Sunday, November 30, 2008

RENKLER

Renkle tedavi olmaya ne dersiniz

Renkle tedavi olmaya ne dersiniz
Evrende varolan her şeyin bir rengi vardır. Denizin mavisi, güneşin türlü sarı ve kızıl tonları insanın görüp algılayabildiği renkler. Bunların herbirinin de canlılar üzerinde etkisi.


Kırmızı-Hayat enerjisi : Kırmızı renk, kan dolaşımı ve kansızlık hastalıkları için faydalıdır. Kırmızı rengin fiziki etkilerini şöyle sıralayabiliriz: Soğuk algınlığı, bronşit, romatizma ağrıları, titreme ve soğuk hissi, kansızlık, denge bozukluğu.

Kırmızı renk, tansiyon hastalarına, sinirli ve histerik hastalıklarda ve şiddetli ateşi olan kişilerde tedavi amacıyla uygulanmaz.

Turuncu-Depresyon için etkili: Turuncu renk yorgunluk, halsizlik, uykusuzluk, korku ve depresyon için etkilidir ve eterik bedenimiz için takviye olur. Bunların dışında astım, bronşit, bağırsaklar ve özellikle kabızlık için çok iyi gelir.anne sütünün çoğalmasına da faydası olur.

Sarı-Baş ağrılarına iyi geliyor: Sarı renk mide bozuklukları, diyabet, kabızlık, böbrek rahatsızlıkları, gazlar, karaciğer zayıflığı, baş ağrıları ve migrene karşı etkilidir. Bunlarla birlikte sindirim sisteminizi güçlendirir ve güneş sinir ağı çakrasını da dengeler.

Sarı renkden renkten, aşırı kalp atışı ve ruhi anksiyetesi olanlar, alkolikler ve ödemli hastalar yararlanamaz.

Yeşil-Psikolojiyi düzeltiyor: Yeşil renk psikolojik problemlerin giderilmesinde çok önemli rol oynar. Uykusuzluklar, aşırı heyecanlar, bel ağrıları, yüksek tansiyon, alkol bağımlılıklarından doğan asabilikler için faydalıdır.Bunların haricinde mide, akciğer, rahim, göğüs ve kalın bağırsak kanserindeki ilerlemeleri durdurur ve bunların ağrılarını sakinleştirir.

Mavi-Şifanın rengi: Mavi renk vücudun savunma sistemini güçlendirir ve tüm hastalıklar için şifa verici özellik taşır. Mavi renk, sinir sistemini sakinleştirir. Bedenin ısısını azaltır ve algılamayı arttırır. Baş ağrılarında, sinirden kaynaklanan öksürüklerde, boğaz ağrılarında, astımda, guatrda, diş ağrılarında, deri rahatsızlıklarında ve uykusuzlukta etkili olur.

Mavi renk ;soğuk algınlıklarında, cinsel isteksizliklerde ve felçte yasaktır. Mavi rengin uzun kullanımları kabızlığa ve yorgunluğa sebep olabilir.

Çivit Mavisi (lacivert)-Anestezi etkisine sahip: Lacivert, aktif bir renktir ve anestezi etkisi vardır. Diş ağrılarında, yüz kaslarındaki ve sinüzitteki ağrılarda, siyatik ve romatizma, kulak ve göz rahatsızlıklarında etkilidir. Bu renk 5 duyuyu harekete geçirme gücüne sahiptir.

Mor veya menekşe-Kalbin rengi: Mor renk, sinir sistemi, halsizlik, psikolojik ve duygusal yorgunluklar için en uygun olan renktir. Kalbi sakinleştirir ve kanı temizler. Bununla birlikte korku ve kaygının azalmasında önemli etkileri vardır. Mor renk katarakt, siyatik ağrıları, menenjit, sinire bağlı baş ağrıları, mesane rahatsızlıkları, epilepsi (sara), saç dökülmesi, kuru öksürükler ve astım için de oldukça etkili bir renktir.

KAYNAK:haber 7 com

Babalar çocuklarının 'yaşam koçu'dur

Babalar çocuklarının 'yaşam koçu'dur
Çocuk yetiştirmenin zorluklarını herkes bilir ve bu konuda özellikle annenin rolüne vurgu yapılır. Anne eğitimine yönelik kitaplar, yayınlar ve çalışmalar oldukça fazladır.


Acaba kişilik gelişimi için anne etkisi yeterli midir? Babanın çocuk eğitimi üzerinde sadece bir tamamlayıcı unsur olduğu görüşü eksik bir yorumdur. Baba modeli kişiliğin güven-güvensizlik, otorite, bağımlılık, duygusal kontrol, özyeterlilik, dışa ve sosyal ortama açılma ile ilgili en önemli etkenlerden biridir. Çünkü anne, bebeklikten gelen bir şefkat ve koruyuculuk eğilimiyle kişilik gelişiminde ihtiyacı olan bireysellik ve otokontrol duygusunu yeterince destekleyemeyebilir.

