aktif hale gelen beynin ilgili kısmı, depresyondaki kişilerde sağlıklı kişilerdekine oranla daha etkindir. Belirli bilişsel görevleri ve duygusal etkinlikleri yerine getiren beynin başka bir bölümüyse depresyondaki insanlarda daha az etkindir.

Genetik olduğunu söyleyebilir miyiz?

Elbette depresyonun yalnızca genetik bir rahatsızlık olabileceğini bilmek yeterli değil; bunun sorumlusu olan gen konusunda henüz elimizde kesin bir bilgi yok. Kimi araştırmacılar, Ob adı verilen bir genden kuşkulanmaktadırlar. Kimi insanlarda, normalden 10 DNA harfi kadar eksik Ob geni bulunur ve bunun depresyonla ilişkili olduğu öne sürülür. Bir başka şüpheli gen için, yine genin uzunluğuyla depresyon arasında bağlantı kurulur. Bu genin kısa türüne sahip olanlar, sinir hücreleri arasında sinyal ileten serotonin adlı bir kimyasalı, diğer insanlardan daha az üretirler ve utangaç-kaygılı bir kişilik yapısına sahip olma olasılıkları yüksektir.

Ancak yine de bu bulgulardan kesin bir sonuç çıkarmak mümkün değildir. Gerçi genler üzerinde yapılan çalışmaların hızı ve kat ettiği yol düşünülünce, depresyona yatkınlığı sağlayan genin ortaya çıkarılması pek de uzak bir olasılık gibi görünmemektedir.Elbette depresyonun yalnızca genetik bir rahatsızlık olabileceğini bilmek yeterli değil; bunun sorumlusu olan gen konusunda henüz elimizde kesin bir bilgi yok. Kimi araştırmacılar, Ob adı verilen bir genden kuşkulanmaktadırlar. Kimi insanlarda, normalden 10 DNA harfi kadar eksik Ob geni bulunur ve bunun depresyonla ilişkili olduğu öne sürülür. Bir başka şüpheli gen için, yine genin uzunluğuyla depresyon arasında bağlantı kurulur. Bu genin kısa türüne sahip olanlar, sinir hücreleri arasında sinyal ileten serotonin adlı bir kimyasalı, diğer insanlardan daha az üretirler ve utangaç-kaygılı bir kişilik yapısına sahip olma olasılıkları yüksektir. Ancak yine de bu bulgulardan kesin bir sonuç çıkarmak mümkün değildir. Gerçi genler üzerinde yapılan çalışmaların hızı ve kat ettiği yol düşünülünce, depresyona yatkınlığı sağlayan genin ortaya çıkarılması pek de uzak bir olasılık gibi görünmemektedir.

Bugün

Tuesday, April 15, 2008

OZON

Ozon tedavisi hakkında bilmek istediğiniz her şey burada

Ozon tedavisi, son zamanlarda giderek öne çıkan bir yöntem olarak biliniyor. Peki ozon tedavisi nedir, hangi durumlarda uygulanır, kimler yapabilir? Bu sorularıncevaplarının hepsini bu haberde bulabilirsiniz.

Oksijenin çok yüksek enerji taşıyan bir şekli olarak bilinen ozon dünyanın birçok ülkesinde estetik ve medikal tedavi alalında kullanılıyor.

Estetik amaçlı ozon terapi, özellikle bacaklardaki kılcal damarlarda kan dolaşımının azalması ve dolayısıyla gerekli oksijenlenmenin sağlanamaması nedeniyle oluşan selülitlerin giderilmesinde faydalı bir tedavi yöntemi olarak öne çıkıyor. Ayrıca metabolizmayı hızlandırıyor, yağı ve karbonhidratı yakıyor. Bu yüzden ozon terapi selülit için çok ideal bir tedavi şekli olarak biliniyor.

Ozonun kandaki oksijen oranını yükseltmesi nedeniyle anti-aging (yaşlanmanın etkilerini azaltma) özelliği bulunur. Hücreleri atık maddelerin zararlı etkilerinden koruyarak yeniden canlanmalarını sağlıyor.

OZONUN HAYATIMIZA KAZANDIRDIKLARI

İş hayatındaki stres, yoğun çalışma temposu, zihinsel ve bedensel yorgunluk ozon (O3) tedavisine çok iyi yanıt verir. Ozonun kırmızı ve beyaz kan hücrelerinin metabolizma akivasyonu ile genel iyilik hali ile kişiler kendilerini yenilenmiş hissetmektedirler. Anti-Aging etkisi gösteren Ozon ile böylece enerjik, dinamik, aktif bir ruh hali meydana gelmektedir.
Kan dolaşımını artıran ozon sayesinde saç dökülmesinin engellenmesinde de son derece etkilidir. Dökülmenin en önemli nedenlerinden biri de kan dolaşımının azalmasıdır. Ayrıca cilt bakımlarında ve lekelerin giderilmesinde de ozon terapisi etkili bir yömtemdir.

Düşük dozlarda kullanıldığında, vücudun direncini artırarak bağışıklık sistemini aktive eder.

OZON TERAPİNİN İNCELİKLERİ

Esteworld bu tedavi yöntemini türk insanının ayağına en profesyonel tarzda getirmiştir. Ozon uygulamasının yan etkileri yok denecek kadar azdır. Sadece hipertiroidi hastaları ve gebeler için önerilmez.

Kısaca özetlemek gerekir ise, OZON TERAPİ sağlık ve estetik açısından gerçek anlamda bir hazinedir.

Ozan Terapi ile, vücudunuzdaki toksinlerden, zehirlerden arınıp kalıcı bir güzelliğe ve sağlığa siz de sahip olabilirsiniz.

OZON NEDİR

Ozon üç oksijen atomundan oluşan bir kimyasal bileşiktir (O3). İki atomlu normal atmosferik oksijenin (O2) çok yüksek enerji taşıyan bir şeklidir. O3 oda sıcaklığında renksiz, karekteristik kokusu olan bir gazdır. (Fırtınalı havalardan sonra, yüksek yerlerde veya deniz kıyısında hissedilir). Çok güçlü okside etme ve çok etkili dezenfekte etme özelliği sayesinde, dünya çapında içme suyu sağlayan arıtma tesislerinde mikrop öldürücü olarak kullanılır. Uygun dozlarda kullanıldığında ozon, bağışıklık sistemini aktive ederek vücut direncini arttırır.

ANTİ-AGİNG VE YENİDEN CANLANMA

İş hayatındaki stres, yoğun çalışma temposu, zihinsel ve bedensel yorgunluk ozon (O3) tedavisine çok iyi yanıt verir. Ozonun kırmızı ve beyaz kan hücrelerinin metabolizma akivasyonu ile genel iyilik hali ile kişiler kendilerini yenilenmiş hissetmektedirler. Böyle-ce enerjik, dinamik, aktif bir ruh hali meydana gelmektedir.

ESTETİK VE OZON

Ozonun estetik amaçlı kullanımı ülkemizde yeni yeni gelişmekle birlikte Ozon Terapi, özellikle bacaklardaki kılcal damarlarda kan dolaşımının azalması ve dolayısıyla gerekli oksijenlenmenin sağlanamaması nedeniyle oluşan selülitlerin giderilmesinde oldukça faydalı bir tedavi yöntemdir. Metabolizmayı hızlandırır, yağı ve karbonhidratı yakar.

TEDAVİ AMAÇLI OZON

Medikal ozon, saf ozon ve saf oksijenin karışımı şeklinde kullanılır. Ozon terapist, ozon terapi konusunda eğitimli bir doktor, hastanın durumu ve tıbbi endikasyona göre hastanın alacağı komple dozu belirler. Ozon son yılların popüler tedavi yöntemlerinden biri olmuştur. Bir çok hastalıkta diğer yapılan tedavilere ek olarak ozon verilmesiyle tedaviden elde edilecek başarı bir kat daha artmaktadır. Günümüzün başbelası olan stres ve kronik yorgunlukla baş etmede, bir numaralı tedavi yöntemidir. Kalp krizi sonrasında da güvenle uygulanmaktadır.

SAÇ DÖKÜLMESİNDE MÜTHİŞ SONUÇLAR

Kan dolaşımını arttıran Ozon, saç dökülmesinin engellenmesinde de son derece etkilidir. Dökülmenin en önemli nedenlerinden biri de kan dolaşımının azalmasıdır. Ayrıca cilt bakımlarında, lekelerin giderilmesinde de ozon terapisi uygulanabiliyor.

Kısaca özetlemek gerekir ise, OZON TERAPİ sağlık ve estetik açısından gerçek anlamda bir hazinedir.

Ozon Tedavisinin Faydaları

- Vücut direncini arttırır
- Vücut metobalizmasını hızlandırır
- Anti-aging (Yaşlılığın geciktirilmesi)
- Detox (Vücuttaki toksinlerin atılması)
- Kronik yorgunluk
- Zayıflama, selülit tedavisi
- Kolesterolü düşürür
- Sporlarda performans arttırmada
- Sigara bırakma tedavisinde, aynı zamanda sigaraya bağlı meydana gelmiş hasarların iyileştirilmesinde etkilidir.

GÜVENLİ BİR YÖNTEM Mİ?

Hitler kendisine ve üst düzey komutanlarına bu yöntemi uygulatmıştır. Günümüzün üst düzey siyasi ve işadamları, ozon terapiyi yurt dışında yaptırmaktadır. Esteworld bu tedavi yöntemini türk insanının ayağına en profesyonel tarzda getirmiştir. Ozon uygulamasının yan etkileri yok denecek kadar azdır. Sadece hipertiroidi hastaları ve gebeler için önerilmez.

Haber 7

Sunday, April 13, 2008

Vitamin

Vitamin merakınız hasta edebilir

Vitamin çılgınlığı son haddinde. "Vitamin olmadan asla!" diyenlerin sayısı hızla artıyor ama çoğunda dozlar günlük tavsiye edilen miktarların bir hayli üzerinde...
Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'nun yazısı

Vitamin çılgınlığı sonunda bizi de etkiledi. "Vitamin olmadan asla!" diyenlerin sayısı hızla artıyor ama sorunlar da çoğalıyor.

Ürünlerin çoğunda dozlar günlük tavsiye edilen miktarların bir hayli üzerinde. Bu durum yağda eriyen vitaminlerin vücutta birikmesine, toksik ve hastalık yapıcı düzeylere varmasına sebep olabiliyor.

VİTAMİN, mineral veya bitkisel destekleri kullananların farklı beklentileri var. Bu ürünleri bazıları güne dinç başlamak, stresle daha kolay mücadele etmek, yağ eritmek, daha iyi uyumak veya cinsel gücünü desteklemek için kullanırken, bazıları kolesterolünü azaltabileceğini, belleğini güçlendirebileceğini ya da romaztizmal sorunlarla daha kolay baş edebileceğini düşündüğü için satın alıyor. Vitamin kullanım artışını bir çılgınlık gibi görüp "vitaminmania" olarak adlandıranlar var.

İZİNLER BAKANLIKTAN

Vitaminler ve diğer besin desteklerinin çoğu ithal. İthalata Tarım Bakanlığı veya Sağlık Bakanlığı izin veriyor. Sağlık Bakanlığı’nın izin süreçleri son derece detaylı. Bakanlık, bu ürünlere ilaç muamelesi yapıyor. Çözünürlüğünden, emiliminden ve biyolojik olarak faydalı olduğundan emin değilse izin vermiyor. Bu nedenle ithalatçıların neredeyse tamamı Tarım Bakanlığın’dan izin almayı tercih ediyor. Tarım Bakanlığı "gıda destek ürünleri" olarak kabul ettiği bu ürünlerde ithal bisküvi ya da çikolataya yaptığı incelemeden daha fazlasına gerek görmüyor.

CİDDİ DENETİM YOK

Bütün dünyada olduğu gibi bizde de vitaminler ve diğer gıda destek ürünleri reçetesiz olarak satılıyor. Yani ciddi bir denetime tabi tutulmuyor. Son yıllarda denetimsizliğin, baş ağrıtıcı sonuçlarının olabileceği fark edildi. ABD ve Avrupa Birliği’nde ciddi kontrol mekanizmaları geliştirildi, kısıtlamalara gidildi.

Vitamin ve benzeri desteklere ilişkin şüphelerin haklı nedenleri var. Destek gıda statüsündeki bu ürünlerin etiketleri de, satış arttırmada kullanılan broşürleri de denetimden yoksun. Özellikle broşürlere konulan bilgilendirme notlarının çoğunun bilimsel desteği yok! "Kilo vermenize yardımcı olur", "Saç dökülmesini engeller", "Seks gücünü artırır", "Hafızayı güçlendirir", "Kolesterolü azaltır", "Karaciğeri destekler" gibi yanıltıcı ve yönlendirici cümleler çok sık kullanılıyor.

Satın aldığınız vitaminlerin çoğu midede, bağırsakta yeteri kadar çözülmüyor. Bu nedenle de vücuda girmeden dışarı atılıyor. Yani "girdiği gibi çıkma" gibi bir durum söz konusu! Paralar ve zahmetler boşa gidebiliyor. Bu destekleri üretenlerin son kullanım tarihlerine yeteri kadar dikkat edip etmedikleri de belli değil.

Kısacası, vitamin kullananların sayısı artıyor ama sorunlar da çoğalıyor. Örneğin, doz sorunu da son derece önemli bir problem. Ürünlerin çoğunda dozlar günlük tavsiye edilen miktarların bir hayli üzerinde. Bu durum A, E, D vitaminleri gibi yağda eriyen vitaminlerin vücutta birikmesine, toksik ve hastalık yapıcı düzeylere varmasına sebep olabiliyor.

Bir başka sorun da ülkemizde bu ürünlerin çok pahalıya satılması. İthal ve diğer besin destekleri, Türkiye’de, Avrupa ve Amerika’daki fiyatların 5-6 kat üzerinde satılabiliyor. Tüketicilerin çoğu internet yoluyla ciddi fiyat farkını öğrendiğinde, internet siparişini tercih ediyor. Bu durum kontrolü daha da güçleştiriyor. Eğer vitamin ve diğer besin desteklerini kullanırken onlardan yarar yerine, zarar görmek istemiyorsanız, doğal ürünleri satın alırken uymanız gereken kuralları öğrenmenizde fayda var.

VİTAMİN ALIRKEN NELERE BAKILMALI

Hiçbir vitamin, mineral ve bitkisel desteği, hastalık tedavisi ya da teşhisi için kullanmayın. Böyle bir kararı yalnızca doktorunuz verebilir.

Markanın önemi yoktur. Aynı dozda, aynı sayıda tablet içeren ürünün en ucuz olanını alın. Yani pahalı ürün iyi ürün demek değildir.

Bu ürünlerin reçeteli ilaç üreten ilaç firmaları tarafından imal edileni varsa, onu tercih edin. * Sağlık Bakanlığı tarafından onaylanmış ürünleri kullanmaya çalışın.

Ürün kitapçık ve broşürlerinde, tanıtıcı afişlerde yazan özendirici bilgilerin doğru olmayabileceğini unutmayın.

Bir vitamin veya bitki özünün rastgele kullanımı, ciddi sağlık sorunlarına sebep olabilir. Bu ürünler kendi aralarında veya reçeteli ilaçlarınızla etkileşime girebilir.

Doktorunuz önermeden, eczacınıza danışmadan bu ürünlere kesinlikle başlamayın.

Kapıdan pazarlanan, komşudan tavsiye edilen, internetten önerilen ürünlere itibar etmeyin.