Baba çocuğun 'dışarıyla' köprüsünü kuran kişidir. Çocuk, hiç tanımadığı, bilmediği bir dünyayı babanın kontrolüyle güvenle tanır. Gerekli ve gerçekçi açılımlarını gerçekleştirebilir. Duygular anne yoluyla, gerçekler baba yoluyla tanınır. Bir bakıma baba, çocuğun hayatına giren ilk yabancıdır ve bu konumu nedeniyle yabancılık ve dış dünya ile alışverişin en önemli temelidir. Baba desteği olmadan büyüyen çocuğun güven duygusunun eksik kalması muhtemeldir. Hayatın mücadele gerektiren durumlarıyla baş edebilmek için çocuğun baba eğitiminden geçmesi gereklidir.

Babanın çocuk yetiştirirken sahip olduğu olumlu inanç ve tutumları çocuk üzerinde silinmez etkiler bırakır. Örneğin annesine başarılı karnesini gösteren çocuk, çok fazla takdir alsa da annesinin tüm takdirleri babasının ufak bir onayının yerine geçmeyebilir. Tam aksini düşünürsek otorite kurma konusunda annenin fazla çabaları zaman zaman babanın net ve kararlı bir tek cümlesinin yerini tutmayabilir.

Çocuk, 'erkeklerin dünyasını' medya, internet ve çevreden rastgele örneklerle değil, güvenilir babasından öğrenmelidir. Baba, çocuk için güvenin simgesidir. Bir baba olarak çocuğunuza sözünüzü dinletemediğinizi düşünüyorsanız koyduğunuz kuralların uygulanabilirliğini sorgulayın ve onun dünyasına girip giremediğinizi anlamaya çalışın. Yasakçı olmamaya ve mantıklı sınırlar koymaya gayret edin. Çocuğunuzun kendi sorumluluklarını yerine getirmesini kolaylaştırıcı önlemler düşünün.

Çocuğunuzla etkin iletişim için neler yapabilirsiniz?

Birlikte ne kadar vakit geçirebiliyorsunuz? Sadece çocuğunuza ayırdığınız bir vaktiniz var mı?

Ortak beğenileriniz ve uğraşlarınız var mı? (Maça gitmek, kitap, oyun, kültürel geziler vs...)

Herhangi bir konuda size rahat lıkla danışabiliyor mu?

Onu başarılarından dolayı takdir edebiliyor musunuz?

Eleştirilerinizi daha çok olumlu mu, olumsuz mu?

Telkinleriniz güvensizlik, şüphecilik ve korku ile ilgili alt mesajlar yoğunlukta mı?

ilgili eleştirilerini saygı çerçevesinde dile getirebiliyor mu?

Görüşlerinizi onunla paylaşıyor musunuz? Onu bu konuda bilgilendiriyor musunuz?

Mesleki tercihleri konusunda yönlendirme ve destekleriniz yeterli mi?

Arkadaşlarını tanıyor musunuz?

(Zaman)

Friday, November 28, 2008

Alzheimer

Alzheimer'dan korunmak için beş yöntem

Alzheimer'dan korunmak için beş yöntem
hafıza güçlendirici olarak bilinen ve en çok satan şifalı bitki ilacı olan Gingko adlı popüler ilacın, Alzheimer veya diğer bunama türlerine iyi gelmediği ortaya çıktı.


Pittsburgh Üniversitesi tarafından yapılan yeni bir araştırma, hafıza güçlendirici olarak bilinen ve en çok satan şifalı bitki ilacı olan Gingko adlı popüler ilacın, sanıldığı gibi Alzheimer veya diğer bunama türlerine iyi gelmediğini ortaya koydu.

İlaç yetkilileri aksini söylese de, beyin ve yaşlanma üzerine çalışan ve kendi annesi de Alzheimer hastası olan Prof. Edythe London bu ilacın etkisiz olduğunu ancak Alzheimer'a engel olmak için yapılacak başka şeyler olduğunu söylüyor. CNN'in haberine göre, araştırmalarda ortaya çıkan bulgular, kalp sağlığını koruyan fiziksel egzersizlerin beyin sağlığını da koruduğunu gösteriyor ve bu durum profesörün iddialarını destekler nitelikte.

İşte serebral korteks (beyin korteksi) ve hipokampüs gibi beyninizin hafızayla ilgili kısımlarını güçlendirecek bazı yöntemler:

· Antioksidanlar: A, C, E vitamini gibi antioksidanlar hücrelerin zarar görmesini engelliyor ve yaşlanmaya dayalı hastalıkları yavaşlatıyor. Bu antioksidanların bunamaya engel olduğunu ortaya koyan çalışmalar var.

· Balık yağı: Yaşlanan beyinde iltihaplanmalar meydana geliyor ve balık yağı iltihaplanmayı önleyici bir özelliğe sahip.

· Köri: Yapılan bazı çalışmalarda haftada bir kez köri tüketenlerin hafıza konusunda daha iyi sonuçlar elde ettiğini ortaya çıktı.

· Beyninizi çarpraz eğitim ile güçlendirin: Uzmanlar beynin egzersiz ile güçlendirilebildiğini ama tek tip egzersizin yetersiz olduğunu söylüyor. Zihinsel egzersizlerin en azından Alzheimer'ın başlangıcını geciktirdiğine dair pek çok bilimsel kanıt var. Örneğin bulmaca çözmek çok faydalı ama yeterli değil ve hesap makinesi yerine kafadan hesap yapmak, beyni geliştirmeye yönelik bilgisayar oyunları oynamak da işe yarayabilir.