Yüksek dozda vitamin, mineral ve bitki özü içeren "mega", "ultra", "hiqh", "süper", "plus" dozlardan ve üçlü-dörtlü karışımlardan uzak durun.

(Hürriyet)

Hareketlilik zekâdan değil, zehirden!

Selçuk Üniversitesi'nden Doç. Dr. Atabek, günümüz çocuklarının hiç olmadığı kadar çok toksik maddeye maruz kaldığını ve bunun aşırı hareketliliğin de aralarında olduğu sorunlara neden olduğunu açıkladı: 'Hormonlu yiyecekler, plastik oyuncaklar, laminant parkelerle çocuklarımızı kendi elimizle zehirliyoruz'

KONYA - Selçuk Üniversitesi (SÜ) Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Çocuk Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Emre Atabek, çocukların anne karnında çevresel faktörlerden etkilenmeye başladığını ve bu durumun hormonal gelişimleriyle sağlıklı büyümelerini olumsuz etkilediğini söyledi.
Çocukları doğrudan etkileyen çok sayıda faktör bulunduğunu belirten Atabek "Dedelerimiz ve anneannelerimizde görülmeyen 500 farklı toksin madde çocukları zehirliyor" şeklinde konuştu. Bu maddelerin doğrudan beyni etkilediğini söyleyen Atabek, günümüzdeki çocukların aşırı hareketliliğin, zekâ değil zehirlenme göstergesi olduğuna dikkat çekti.

'Laminant parke tehlikeli'
Zehirli maddeleri vücuttan atacak enzimlerin hâlâ bilinmediğini de belirten Atabek, "Çocuklar ağızdan soluk aldığı için maddelerin tamamı vücuda girer. Bu yüzden çocukların vücuduna giren zararlı madde çok yoğun" dedi.
Kurşun, cıva, elektronik, plastik ve tekstilde kullanılan kimyasallar, böcek ilaçları, zirai ilaçlardan yayılan toksin maddelerin su, gıda ve solunumla vücuda alındığını belirten Doç. Dr. Atabek şöyle konuştu: "Hormonlu yiyecekler yüzünden çocuklarımızı kendi elimizle zehirliyor, sağlıklarını tehdit ediyoruz. Çocukları anne karnından zehirlemeye başlayan plastik oyuncaklar, laminant parkeler, kimyasallar yüzünden gelecekte anormal ve ölü doğumlar artacak. Özellikle laminant parkeler ciddi tehlike oluşturuyor. Laminant parkeler, çöplerin preslenmesiyle yapılıyor. Bunlar yapıştırılırken kullanılan kimyasallar, boyu kısa olduğu için yere yakın olan çocukları zehirliyor."

Cips, kilolarca yağ demek
Antalya'da düzenlenen 5. Metabolik Sendrom Sempozyumu'nun gündeminde de çocuk yaşlarda başlayan metabolik sendrom vardı. Prof. Dr. Selim Kurtoğlu, şunları söyledi: "Çocuklarımız hayatlarının ilerleyen bölümlerinde ciddi problemlerle karşı karşıya kalabilir. Anne adaylarının kesinlikle sigaradan uzak durması gerekiyor. Gebelikte fazla kilo alınması da çocuğun metabolik sendromla tanışma riskini arttırıyor. Okul kantinlerindeki yeme alışkanlıkları, çocukların egzersiz yapmaması, bilgisayar başında çok zaman geçirmeleri de önemli nedenlerden. Araştırmalara göre cips yiyen bir çocuk senede dokuz kilo yağ alıyor." (Yaşam Servisi, aa)

Sigarayı bırakana 8 bin YTL

Sigarayı bırakana 8 bin YTL

Kampanyayı Sağlık Bakanlığı düzenliyor. Sigarayı bırakan kişi 8 bin YTL kazanacak. Katılma şartları ve koşulları ise şöyle;

Sağlık Bakanlığı, tütünle mücadele kapsamında sigarayı bırakma kampanyası düzenliyor. 'Bırak kazan' kampanyasında 4 hafta boyunca sigara içmeyenler arasından yapılacak çekilişle bir kişi 8 bin YTL kazanacak. Katılabilmek için en az bir yıl sigara içmiş olmak gerekiyor. Son başvuru tarihi ise 30 Nisan.

Türkiye’de yaklaşık 17 milyon kişi sigara içiyor ve her yıl 100 bin kişi sigaraya bağlı nedenlerle yaşamını yitiriyor.

BIRAK KAZAN

İşte bu kapsamda Sağlık Bakanlığı’nın düzenlediği ve iki yılda bir gerçekleşen ödüllü "bırak kazan" kampanyasının amacı bir bırakma günü belirleyerek sigarayı bırakma fikrini oluşturmak, bırakmak isteyenleri harekete geçirerek yardımcı olmak, sigaranın zararları ve sağlıklı yaşam konusundaki genel bilinçlenmeye katkı sağlamak.

KAMPANYAYA KATILMA ŞARTLARI

Sigarayı bırakma konusunda etkin yöntemlerden biri olarak gösterilen 'bırak-kazan' kampanyası bu yıl 1- 28 Mayıs tarihleri arasında düzenleniyor. Kampanyaya en az bir yıldır sigara içen ve 18 yaşını doldurmuş herkes katılabilecek. Kampanyaya katılanlar başvuru formlarını 30 Nisan’a kadar başvuru yerleri olarak belirtilen İl Sağlık Müdürlüklerine, Sağlık Grup Başkanlıklarına, Toplum Sağlığı Merkezlerine, Devlet Hastanelerine, Sağlık Ocaklarına, Aile Sağlığı Merkezlerine ve Sağlık Evlerine teslim edebilecekler.

4 HAFTA BOYUNCA SİGARA İÇMEYEN KAZANABİLECEK

Katılımcıların, 1–28 Mayıs tarihleri arasında 4 hafta süre ile sigara içmemeleri gerekiyor.

Daha sonra Noter huzurunda gerçekleştirilecek çekilişle 1 asil, 10 yedek talihli belirlenecek.

Kuradan hemen sonra ise kazanan kişiyle temasa geçilip kampanya koşullarını yerine getirip getirmediği teyit edilecek.

Ve kazanan katılımcı hem sigarayı bırakmış olacak hem de 8 bin YTL ödülün de sahibi olacak.

Kaynak: Bugün

Saturday, April 12, 2008

KANOLA YAĞI VE KANSER RİSKİ

KANOLA YAĞI VE KANSER RİSKİ….

Kanola Yağı, Kolza bitki tohumlarının genetik yolla ıslah edilmesi ile elde edilmiş tohumlardan üretilen bir yağ çeşididir. Kozla ise gıda yağ bitkilerinin içinde en fazla zehirli olanıdır. Öldürücü zehirli olduğu için Böcekler onu yemezler..

Kanada tarafından geliştirilip dünyaya tanıtıldığından dolayı "Canadian oil, low acid" kelimelerinin başlangıç harflerinin birleştirilmesinden oluşturulan canola(kanola) ismi ile yayılmıştır.

Kolza yağı uzun yıllar makinalarda ve bilhassa buharlı makinalarda yağlama maddesi olarak kullanılmıştır. İkinci Cihan harbinden sonra yenebilir yağ yapımına yönelinmiş 1950 li yıllarda marketlerde satılmaya başlanmışdı.

Ancak hayvanlar üzerinde yapılan deneyler insan sağlığında kalp hasarlarına sebep olduğunu ortaya koydu. Bunun üzerine bazı ülkelerin araştırmacıları bu yağın kullanılmasının tehlikeli olduğunu bildirdiler.

Yıllar gittikçe kötüye gidiyor. Kozla (kanola)yağı, insanda ve hayvanda amfizem solunum sıkıntıları, kansızlık, kabızlık, aşırı duyarlılık ve körlük sebebi olabiliyor. Yasak edildiği tarihte İngiltere ve Avrupada 1986-1991 arasında sığır, koyun vs gibi büyükbaş hayvanların yemlerinde kozla yağı kullanılmakta idi. O dönemde hızla DELİ DANA hastalığı başgöstermişti.

Kanola yağının etkileri konusunda fareler üzerinde yapılan çalışmalar pekçok problemleri göstermiştir. Farelerde kalp, böbrek, böbrek üstü ve trioid bezlerinin yağlı dejenerasyonu gelişme göstermiştir. Diyetlerinden kanola yağı çıkarıldığı zaman birikimler eriyor,fakat organlardaki hasarlı dokular geride kalıyor. Kanola yağı bağışıklık sistemini de zayıflatıyor.

Bu yağda yoğun bir şekilde bulunan erusik asitin akciğer kanseri ile bağlantıları üzerinde durulmaktadır. Sinir ve kan dolaşım sistemlerinde de zararlı etkileri olduğu bildirilmektedir. Zararlı etkilerinin kanola yağının doğrudan bir trans yağ asidi oluşu ile ilişkilendirilmektedir.

Bu yağlar kullanılarak üretilen margarinlerin daha da büyük bir risk taşıyacağı ifade edilmektedir.

Diğer yandan, Kanola tohumlarının genetik yapısı üzerinde oynanarak daha düşük erosik asit oranlı yağ elde edilmeye çalışılmakta olduğu bildirilmektedir.

Problem, çok ucuz olduğu için, haberimiz olmadan ekmekte, margarinde ve her çeşit işlenmiş gıdada kanola yağının kullanılmış olabileceğidir. Burada tüketici olarak bizim uyanık, bilgili ve sorgulayıcı olmamız önemlidir. Böylece gıdalarımızın içerisine katılabilecek bu gibi zararlı katkıların bilgisini önceden temin etmiş oluruz. Sağlıklı olmadığı için, Yemek yağı ve salata yağı olarak kanola yağı kullanmaktan kaçınmalıyız.

Bugün için bu yağdan ve türevlerinden uzak durmanın daha uygun olacağını düşünüyoruz.

kaynak: gıda raporu.com

Wednesday, April 9, 2008

Kanser için umut oldu

Bir bakterinin birçok bitkiyi zehirlemek için kullandığı mekanizma, yeni kanser ilaçlarının geliştirilmesi için umut oldu.
09 Nisan 2008 21:31
Yazı boyutunu büyütmek için

İsviçre'nin Zürih Üniversitesinden Robert Dudler ve ekibi, sonuçları Nature dergisinde yayımlanan araştırmada, "Pseudomonas syringae" (Turunçgil dal yanıklığı) adlı bakterideki syringolin A denilen amino asidin, proteazomları (istenmeyen proteinleri öğüten hücre parçaları) yok ettiğini gördü.

Syringolin A salgılayamaz hale gelen değişime uğramış bakteri köklerinin bitkileri zehirleme yeteneğinin azaldığını da gören araştırmacılar, yeni doğal proteazom yok edicilerinin kanser ilaçlarının geliştirilmesinde kullanılabileceğini söylediler.

Bazıları insanlarda hastalığa neden olan başka bakterilerin bu tür "yok edicileri" üretebileceğini belirten araştırmacılar, apselere yol açan öldürücü melioidoz hastalığına neden olan toprak bakterisi "Burkholderia pseudomallei" örneğini vererek, İngiliz doktor Alfred Whitmore tarafından 1912'de tanımlanan bu bakterinin artık biyolojik silah olarak kullanıldığına dikkati çektiler.

Turunçgil dal yanıklığı, yaprak sapında yağ lekesi veya siyahlaşma şeklinde başlıyor. Daha sonra yaprak ana damar boyunca kıvrılıyor, kahverengileşiyor ve kopuyor. Tüm turunçgilleri tehdit eden bakteri, özellikle limonlarda ve başka meyvelerde küçük, çukur beneklere neden oluyor. Başlangıçta açık kahve renkli olan bu lekeler giderek kızıl-kahverengi ve siyaha dönüşüyor.

Bu gıdaları yiyenlerin boyu uzamıyor

Bu gıdaları yiyenlerin boyu uzamıyor

Cips, çerez, meşrubat gibi zararlı ürünleri tüketen çocuklar uzayamıyor. Uzmanlar, "Parlak ambalajlara kanmayın.
10 Nisan 2008 01:14
Yazı boyutunu büyütmek için
Çocuklarınızı sağlıklı besleyin" diye uyardı...Yemesi zevkli olan fast food tabir edilen gıda ürünlerinin sağlıksız olduğunu bilmeyen yok gibi... Uzmanlar, "Cips, çerez ve meşrubat gibi zararlı ürünleri tüketen çocukların boyu kısa kalır" dedi.

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) profesörlerinden Murat Aydın, parlak jelatinde satılan ürünlerden uzak durulması gerektiğini söyledi. Aydın, çocukların sağlıklı olduklarını gösteren en önemli göstergelerden birinin büyümeleri olduğunu kaydetti. 3-4 yaşından sonra boy uzamasının yılda 4-6 santim olarak devam ettiğini vurgulayan Aydın, ergenlik döneminde tekrar büyüme sıçraması gerçekleştiğini, ergenliğin sonunda büyümenin kapandığını belirtti.

SÜT, MEYVE, SEBZE

"Anne ve babanın boyu çocuğun boyunu etkiler" diyen Aydın şu uyarılarda bulundu; "Sağlıklı beslenmeyen, yeterince sebze, meyve, süt, peynir tüketmeyen uzayamaz. Parlak ambalajlarda satılan şeker, şekerleme, cips, çerez, meşrubat gibi boş kalori kaynaklarından uzak durulmalı. Boyu kısa olan çocukların çoğu aslında sağlıklıdır, çok azında altta yatan bir hastalık vardır."

Akranlarına göre belirgin kısa olan çocukların mutlaka büyüme yönünden incelenmesi gerektiğini ifade eden Aydın, "Bu çocuklar gözden kaçan kronik bir hastalık ya da büyüme hormonu eksikliği nedeni ile kısa boylu kalmış olabilir" dedi.

Bugün

Tuesday, April 8, 2008

Bahar yorgunluğu

Bahar yorgunluğuna karşı altın öğütler


Soğuk ve karlı kış bitti, bahar kapımızı çaldı. Bahar yorgunluğunu gidermek için yapmamız gerekenler...
09 Nisan 2008 00:09
Yazı boyutunu büyütmek için
Bahar yorgunluğuna karşı altın öğütler

Bahar yorgunluğuna güneş ışığına maruz kalma süresi ile mevsimsel beslenme değişikliklerinin neden olabileceğini ifade eden Dr. Cem Keçe, şikayetlerin üstesinden gelebilmek için altın öğütler aktardı:Sabahları aç karnına en az 5 dakika yürüyün ve 10- 15 dakika aç karnına jimnastik yapın, bu zindelik sağlar.

Yeşil çay için

C, A, B ve E vitaminleri, potasyum, selenyum ve Omega-3 kullanın.

Sentetik yerine pamuklu kumaştan üretilen kıyafetler tercih edin.

Her gün akşam ya da sabah duş alın

Probiyotik ve prebiyotik içeren içecekler, bağırsak sistemini güçlendirdiği için özellikle mevsim geçişlerinde bol tüketin.

Cinsel isteksizlik ve bahar yorgunluğu ile mücadelede dengeli beslenme, iş yerlerinin ve evlerin yeteri kadar aydınlatılması, çalışılan mekanda yeteri kadar pencerenin olması da önemlidir. Bu ayrıntıya dikkat edin

HOŞLANDIĞINIZ İNSANLARLA GÖRÜŞÜN

Kendinizi kötü haberlere, uyuşukluğa teslim etmeyin.