· Fosfatidilserin adlı vücutta doğal olarak bulunan lipit (yağ) takviyesinin bunamaya engel olabileceği söyleniyor.

Zaman

Hastalığın şifasını internetten arama

Hastalığın şifasını internetten arama
İnternette, yakalanıldığından şüphelenilen bir hastalığın belirtilerini, teşhisini ya da tedavisini aramanın endişeyi artırabileceği bildirildi.


Yazılım şirketi Microsoft tarafından yapılan araştırma, sayısız bilgi kaynağıyla internetin, özellikle bir teşhis arandığında, tıp konusunda bilgisi az olan ya da hiç bu bilgiye sahip olmayan kişilerde endişeyi artırabileceğini gösterdi.

Araştırmayı kaleme alan Ryen White ve Eric Horvitz, "hastalık hastalarının" sıradan ve zararsız belirtileri ciddi bir hastalığın işaretleri olarak yorumlayabileceklerine dikkati çekerek, başı ağrıyan bir "hastalık hastasının" internette araştırma yaptıktan sonra beyninde tümör olduğu sonucuna varabileceğini ya da göğsünde ağrı hisseden bir başkasının kalp krizi geçirdiğini sanabileceği örneğini verdi.

Bu tür çıkarımların endişenin yanı sıra, vakit kaybına ve gereksiz sağlık harcamalarına neden olabileceği de vurgulandı.

AA

Sunday, November 23, 2008

Damacana suyunu 15 saatte bitirin

Damacana suyunu 15 saatte bitirin

Prof. Dr. Köksal, suyun renksiz, berrak, kokusuz ve tatsız olanının tercih edilmesi gerektiğini belirterek, ''Çünkü suyun kokusunu, rengini ve berraklığını bozan mikroorganizmalar oluyor'' dedi.


Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fatih Köksal, ''son yıllarda kişi başına kullanım oranı artan damacanadaki suyun hava ya da güneşe maruz kalmasının, kişiyi ölümle sonuçlanan hastalıklara kadar götürebilen mikroorganizmaların üremesine neden olduğunu'' bildirdi.

Prof. Dr. Köksal, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ''şişe suyu'' olarak bilenen işlenmiş suyu sağlık açısından desteklediklerini, ancak kullanım süresi ve bekletildiği ortama dikkat edilmediğinde enfeksiyon hastalıklarına yol açabidiğini belirtti.

Şişe sularının, bulundukları ortam ve temizlik kurallarına uyulmadığı takdirde hepatit yapan virüsler dahil tüberküloz, ishal ve daha birçok enfeksiyon hastalığının oluşumuna zemin hazırladığını ifade eden Köksal, şunları söyledi:

''Vücudun yüzde 70'ini oluşturan su, vücutta bir elektrik cihazındaki kablo görevini üstlenir. Bu nedenle hücreler arası iletişim, enzimler, hormonlar ve bütün metabolizmayla ilgili faaliyetleri sağlayan suyun çok sağlıklı olması gerekir.''

Prof. Dr. Köksal, şişe sularının işlenmiş olması nedeniyle doğal olarak değerlendirilemeyeceğini ifade ederek, ''Teknolojinin yardımı ile her tür su işleme tabi olarak içilebilir niteliğe getirilebilir ve işlenmiş su olarak tanımlanabilir. Ancak, bunların da tıpkı diğer gıda ürünleri gibi raf ömrü vardır. Bu ömür, suyun ambalaj malzemesi, saklama koşulları ve işletme koşullarına bağlıdır'' dedi.

Ev ve işyerlerinde çoğunlukla ''damacana'' tabir edilen plastik şişelerde kullanılan suyun mutlaka serin, güneş ışığından uzak ve kuru ortamlarda saklanması gerektiğine dikkati çeken Prof. Dr. Köksal, şunları kaydetti:

''Su şişesinin etrafında suya ve ambalaj maddesine etki edecek kokulu maddeler bulundurulmamalı. Damacanadaki suyun hava ya da güneşe maruz kalması zararlı mikroorganizmaların üremesine neden oluyor. Su şişesinin kapağı bir kez açıldığında hava ile temas ettiğinden 10-15 saatte tüketilmeli. En fazla bir günde tüketilebilecek gramajdaki suyun kapağı açılmalı. Ev ve işyerlerindeki kişi sayısı ve ortalama tüketim dikkate alınarak damacana suyunun gramajı tespit edilmeli. Bu durumda özellikle evlerde kullanılan 19 litrelik damacana suların kapağı açıldığında ne şekilde saklanırsa saklansın günlerce kullanılması sakıncalı.''

Prof. Dr. Köksal, suyun renksiz, berrak, kokusuz ve tatsız olanının tercih edilmesi gerektiğini belirterek, ''Çünkü suyun kokusunu, rengini ve berraklığını bozan mikroorganizmalar oluyor'' dedi.

-POMPA KİRLİLİĞİ-

Prof. Dr. Köksal, birçok kişinin ev ve işyerlerinde ''su sebili'' diye tabir edilen cihazların yanı sıra pompalı damacana kapaklarının da bulunduğunu belirterek, şunları söyledi:

''Sebil cihazına yerleştirilen damacanadaki suyun kapağı da delindiği için havayla temas ediyor. Bu yüzden kullanım süresinde kriterler burada da dikkate alınmalı. Pompalı damacanaların ise pompa temizliğine dikkat edilmeli.

Bu pompaların kirliliği gözle de tespit edilebilir. Suya doğrudan temas eden pompa ve 'cooler' diye tabir edilen aparatının temizliği yapılmadığında havada ve ortamda bulunan mikroorganizmalar, kokular veya yabancı maddeler pompa üzerinde birikip suya bulaşacaktır. Bulaşan bu mikroorganizmalar zamanla çoğalarak kaplarda beyaz, yeşil ya da kahverengi kümeler meydana getirebilir veya suyun tadında ve kokusunda istenmeyen değişikliklere neden olabilirler.''

-KİŞİ BAŞI TÜKETİM-

Türkiye'de 2006'da kişi başı 91 litre olan işlenmiş su tüketiminin, geçen yıl 100 litreye ulaştığını belirten Prof. Dr. Köksal, Avrupa ülkelerinde ise bu miktarın birkaç katı olduğunu belirtti.

Prof. Dr. Köksal, gelir ve eğitim seviyesi yükseldikçe şişe suyuna da talep artacağından sağlıklı suyun kriterlerinin de herkesçe bilinmesi gerektiğini sözlerine ekledi.


(aa)

Sunday, October 12, 2008

EKMEK

EKMEKTE KATKI MADDELERİ…

Bizi biz yapan yaşam tarzımızda, ekmeğimiz de bugünkilerden çok farklı idi ve yaşamımızda saygın ve önemli bir yeri vardı. Bir zamanlar, içinde un, su ve tuzdan başka hiçbir katkı maddesi içermeyen mayalı ekmeklerimiz vardı... Tandırda pişirilen tandır ekmeklerimiz vardı... Bazlamalarmız vardı... Saçlarda pişirilip bütün kış boyunca hafif nemlendirildikten sonra yediğimiz yufka ekmeklerimiz vardı...

Bunların çoğunu şehirlerimizde yaşarken başımıza musallat edilen modern hayat uğruna kaybettik. Şimdilerde Anadolumuzun birçok yörelerinde köy ve kasabalarında bu ekmekleri yapan şanslı aileler az da olsa bulunmaktadır.

Herşeyimizi batıdan ithal etmeye başladığımızdan beri bu en temel gıda maddemiz olan ekmek de değişikliğe uğratıldı. Balon gibi şişirilmiş, içi kof, tadı lezzeti kalmamış, ekmek görüntüsü verilmeye çalışılmış bir garip nesne oluvermiş.

İşte adı ekmek olan bu garip nesneyi üretmek için biz diyelim on, siz deyin yirmi çeşit, kökenleri hakkında bilgimiz olmayan ve bize bilgi verilmeyen katkı maddesi ilave ediliyor artık. Bu katkı maddelerinin tüketiciye faydası olmadığı gibi üstelik zararı olabiliyor.

Katılma Nedenleri: Hamurun asidini arttırmak, Bayatlamayı geciktirmek, Ekmek hatalarını ve hastalıklarını düzeltmek, Su kaldırma oranını yükseltmek, Hacim artışı sağlamak, un rekoltesini yükseltmek vs gibi amaçlar için kullanılmaktadırlar

Bugünkü Katkılı Ekmek Ürünlerinde Kullanılabilen Katkı Maddeleri:

Enzimler, E 300 Askorbik Asit(C vitamini), Bitkisel Yağlar, Emülgatörler(E 471-E477 Mono- ve digliseridler ve modifiye edilmiş formları), E 282 kalsiyum propiyonat, E 281 sodyum propiyonat, E 262 Sodyum diasetat, sirke, E 260 asetik asit, E 280 propiyonik asit, E 202 potasyum sorbat, E 200 sorbik asit, E 202 potasyum sorbat ve E 203 kalsiyum sorbat, E 283 potasyum sorbat, Şekerler (Sakaroz,Maltoz,Fruktoz,glukoz), E170 kalsiyum karbonat, E332 Potasyum sitrat, E481 Sodyum stearol-2-laktilat,E422 Gliserol (gliserin)
“Ayrıca, Daha beyaz görünen un elde etmek için, E928 benzoil peroksit ve E924 potasyum bromat gibi kanserojen ve alerjik maddeler beyazlatıcı olarak, E920 Sistain gibi insan saçından ve domuz kılından üretilen ve hacım artırıcı olarak kullanılan katkı maddeleri de söz konusudur.”

Bu Katkı Maddelerinin açılımı ise şöyle:

E170 kalsiyum karbonat: Hem renklendirici hem mineral tuz; kaya minerali veya kemikten elde edilir; diş macunu, beyaz boya, temizleme tozları, bisküvi, ekmek, kek, dondurma, dondurulmuş konserve sebze ve meyvede ve ilaçlarda kullanılır; yüksek dozlarda zehirlidir; safra, böbrek taşı, hemoroid, kabızlık ve fistül kanamalarına sebep olabilir. Ayrıca kemikten elde edilmesi ihtimali bu katkı maddesini en azından şüpheli hale getirir.