Alkol almayın

Hoşlandığınız insanlarla görüşün ve hoşlandığınız etkinliklerde bulunun.

Geleceğin getireceklerini bilmemenin kaygısını yaşamak yerine sürprizlerin güzel olduğunu düşünün.

Monday, April 7, 2008

Kekemelik

Kekemelik tarih oluyor!


Tedavi edilmeyen kekemelik sorunu psikolojiyi önemli ölçüde bozabiliyor!..

Kekemelik tarih oluyor!

Kekemelik, tedavi edilmezse birçok psikiyatrik hastalığı da beraberinde getiriyor. Uzman konuşma terapisti Leyla Arslan, "Herkesin konuşması, birbirinden parmak izi kadar farklıdır. Bu yüzden kişilere göre tedavi yöntemi seçerek, başarılı sonuçlar alınabilir" diyor.

Konuşmanın akıcılığındaki ritim bozuklukluğu olarak tanımlanan kekemelik, en sık 3-4 yaşlarında görülüyor. Çocukların yaşadığı sinirsel gerilim sonucu ortaya çıkan hastalık, tedavi edilmediğinde insanların sosyal ortamdan uzaklaşmasına neden oluyor.

Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi'nden Uzman Konuşma Terapisti Leyla Arslan, "Kekemeliğin çok çeşitli belirtileri vardır. Çocuklarda çoğunlukla, hece tekrarları yapma, ünlü seslerle başlayan kelimeleri uzatarak konuşma, kelimeler arasında beklemeler, yavaş konuşma, konuşurken ayağını yere vurma, boynunu ileri geri hareket ettirme, ağzı aşırı açma, el hareketleri ya da kafa hareketleri yardımıyla konuşma şeklinde görülür" diye konuştu.

KLİNİK TEDAVİSİ ŞART

Konuşma bozuklukların hem fiziksel hem de psikolojik yönden incelenmesi gerektiğini vurgulayan Arslan, "Klinik yaklaşımla, kekemeliğin nedenleri araştırıldığı zaman psikiyatrik bir tanı konuluyor" diye konuştu. Konuşmanın akıcılığını bozan nedenlerin birbirinden farklı olduğunun unutulmaması gerektiğini kaydeden Arslan, "Klinik uygulamasında konuşma akıcılığını kazandırılır. Çoğu kez ikincil olarak başka bir sorunu ya da durumda çözülür. O yüzdendir ki kekemeliğin tedavisinde çok çeşitli ve değişik tedavi yöntemleri gelişmiştir" şeklinde konuştu.

AKICI KONUŞABİLİRSİNİZ

Hastalığın tedavi edileceğinin unutulmaması gerektiğini kaydeden Arslan, bu tür rahatsızlığı olanların mutlaka doktora gitmesi gerektiğini belirterek, "Yıllarca hayali kurduğunuz şekilde akıcı konuşmanın mümkün olduğunu unutmayın. Bu sizin elinizde, yeter ki tedaviye başlayın" dedi.

DEPRESYON KONUŞMAYI ETKİLİYOR

Depresyon, farklı kişileri farklı biçimlerde etkiler. Genelde kendilerine güvenleri yoktur. Kederli ve olumsuz düşüncelerle dolu olurlar. Konsantre olmakta ve karar vermekte zorlanırlar. Unutkanlık, huzursuzluk, sabırsızlık, enerji azlığı en sık görülen belirtilerdir. Bu ruh durumunun konuşmayı etkilememesi mümkün değildir. O yüzden bazı konuşma bozukluklarında sözcükler arasında beklemeler, güvensiz ses tonu depresyonun iz düşümü gibidir.

TEKRARLAYAN DAVRANIŞLAR

Bu tanıyı almış kişilerde genellikle sinirlilik ve hafif bir felaket duygusu ortaya çıkmakta ve kendisini rahatlatmak için bazı davranışları tekrar tekrar yapmaktadır. Tekrarlayan davranışlar tutarlılık gösterdiği için güven verir. Duygularda olan bu durum düşünce düzeyinde de konuşma düzeyinde de görülür ve kelime tekrarları, hece tekrarları sürer gider. Problem sorumluluğu alabilecek bir başka kişinin varlığı durumunda ortadan kalkar. Bu kişiler de seanslarda terapistle konuşurken, arkadaşları onunla birlikte konuşurken rahattırlar, yalnız konuşurken tekrarlar artar.

ANKSiYETE BOZUKLUKLARI

Bu tanıyı almış olan bireylerde konuşma ve davranışlara bir korku duygusu eşlik eder. Birey bazı ortamlarda ve aşırı stres altında hızlanır, tonlama yapamaz ve nefesi düzgün kullanamadığı için konuşmanın akışını kontrol edemez. Kendi kendine normal konuşurken, bazı kişilerin yanında, otorite olan kişiyle, karşı cinsle, kalabalık ortamda, alışverişte, lokantada, dolmuşa para verirken, aşırı terlemeyle birlikte artar. Bu nedenle, mümkün olduğu kadar konuşmamayı seçer.

Bugün

Sunday, April 6, 2008

SEVGİ TEK İLACIMIZ

SEVGİ TEK İLACIMIZ

“Önyargılarımdan kurtulup, doğallık içinde insanlara yaklaşamıyorum, BEN MELEK DEĞİLİM Kİ, herkesin benim şablonlarıma göre davranmasını istiyorum” diyorsanız; sevginin her şeyin ilâcı olduğunu unutmayın lütfen!..

Uzmanlar, insanlarla yakın ilişki hâlinde olan ölümcül hastalıklara yakalanmış kişilerin bile sevgi iletişimiyle ömürlerinin uzadığını belirtiyorlar. Siz de, ilk başta aileniz olmak üzere, yakından görüştüğünüz insanlarla temasınızı daima sıcak ve sevgi dolu tutun. Çevrenizdeki kişilerin sizi anlayamadıklarından dem vurup herkesten uzaklaşmaya çalışmak, sosyal hayatınızı sıfıra indirir ve sağlığınızın bozulmasına neden olur. “Onlar sizi anlamıyorsa siz onları anlamaya çalışın, ne kaybedersiniz?” Onlarla yaptığınız görüşmeler size, ıssız bir adada yaşamadığınızı ve sorunları olan tek kişinin siz olmadığınızı hatırlatacak. Sizi seven kişilere sevgiyle, hoşgörüyle yaklaştığınızda, pek çok sorunun da ortadan kalkmasını sağlayacaksınız. Dertler ve sıkıntılar ancak paylaşılınca hafiflerler.

İnsanlardan uzak kalmak, duygu ve düşüncelerini yalnız kendine saklamak kimseye yarar sağlamaz. İnsanlar ancak birbirlerine karşı önyargısız ilgi, sevgi gösterdiklerinde ve görüş alışverişinde bulunduklarında yaşam bir anlam kazanır. Etrafımızda görüş, duygu ve bilgi alışverişinde bulunacağımız insanların olması bizi yaşama bağlar. Sıkıntılarımızı, üzüntülerimizi, hatta korkularımızı açığa vurduğumuz zaman bunları başkalarıyla paylaşmanın verdiği huzur insanı karamsarlıktan kurtarır. Evimizde, işyerimizde ve çevremizde bizimle temas hâlinde olan kişilerden kaçmayalım. İnsanların birbirleriyle halkaları, sonsuza uzanan dostluk zincirleri (ortak alanlar) kurmaları; kişilerin, toplumların, hatta ulusların sorunlarının çözülmesine neden olur. “Yardımlaşma ve Dayanışma Yasası” ruhsal yasaların en önemlilerinden bir tanesidir.

YARDIMLAŞMA ve DAYANIŞMA

Yardımlaşma ve dayanışma öyle yüce bir birlik ve öyle büyük bir yasadır ki, birbirlerini hiç tanımayan bireyleri bile tek bir şemsiye ve tek bir anlayış etrafında birleştirip bütünler.