E 471-E477 Mono- ve digliseridler ve modifiye edilmiş formları: Homojenleştirici .Bitkisel ve hayvani kökenli olabilir.Bitkisel kökenden türetilirse, helâldir. Hayvani unsurlardan türetilirse, şüphe arzeder. Eğer, eti helâl ve kesimi islâmi usulle yapılmış hayvani yağlardan türetilmiş ise helâl kabul edilir. Aksi halde haram olur.

E 280 propiyonik asit, E 281 sodyum propiyonat, E 282 kalsiyum propiyonat, E 283 potasyum sorbat: Koruyucu olarak kullanılır. Migren ağrılarına sebep olabilir; doğal olarak mayalanmış gıdalarda, insan teri ve geviş getirenlerin sindirim organlarında bulunur, ayrıca suni olarak etilen, karbon monoksit, propiyonaldehit, doğal gaz, mayalanmış kağıt hamuru veya çürümüş lif bakterisinden elde edilir; yaygın olarak ekmek ve un mamullerinde kullanılır

E 200 sorbik asit, E 202 potasyum sorbat: Koruyucu olarak kullanılır. Bitkisel kökenlidir. Ciltte kaşıntıya sebep olabilir

E420 sorbitol: Kıvam artırıcı,suni tatlandırıcı ve nem tutucu; etli ve zarlı kabuksuz meyvelerden veya sentetik olarak glukozdan elde edilir; gıda,ilaç ve kozmetiklerde kullanılır.Bebek ve küçük çocuk gıdalarında kullanmak yasaktır.

E422 Gliserol (gliserin): Kıvam artırıcı,tatlandırıcı ve nem tutucu, yağlı renksiz alkol;hayvansal veya bitkisel yağların alkalilerle ayrışması sonucu elde edilir; petrol ürünlerinden ve bazen propilenden sentetik olarak veya şekerden mayalanarak da elde edilir; büyük miktarlar baş ağrısı, susuzluk, bulantı ve yüksek kan şekerine sebep olabilir. Hayvan kökenli olması ihtimali göz önünde tutulmalıdır.

E920 Sistain: Un işleme ajanı. İnsan saçı, başta domuz olmak üzere hayvan kılı ve tavuk tüyünden elde edilir

E924 potasyum bromat: Un işleme ajanı.Büyük miktarlarda bulantı, kusma, diyare ve sancılara neden olabilir.

E928 benzoil peroksit: Un işleme ajanı. unun beyazlaması için kullanılır. Alerjik geçmişi olanlar sakınmalıdır.

Buraya kadar, piyasada ekmek üretiminde yaygın olarak kullanılan katkı maddeleri ile ilgili alıntıladığımız bilgileri sunduk. Halbuki, görüldüğü gib, bu katkı maddeleri hayvan kökenli olabildikleri gibi, migrenden, alerjiye hatta kansere kadar birçok rahatsızlıklar oluşturabilen maddelerdir. Uygulamada ise bu katkı maddeleri bu isimleri ile değil ticari isimleri ile alınır satılır ve kullanılır. Örnek vermek gerekirse, S500, Soft'r, Acti-Plus, Hydra, Joker, Pantera vs gibi ticari isimlerle satılan bu ürünlerin içerikleri incelendiği zaman bir çok katkı maddesini kombine ettiği görülür.Kullanıcı firma bu maddelerin içerikleri ile de pek ilgilenmez. Ayrıca fırınlarda bu katkı maddelerini hamura katacak eğitilmiş elemanların yetersizliği sebebi ile ekseriya limit aşımı tehlikesi de söz konusu olmaktadır.

Bugün, Üretici ve satıcı istekleri, gıdanın ilk günkü tazeliğini koruyacak şekilde, gıdaların raf ömrünün artırılması yönünde olmaktadır. Buna karşılık gıdanın raf ömrünü artırmak amacıyla ürünlere ilave edilen katkı maddelerine karşı ise kimi tüketicilerin gittikçe artan haklı çekinceleri bulunmaktadır. Ancak ister paketli olsun, ister paketsiz satılsın çoğu ekmeklerde kullanılan katkı maddelerinin detay bilgileri yer almamaktadır. Bu da tüketiciyi zor durumda bırakmaktadır. Halbuki etiket bilgileri hem yasal olarak, hem etik olarak tüketicinin en tabii hakkı olmak zorundadır. Ancak, bu sonuçta tüketicinin bilinçsizliği ve ilgisizliği, üreticinin bencilliği ve resmi kurumların denetimsizliği müştereken rol oynamaktadır.

Peki ne yapacağız?

Güvendiğimiz Market veya Fırından Katkısız Ekmek İsteyelim

“Tarım ve Köyişleri Bakanlığının yeni tebliğinde Ekmeğe, herhangi bir katkı maddesi katılmaz ise etiket üzerinde ekmek adı ile birlikte "katkısız" ifadesi kullanılır.” şeklinde bir düzenleme getirmiştir. O halde öncelikle çevremizde katkısız ekmek üreten fırınları araştırmalıyız. Bulduktan sonra iyice sorgulamalıyız. Çünki maalesef ülkemizde üreticilerden doğru bilgi almak ekseriya zor olmaktadır. İyice emin olduktan sonra katkısız ekmek tüketmeliyiz.

Ekmeğimizi Ekmek Makinasında Kendimiz yapalım

Artık, evde ekmek yapmak ta çok kolaylaştı. Birçok firmalar bu maksat için çeşit çeşit modeller geliştirmişler. 100 ila 200 YTL arasında piyasada satılıyor. Böyle bir cihaz sahibi olduktan sonra evinizde çeşit çeşit ekmek yapmak zor olmaktan çıkmış.

Sofralarımızdan beyaz ekmeği kaldırıp, yerine kepekli ekmeği ikame edelim.

Kepek ekmeğin neden tercih edilmesi gerektiğini, uzmanlar şöyle açıklamaktadır:

"Buğday, sağlık açısından yararlı olan B2 ve B6 vitaminleri ile niyasin, folik asit, demir ve çinko içeriyor. Bu maddelerin daha çok yoğunlaştığı kısım olan buğdayın dış kabuğu, un yapımı sırasında ayrıştırılıyor ve bu yüzden ekmeğin besin değeri düşüyor. Bu nedenle, beyaz ekmek yerine kepek ekmeğinin tercih edilmesi daha sağlıklıdır"

Şeker hastaları, kilo sorunu olanlar, mide ve bağırsak rahatsızlığı çekenler tarafından daha çok tercih edilen kepek ekmeğin herkes tarafından tüketilmesini öneriyoruz. http://www.gidaraporu.com/kepekli-ekmek_g.htm

KAYNAKLAR

http://www.ekmekdunyasi.com/ekmek/katkimaddeleri.asp
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Web Sitesi.htm
Prof. Dr. Tomris ALTUĞ, Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü , Gıda Katkı Maddeleri , İzmir-2001.
Lück, E. and Jager, M. 1997. Antimicrobial Food Additives-Characteristics, Uses, Effects. Springer Verlag. Berlin, Almanya.
http://ethesis.helsinki.fi/julkaisut/maa/elint/vk/katina/sourdoug.pdf

Sunday, October 5, 2008

Başarının sırrını açıklayan ayet!

Başarının sırrını açıklayan ayet!