Birbirine yardım, diğer varlıklarla bütünleşmedir. Hizmet etmeyi, kendi bilgilerini başkalarıyla da paylaşmayı bilenler, sonsuzluk zincirinin altın halkaları olurlar.



Yardımlaşma ve başkalarına kendinden bir şeyler feda edebilme gücü, lekesiz bir gökyüzünden, yeryüzünü kutsamak ve bereketli kılmak için Yüce Doğa’nın tarlalarına düşen yağmur damlalarına benzer. Tarlayı besler, ürünü bereketli kılar. Bu yasaya uygun davranmayan nekes insanlar için söylenen güzel bir atasözü de vardır: “Yağmur olsan kimsenin tarlasına yağmazsın.” Yağmur gibi bereketli olup da, sırf tutuculuk, önyargı ve nekeslik yüzünden başka insanların tarlalarına yağmaktan vazgeçenlerden olmayalım.

Nasıl ki yeni doğmuş bir çocuğun yüzünde parlayan bir gülümseme, bütün insanların yüreğine serpilmiş olan huzura ve Yaşam Ağacı’nın dalında açmış bir çiçeğe benzerse, aynı şekilde birbirine sevgiyle, saygıyla yardım eden iki insanın oluşturdukları birlik halkası da, sonsuzluk içinde bütün evreni var eden o tek tohumun açılmış meyvesi gibi saf ve temiz olana benzer.

Doğu bilgeleri der ki: “Rabbine benzemek isteyen başkalarına yardım eder.”


www.astroset.com

RENKLER VE TAŞLAR

Renklerle Tedavi » renk tedavisi


Yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.
Moliere
HİNT RENK TERAPİSİ




Eski Hint terapisine göre doğru renkte giysiler giymek ve doğru renkte aksesuvarlar kullanmak kendinizi iyi hissetmenizi sağlıyor. Hatta, hayatınızın fırsatını bile bu şekilde yakalayabilirsiniz.
Biraz şansa mı ihtiyacınız var? Bunu kırmızı bir kazak giyerek, bir portakal yiyerek ya da elmas bir yüzük takarak sağlayabilirsiniz. Hint geleneğine göre hayatınızda şans yaratmak ve aynı anda mutlulukla sağlığı teşvik etmek çevrenizde hangi rengin hakim olması gerektiğini bulmanıza bağlı.

"Bir insanın kendini iyi hissetmesi chakra'larına (insan vücudundaki yedi ana nokta) veya vücut ve buna bağlı fizik enerjisine bağlıdır" diye açıklıyor The Indian Luck Book (Hint Şans Kitabı)'nın yazarı Monisha Bharadvvaj. "Her chakra negatif ya da pozitif titreşimleri çeker ve özel bir renge bağlıdır. Bu rengi giymek sizin daha dengeli, mutlu, kontrollü olmanıza yardımcı olur ve buna bağlı olarak dışarıdan aldığınız tepkileri de etkiler. "Kıymetli taşların gücü de aynı şekilde işler. "Kıymetli taşlar chakra'lar üzerinde etkisi olan elektromanyetik enerji yayar," diyor Monisha. "Renklerine ve etkilenen chakra'ya göre kıymetli taşlar canlılığı arttırabilir, olumsuz etkileri önler, sağlığı korur, kazaları önlemek için gerekli enerjiyi verir ve gelişmeyi hızlandırır." Öyleyse kullandığımız renklere dikkat edelim. İyi şanslar...

Giydiğiniz Renkler Chakra'larınızı, Mutluluğunuzu ve Ruh Halinizi Etkiliyor.

KIRMIZI

Omurganın dibinde yer alan Muladhara ya da diğer adıyla temel chakra kırmızı enerjiyi emer; cinselliği ve uzun yaşamayı etkiler. Kırmızı canlılık ve coşkunluk hali bulaştırır. İlişkilerde yakınlığı ve şehveti arttırır. Ne zaman giymelisiniz? İş yerinde fikirler sunmaya ihtiyaç duyduğunuz ya da dinamik gözükmek istediğiniz zaman. Eğer kendinizi gergin hissediyorsanız asla bu renge dokunmayın; bu sadece sizi daha kötü yapacaktır. Ne yemelisiniz? Domates, çilek, turp ve fasulye sıcak tutar ve uyarır. Ama kırmızı besinlerin aşın tüketimi sinirliliğe ve aşırı harekete neden olabilir.

TURUNCU

Svadhishtana ya da kuyruksokumu chakra'sı turuncu enerjiyi emer; idrar sistemine, cinselliğe ve üremeye bağlıdır. Turuncu neşenin ve eğlencenin rengidir. Ne zaman giymelisiniz? Turuncu yaşama zevkini, aşkı ve kişisel motivasyonu artırır. Sorunlarınızı çözmeniz zor gözüküyorsa turuncudan kaçının. Ne yemelisiniz? Yumurta sarısı, havuç biber, balkabağı ve portakal hava kirliliğine ve güneş yanığına karşı korur.

SARI

Manipura ya da karın boşluğu chakra'sı sarı enerjiyi emer; metabolizmayı, huzursuzluğu, uykuyu ve sindirimi kontrol eder. Sarı kişinin kendini ifade etme rengidir; sarıdan kaçınmak başarısızlık korkusunu işaret eder. Ne zaman giymelisiniz? Sarı, tartışmalar sırasında adil davranmanıza yardım eder. Eğer birine onu sevdiğinizi ama bunu kelimelere dökemediğinizi söylemek istiyorsanız sarı giyin. İşte kendine güvenen biri olarak görünmek istiyorsanız siyah bir giysiyi sarı bir aksesuvarla tamamlayın. Sarı iletişimi kolaylaştırdığı için yazarlar ve medyada çalışan insanlar için çok uygundur. Eğer eleştiriden korkan biriyseniz sarı kesinlikle sizin renginiz değil. Ne yemelisiniz? Limon, ananas, mısır ve sarı mercimek uyum sağlamaya yardımcı olur.

YEŞİL

Anahata ya da kalp chakrası yeşil enerjiyi emer dolaşımı, kalbi ve heyecanları yönetir. Sık sık yeşil giymek aşkta takıntılı olma eğilimini ortaya koyar. Ne zaman giymelisiniz? Sabırlı ve yardımsever olmaya ihtiyaç duyduğunuz her an. Yeşil verimlilik, cömertlik ve denge ile bağlantılı olan renktir. Yine de sık sık yeşil giymek dalgınlık eğilimi göstermenize neden olabilir. Duygularınızı ifade etmek istediğiniz zaman yeşile, kendini ifade etme rengi olan sarı bir dokunuş ekleyin. İş hayatında yeşil, mantıklı kararlar almanıza yardımcı olacaktır. Çocuklar yeşili severler, onlarla çalışan kişiler için yeşil ideal bir renktir. Ne yemelisiniz? Üzüm, bezelye ve fasulye gibi yeşil besinler sakinleştirici ve stresten arındırıcı bir etkiye sahiptir.

MAVİ

Visshuddha ya da boğaz chakrası mavi enerjiyi emer; yaratma gücünü, solunum sistemini ve boğazı yönetir. Mavi rahatlamaya yardım eder, evde ve aşkta huzuru sağlar. Eğer kendinizi üzgün hissediyorsanız maviden kaçının. Ne zaman giymelisiniz? Açık mavi kendinizi baskı altında hissettiğiniz zaman rahatlamanıza ve işte sorumluluklarınızın farkına vararak davranmanıza yardımcı olur. Turkuvaz mantıklı düşünmenize ve kendinizi açıkça ifade etmenizde etkendir. Koyu mavi karar vermeyi kolaylaştırır. Ne yemelisiniz? Mavi besinler sakin uyumanızı sağlar. Erik yatıştırıcı ve antiseptik etkiye sahiptir.