Bir kilo bal uğrunda yüz bin km kanat çırpmayı, ya da dünyanın etrafında 7 defa dönmeyi kim göze alır?
Başarının sırrını açıklayan ayet!
Dr. Muhammed Bozdağ
Toz gibi yumurtadan çıkan minik bir yavrunun hayatına dikkatinizi çekeceğim. Altıgen bir kutunun içerisinde dünyanın en özel sütüyle sürekli beslenir. On binlerce kardeşiyle birlikte kendisine dadılık yapan işçiler yetişinceye kadar on bin kez doyurulur. Bu hızla altı günde ilk ağırlığının 1500 katına ulaşır.
Kutusundan çıkar çıkmaz, kimseden ders almadan ve boş beklemeden yuvasındaki atık maddeleri dışarıya taşır ve yuvayı yeni kardeşleri için temizler. Önce vücudunun salgıladığı mikrop öldürücü sıvıyı yuvaya sürer. Ardından da yeni doğan binlerce kardeşleriyle uyum içinde kanatlarını vantilatör gibi çırparak içerdeki kirli havayı dışarıdaki temiz havayla değiştirir.
Hayatı yeni başlamıştır ve son nefese değin durmayacak, yavaşlamayacaktır. Kovan içinde veya dışında, ilahi plan kendisine hangi görevi vermişse onu gerçekleştirmek üzere sürekli çalışır. İnsanlara bir kilo bal bırakabilmek için 40 bin kardeşiyle birlikte 6 milyon çiçeği dolaşır. Bir kilo bal uğrunda yüz bin km kanat çırpmayı, ya da dünyanın etrafında 7 defa dönmeyi göze alır.
Bal arısı çalışkanlığı sayesinde adını tarihe yazdırmış, insanların hayatında yer ve rol edinmiştir. İnsan da benzer biçimde İnşirah suresinin sonundaki ilahi emre tam uysa adı tarihe altın harflerle yazılır. Dertlerden kurtulur, huzur bulur. Başarının efendisi olur.
Başarımızı arttırmak ve hayatımızdaki değerleri yükseltmek istiyoruz. Bu yolda bize yol ve yordam sunacak eserler arıyoruz. Ancak son zamanlarda televizyonun ve internetin getirdiği eylemsiz, girişimsiz hayalcilikten sıyrılamıyoruz. Hele de anne babalarımız bizi koruyup besledikçe de cam fanus içerisinde hayatın çilelerinden mahrum büyüyoruz. Derken ergenlik çağı geçiyor ve ansızın yaşadığımızı, omuzlarımızda büyük bir sorumluluk bulunduğunu fark ediyoruz.
Önce kolay ve bedavadan yollar arıyoruz. Alın terinin değerini keşfedemeyenler piyangoyla, at yarışıyla hayata tutunabileceklerini sanıyorlar. Derken akıllı gibi görünerek başta türlü hayalciliklere kapılıyoruz. “Başarıyı hayal etmeyi başarının yeter şartı sayan” kitapların büyüsüyle bodruma çekilip hayal kurmakla hedeflerimize ulaşacağımızı sa nıyoruz. Sihir gibi, hokus pokus yoluyla… Sonra da insanı yaratıcı yerine koyan sırlı, çekimli, kuantumlu formüllere inanıyor, yıllar içinde bir arpa boyu yol alamıyoruz. Biz böyle hayallerle oyalanırken hayat ayaklarımızın altından akıp gidiyor.
Küresel aktörlerin istediği budur. Kendi elitleri dışındaki toplulukları sürü yerine koyuyorlar. Sürüler düşünmemeli, sadece onlara hizmet için çalışmalı, dönen dolapları anlamamalı, boş hayallerle oyalanmalı. Sürüler sadece taklit etmeli, çılgınca tüketmeli, borç içerisinde kavranmalı, özgün bir sanata, ciddi bir beceriye sahip olanlarsa mutlaka kendi küresel değerlerine boyun eğenler arasından çıkmalı.
Küresel güçlerin pazarladığı her şey o güçlerin saflarını güçlendirmeye hizmet ediyor. Biz de başardığımızı kazandığımızı sanarak oyalanıyoruz ve yıllar sonra perdeler çekilince soyulduğumuzu anlıyoruz.
Bir sır arayana benim verebileceğim sır iki kanattır: Hikmetine uygun şekilde üretmek için çalış ve gerektiği gibi dua et. İste ve hakkıyla çırpın. Dua ve çalışma başarı güvercininin iki kanadıdır.
Hayatta yeterince başarılı olabilecek misiniz? İnsanların dünyasına muhteşem katkılar sunabilecek misiniz? İyi şeyler üretmek istemiyorsanız, yeşeren çekirdek olmak istemiyorsunuz demektir. Öyleyse ya ekildiğiniz toprakta, ya da sizi yiyen bir kuşun midesinde çürüyüp yok olursunuz. Değerinizi beslemek istiyorsanız yapacağınız bellidir:
-Hayatınızdaki tüm gereksiz meşguliyetleri çıkarıp atın.
-Başarının sadece alın terinden geçtiğini onaylayın. Alın terinizi katmadığınız başarının onurunu üstlenemeyeceğini kabul edin.
-Erken kalkın ki dünya erken kalkanların malıdır.
-Asla boş oturmayın. Ne televizyonun, ne bilgisayarın karşısında ne parkta, ne otobüste, ne kuyrukta… Hiçbir yerde bir dakika bile boş durmayın. Boş durmak, faydasız bir iş yapmaktır.
-Boş dakikalarınızda yapabileceğiniz faydalı işler, hobiler listesi oluşturun.
-Yapacak hiçbir iş bulamıyorsanız yürümek, gülümsemek, derin solumak, hatta salonu dağıtıp düzeltmek de bir iştir. Yapacak iş bulamamak imkânsızdır. Çevrede milyonlarca iş varken boş duran kimseyi suçlamasın.
-İlle de işi başkası vermek zorunda değil. Kendinize iş yapın. Siz de bir gün kendi işinize ücret ödeyebilir hale gelirsiniz.
-İşleriniz arasında saat başı 5-10 dakika kaslarınızı gevşetmek ve zihninizi boşaltmak için durun. Ancak en iyi dinlenmenin yolunun da farklı biçimde çalışmak olduğunu unutmamalısınız.
İnsanı çok çalışmak bir yorarsa, boş oturmak on yorar.
Çalışarak ilerleyeceksiniz ve attığınız her adım sizi yeni bir kapının önüne getirecek. Siz ilerledikçe yeni yollar açılacak. Çalışmaya alışmanızın sonunda,
-Akşamınıza gönül huzuru içerisinde uyumaya hazır ulaşacaksınız.
-O günkü iş ve üretim hâsılanız kalbinizi coşturacak.
-Yaşamanın, kendini gerçekleştirmenin evrende varlık, etki ve iz oluşturmanın değerini kavrayacaksınız.
-Sevilen meşguliyetlerle en ciddi hastalıkların bile iyileşebildiğini fark edeceksiniz.
-Vücudunuzdan toksinleri, zihninizden düşünce virüslerini atmış olacaksınız.
-Basit kafalarla ve dedikodularla kıvranan doyumsuz ve tatminsiz insanlarla aranızda uçurumlar oluşacak.
-Üretiminiz ve birikiminiz hızla artacak, başarınız geometrik katlanacak.
-Varlığınız insanlığa rahmet olacak ve vesilenizle çok sayıda insanın ıstırabı dinecek.
Edison’a başarısının sırrını sormuşlar da yüzde birini zekâyla, yüzde doksan dokuzunu çalışmayla ilişkilendirmiş. Çalışmaya köle olan başarıya sultan olur. İşte başarının sırrını açıklayan o ayet: “Bir işten boş kaldın mı hemen diğer işe giriş.” (Kur’an: İnşirah, 7-8)
Çalışmanın coşkusunu keşfetmek muhteşem bir ilahi lütuftur. Şükürsüz gönüller çalışmaktaki lezzetleri tadamıyorlar. Herkesin çalışmanın coşkusunu keşfetmesini dilerim.

kaynak

EVLİLİK

> Evlilik İlişkileri
Evlilik aşkı öldürmeyebilir

Mustafa Kemal Üniversitesi (MKÜ) Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı ve Aile Terapisi Uzmanı Prof. Dr. Asena Akdemir, çiftlerin “ilk günkü aşk”ı, görünüşleriyle davranışlarına dikkat ederek ve bunun için emek vererek sürdürebileceklerini söyledi.