MOR

Ajna ya da kaş chakrası mor enerjiyi emer; olan bitenin farkında olma gücünü ve sezgileri yönetir. Mor iç huzuru sağlar ama aşırı duyarlılığa neden olabilir. Ne zaman giymelisiniz? Mor ciddi aile meselelerinin çözümünde yararlı olur. Huzur verir, işte saygı kazandırır ve ilişkilerdeki huzursuzlukları çözer. Lila ise rahatlamaya yardımcı olur. Ne yemelisiniz? Mor besinler yatıştırıcıdır ve bakterilere karşı korur. Üzüm, patlıcan, soğan ve lahana besleyici ve dengeleyicidir.



KIYMETLİ TAŞLAR

Aksesuar chakra'lara daha fazla pırıltı katıyor.

KIRMIZI

YAKUT, LAL, KIZIL KUVARS, MERCAN

Bu taşlar kalp krizini ve zayıf dolaşımı tedavi etmek, acıyı yok etmek için kullanılır. Gençleşmeyi sağlar, stresi yatıştırır ve aşk hayatınızı destekler. Güveni ve liderliği artırdığı gibi paraya sıkıştığınız zaman yardım eder ve iş arkadaşlarınızla olan ilişkileriniz! güçlendirir. Kızıl kuvars gibi pembe taşlar aile hayatinin baskıları artığı zaman enerji ve aşk sağlayarak hislerinize odaklanmanıza yardımcı olur. Kırmızı taşlar ayrıca hayatın olumlu yönlerim görmenizi sağlar.

SARI

SARI SAFİR, KAPLAN GÖZÜ, SARI KUVARS, TOPAZ

Sarı taşlardan gelen enerji sinir sistemini yönetir; yorgunluk ve sinir bozukluğun üstesinden gelmeye yardımcı olur. in uykusuzluk ve sarsıntıya iyi gelir.Demir bakımından zengin olan kaplan gözü migrenin yanı sıra cilt ve kan problemlerine yardımcı olur. Sarı taşlar sinir sistemini temizler, neşelenmenizi sağlar, başarı ve para getirir.

YEŞİL

TURMALİN, ZÜMRÜT, YEŞİM

Yeşil taşlar genel iyileştirme ve stres içindir Zümrüt uykusuzluğa ve yüksek tansiyona iyi gelir yeşim zihni açar, böbrek ve mesane rahatsızlıklarını iyileştirir. Zümrüt ve yeşim ilişkilerdeki aşırı sahiplenmenin ve arzunun üstesinden gelmeye yardımcı olur. Bu taşları takmak hırsınızı arttırır yaratıcı fikirler ortaya koyma yeteneğinizi geliştirir. Yeşil taşlar kariyerleri iletişime dayalı kişiler tarafından büyük ilgi görür çünkü yeşil dengenin ve uyumun rengidir yeşil bir taş takmak huzuru sağlar.

MAVİ

SAFİR, FİRUZE, LAPİS LAZULİ(LACİVERT TAŞ), AKUAMARİN

Mavi taşların
hepsi zihin yeteneğin! ve yaratıcılığı güçlendirir; özellikle de safirin çok güçlü etkileri olduğuna inanılır. Hatta uykusuzluk ve sinirliliği tedavi ettiği bile düşünülür. İş ortamındaki finansal durumu iyileştirmek için de kullanılır. Akuamarin ağız ve boğaz problemlerine yardımcı olur. Lapis lazuli kabul edilmeyi ve cömertliği sağlar. Mavi taşlar ilişkilerdeki huzuru, yakınlığı ve şefkati sağlar. Yaratıcılığı etkiler ve bu yüzden yeni fikirler ortaya atmak için kullanılır.

BEYAZ

ELMAS, İNCİ, OPAL, MERCAN, AYTAŞI

Beyaz taşlar ağrıyı yatıştırmaya ve enerji toplamaya yardımcı olur. Elmas felci, iktidarsızlığı ve sarayı tedavi etmek için kullanılır; aşk hayatınızı iyileştirir. Güven sağladıkları gibi cesaret için de takılır. Ay ile bağlantılı olan inci aybaşı problemleri ve ilişkileri heyecanlı tutmak için kullanılır (Hintli gelinler mutlu bir evlilik ve dul kalmaktan korunmak için inci takar) Aytaşı akıllı yatırımları teşvik eder. Beyaz taşlar statik enerjiyi sarsar, kariyerlerin hızla ilerlemesine yardımcı olur ve insanların amaçlarına ulaşmasını teşvik eder.


Ayça KANÇAL
ELLE Aralık 2001

Köri Kolon Kanserini Önlüyor

Tıbbi Bitkiler » Köri Kolon Kanserini Önlüyor


Köri Kolon Kanserini Önlüyor

Çeviren: Gülşah Balaban



John Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, soğan ve körinin içinde bulunan kimyasallar kolon kanserini önlemede yardımcı olabilir.

Clinical Gastroenterology and Hepatology’nin Ağustos sayısında yayımlanan çalışmada, aile geçmişinde adenomatöz polipozis (FAP) görülen beş kişiyle çalşıldı. FAP, bağırsakta prekanseröz poliplerin artmasına ve sonunda kolon kanserinin ortaya çıkmasına neden oluyor.

Altı ay süren araştırmada katılımcılara, günde 20 miligram soğanın içinde bulunan bir antioksidan ve 480 miligram zerdeçal (körinin içerdiği başlıca baharatlardan biri) verildi.

Hastalardaki poliplerin sayısı ortalama olarak %60.4 azaldığı ve poliplerin boyutunun ise %50.9 küçüldüğü tespit edildi.

John Hopkins Üniversitesi gastroenteroloji bölümü başkanı Dr. Francis M. Giardiello: “Soğanın içinde bulunan antioksidanı pek çok insan günlük yiyeceklerinden alıyor. Ancak zerdeçal, genellikle geleneksel yiyeceklerde kullanılıyor, ve zerdeçalın sadece %3 veya %5’i kurkumin içeriyor,” dedi.

Araştırmacılar, çalışmalarına daha fazla hastayla yapacakları araştırmalarla devam etmeyi düşünüyorlar.

Thursday, April 3, 2008

Dr. Mehmet Öz tavsiyeli iddialı diyet

Dr. Mehmet Öz tavsiyeli iddialı diyet


Dr. Mehmet Öz'ün "Hayatı kilo vermesine bağlı olan hastam olduğunda ona yönlendiriyorum" dediği ünlü diyetisyen Dr. Joel Fuhrma'nın diyeti 6 haftada en az 9 kilo verdirme iddiasında

Dr. Mehmet Öz tavsiyeli iddialı diyet

Çeşitli hastalıkları beslenme ve doğal yöntemlerle iyileştirme uzmanı olan ABD'li doktor Joel Fuhrman, aşırı beslendiğimiz halde yetersiz beslendiğimizi, yiyecekleri sonradan besinlerle zengilenleştirmenin ise yetersizliğe çare olmadığının altını çizerek, "Bu samandan ev yapmaya benzer" diyen besin uzmanlarından...

Ünlü doktor Joel Fuhrman'ın Prestij Yayınları’ndan çıkan “Yaşamak İçin Ye” adlı kitabında hem kalp, tansiyon, şeker ve kanserle savaşan hem de 6 haftada 9 kilo verdiren diyet programını açıklıyor.

Türkiye'nin sağlık ve diyet konusundaki uzman isimlerinden Dr. Mehmet Öz de bu programı onaylayan isimler arasında. Öz, "Eğer bu diyete kendinizi adarsanız etkili olacağından hiç kuşkum yok. Hayatı kilo vermesine bağlı olan hastalarım olduğunda Dr. Joel Fuhrma'a yönlendiriyorum" diyor....

Doktor Joel Fuhrman'ın önerisi: Yaşamak için ye...

Fuhrman, Türkiye de de Prestij yayınevinden piyasaya çıkan ve ünlü kalp cerrahı Mehmet Öz ün önsözünü yazdığı Yaşamak İçin Ye adlı kitabında, aşırı beslenmenin kalp, tansiyon, diyabet, kanser dahil pek çok hastalığa neden olduğunu vurgularken, sağlıklı beslenmek ve fazla kilolarından kurtulmak isteyenlere altı haftada en az 9 kilo zayıflamayı sağlayan beslenme programı öneriyor.

Uzun ömrün formülünü besinler ve lifler açısından zengin bir diyet olarak gösteren Fuhrman, sağlık için çok önemli olan lifin, meyve, sebze ve baklagil gibi bitkisel yiyeceklerle ve bol miktarda alınmasını tavsiye ediyor.

Tatlı ihtiyacı meyvelerden

Fuhrman, ekmek, makarna, pasta gibi karbonhidrat yönünden zengin besinlerin çok az tüketilmesinin, tatlı ihtiyacının meyvelerden karşılanmasının ve hayvansal besinler yerine de yeşil sebze yenmesinin önemine işaret ediyor. 280 gram brokolideki 100 kaloriye karşın, 28 gram hayvansal besinde 100 kalori olduğuna dikkat çeken Fuhrman, altı haftalık program sonucunda fazla kiloların yanısıra kandaki yağ oranlarının düşeceğini, baş ağrısı, gastrit,kabızlık,sindirim güçlüğü ve burun kanaması gibi birçok semptomun yok olacağını belirtiyor.

Kitapta şu besinler öneriliyor ya da yasaklanıyor:

Sınırsız yiyecekler:

Salata dahil bütün çiğ sebzelerden günde yarım kilo... Bu, bir göbek salatanın ya da kıvırcık salatanın tamamına denk geliyor. Bezelye, tatlı kırmızı biber, domates, salatalık... Yarım kiloluk bu yiyeceklerle alınacak kalori miktarı 100 den az. Ne kadar yerseniz o kadar kilo verirsiniz kuralı, sebzeler için de geçerli. Hedef yine yarım kilo. Bu sebzeleri yerken porsiyon çok büyük olmalı.

Çalı fasulyesi, brokoli, enginar, kuşkonmaz, kabak, yeşil-kırmızı lahana, brüksellahanası, bamya, pazı, şalgam, pancar, ıspanak, karnıbahar, patlıcan, biber kullanarak sebzelerde çeşitliliği sağlayın. Nohut, kuru fasulye, barbunya, mercimek, soya fasulyesi, börülce... Baklagiller, dünyanın en mükemmel yiyeceklerinden. Kan şekerini sabitler, tatlı arzusunu köreltir ve akşamüstü acıkmaların engeller.

Altı haftalık programda günde en az bir su bardağı dolusu yiyin.

Günde en az dört meyve tüketin.

Sınırlı yiyecekler:

Günde en fazla bir porsiyon pişmiş nişastalı sebze ya da tam tahıllar (Mısır, patates, pirinç, pişmiş havuç, ekmek, kahvaltılık gevrekler).

Çiğ kuru yemişler ve tohumlar (günde maksimum 30 gram). Avakado (günde maksimum 60 gram). Ketentohumu (günde 1 yemek kaşığı).

Yasaklar: Süt ve hayvansal ürünler, meyve suyu, kurutulmuş meyve.

310 sayfalık kitap 10 bölümden oluşuyor. Bu rejimi denemek isteyenlere yönelik tavsiyemiz ise kitabı sonuncu bölümden okumaya başlamaları. Çünkü sonuncu bölüm bu diyet hakkında merak edilen ve sık sorulan sorulara verilen cevaplara ayrılmış. Çünkü malumunuz bir diyet rejimine başlamadan önce bilinmesi gereken şey, "Yapılması gerekenlerden çok, yapılmaması gerekenlerdir"

Kitapla ilgili teknik bilgiler ve sipariş şartlarını görmek için bu linki kullanabilirsiniz...

(Haber 7 Kitap Dünyası)

Çocuklar için internet ne kadar tehlikeli?

Çocuklar için internet ne kadar tehlikeli?


Belçika'da yapılan kapsamlı bir araştırma kontrolsüz kullanılan internetin çocuklar için ne kadar tehlikeli olduğunu ortaya koydu.

Çocuklar için internet ne kadar tehlikeli?

İlkokul son sınıf öğrencilerinden yarıya yakınının internette karşılaştıkları bir resim ya da film yüzünden 'şok' geçirdiği belirtildi.

İnternette Çocuk İstismarı ile Mücadele Merkezi (Action Innocence) Belçika örgütlenmesinin, 27 bin çocuk ve 7 bin yetişkin üzerinde yaptığı araştırmada, çocuklar için kontrolsüz internetin büyük bir şehirde gece tek başlarına bırakılmaları kadar tehlikeli olduğu sonucuna varıldı.

Uzmanlara göre masum birtakım kelimelerin argodaki karşılığını bilmeyen çocuklar farkına varmadan kolayca pornografik unsurların kurbanı olabiliyor.

YouTube gibi video paylaşım sitelerindeki kafa kesme görüntüleri, sohbet sitelerinde 'çocuk avına' çıkan pedofil ruhlu sapıklar ve şok edici ağır porno sitelerinin çocukların akıl ve ruh sağlığı dengesini tehdit ettiği kaydedildi.

Bütün bunları göz önünde bulunduran ailelerin bilgisayarlarını çöpe atmak isteyebileceklerini ifade eden yetkililer, sorunun küçümsenmeyecek bir sorun olmasıyla birlikte bir panik havasının da oluşturulmamasını istiyor.

Uzmanlara göre çocukların çoğu internette kasten aramamalarına rağmen sıklıkla istenmeyen görüntülerle karşı karşıya kalıyor. Bazı hayvan isimlerinin Google'de aranması durumunda ancak beşinci yada altıncı sıradaki 'link'te gerçekten o hayvanla ilgili bilgilere ulaşılabileceğini, ilk sıradaki sitelerin aranan kelimelerin 'argodaki' karşılığına dayanarak çok farklı siteleri çocukların önüne serildiği ifade ediliyor.

Araştırma kapsamında sorgulanan çocukların üçte biri internette istemeden karşılaştıkları 'şok edici' görüntülerden ailelerine hiç söz etmiyor. Çocuklar ya gördükleri karşısında utanıyor yada ailesinin kendisine interneti yasaklamasından çekiniyor.

Ailelere çok büyük sorumluluk düşüyor. Çocukların yetişkinlerin kontrolünde internette dolaşmasına izin verilmesi gerektiğini ifade eden uzmanlar, ailelerin kesinlikle çocukları başıboş bir şekilde internetle başbaşa bırakmamalarını istiyor.

Uzmanlar, özellikle çocukların hangi sitelere girdiğini tespit eden programlarla internet filtre programlarının kullanılmasının faydalı olduğuna inanıyorlar. Fakat bunun çocukların bilgisi dahilinde yapılması da özellikle vurgulanıyor.

Action Innecence yetkilileri, çocukları tehlikelerden korumak için pratik bilgiler veriyor. Buna göre;
- Bilgisayarın oturma odasında herkes tarafından görülecek bir yerde olmasına özen gösterin.
- Çocuklarınıza kimlerle 'chat' yaptığını arada bir sorun. Böylece art niyetli yabancı kişilerle görüşüp görüşmediğini öğrenebilirsiniz.
- Sorun olduğunu hissediğinizde bunu çocuğunuzla açıkça konuşmaktan çekinmeyin. Bu şekilde çocuğun size güvenerek internet ortamında yaşadığı iyi yada kötü olayları paylaşmasını sağlayın.

VEDAT DENİZLİ- CİHAN