Akdemir, evlilik süresince “ilk gün yaşanan aşk”ın mümkün olduğunu, bunun için kadının da erkeğin de saygı, sevgi, dayanışma, paylaşım ve nezaket kurallarına uyarak özveride bulunması gerektiğini vurguladı.

Bazen arkadaşlıkla başlayan, bazen de görücü usulüyle gerçekleşen birçok evlilikte, ilerleyen süreçlerde çiftlerin büyük sorunlar yaşayabildiklerini hatırlatan Akdemir, şöyle devam etti:

“Arkadaşlık döneminde bireysel bakımlarına önem veren çiftler, evlendikten sonra 'evlendik her şey bitti' mantığı ile hareket ediyor. Kadın da, erkek de eşi için değil, sokağa çıkarken kendine özen göstermeye başlıyor. Örneğin dışarı çıkarken parfüm sıkmaya, dişini fırçalamaya ve güzel giyinmeye özen gösteriyorlar. Evin içinde ise çiftler birbirlerine fazla önem vermiyor ve bu nedenle kişisel bakımlarını da yapmıyorlar. Oysa çiftler, her gün yeni bir aşka başlıyormuş gibi emek harcanmalıdır. Görünüş ve davranışlarına başkaları için olduğu kadar eşi için de önem vermelidir.”

Tanışma döneminde birlikte gülen, ağlayan, birbirleriyle sürekli konuşan çiftlerin, evlendikten sonra adeta “iki yabancı”ya dönüşebildiğini vurgulayan Akdemir, “Evlilik sonrasında çiftler iletişim eksikliği ve birbirlerine vakit ayıramadıkları için sorun yaşıyor. Evlilikte kadınların televizyon dizileri, erkeklerin maç izlemesi dışında bir hobisi kalmıyor. Oysa, çiftler ortak hobiler bularak birbirleri ile doyurucu vakit geçirerek iletişimsizlik sorunundan kurtulabilirler” diye konuştu.

FİTOTERAPİ

Geleceğin tedavisi bitkisel ilaçlarda...


Ege Üniversitesi (EÜ) Eczacılık Fakültesi'nde konuşan Prof. Dr. Bijen Kıvçak, fitoterapinin (bitkisel ilaçlar) geleceğin tedavi yöntemi olduğunu söyledi.






1996 yılında başlayan fitoterapi kursları, ilkbahar ve sonbahar olmak üzere yılda iki defa düzenleniyor.

Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı tarafından düzenlenen kursa bütün hekim, veteriner ve eczacılar katılabiliyor. Bugüne kadar bin 500'den fazla kişinin katıldığı kurslarda, EÜ Eczacılık Fakültesi öğretim elemanları tarafından fitoterapinin tarihî gelişimi, kullanım alanları ve tedavi şekilleri hakkında bilgiler veriliyor.

Kursta konuşan Prof. Dr. Kıvçak, fitoterapinin dünyada yaklaşık 50 yıldır kullanılan bir tedavi yöntemi olduğunu, ama Türkiye'de son 10 yıldır aktif olarak kullanıldığını belirtti. Kıvçak, "Dünyada fitoterapiye konvansiyonel, yani kimyasal ilaç tedavisine alternatif olarak bakılıyor. Çünkü tamamen doğadaki bitkisel kaynaklardan elde edilen ilaçlarla uygulanan bir yöntem. Bu yüzden geleceğin tedavi yöntemi olarak görülüyor. Ticari pastası da aynı oranda büyük olan fitoterapiyle tedavi 2002 yılında 6.8 milyar dolarlık bir paya sahip oldu. Fitoterapi ilaçları özellikle Avrupa ülkelerinde tüketiliyor. Piyasanın büyük bir kısmını da yine Avrupa ülkeleri elinde tutuyor" dedi.

Avrupa'da eczacılık fakülteleri tarafından fitoterapi derslerinin uzun yıllardır verildiğini anlatan Kıvçak, "Türkiye'de ise bu dersler 6 yıldır veriliyor. Açığı kapatmak için üniversitelerin eczacılık fakülteleri ve Türkiye Eczacılar Birliği kurs, konferans ve seminerler düzenliyor" diye konuştu.

Prof. Kıvçak, Türkiye'de market ve pazarlarda bulunan bitkisel çayların tamamen kontrolsüz satıldığını ve içildiğini belirterek, bu durumun tedavi yerine bazı rahatsızlıklara yol açabileceğini söyledi. Bunun sebebini fitoterapinin yeterince bilinmemesine, daha da kötüsü önemsenmemesine bağlayan Prof. Dr. Kıvçak, ayrıca kendilerine halk hekimi veya Lokman hekim diyen bazı kişilerin, hiçbir tıbbi bilgisi olmadan hastalara bitkisel karışımlar verdiğini, bunlarınsa birçoğunun hastayı iyileştirmek yerine daha kötü yaptığını ifade etti.

Türkiye'nin fitoterapi kaynaklar konusunda çok şanslı ülkelerden biri olduğunu ifade eden Kıvçak, "İklimin çeşitli olması itibariyle fitoterapide kullanılabilecek çok sayıda bitki çeşidi var ve bunların birçoğu şu anda tıpta kullanılıyor, ama biz bunları tam verimli kullanamıyoruz. Avrupa'ya kök, dal veya yaprak olarak sattığımız bitkilerimizi, pahalı ilaçlar olarak geri alıyoruz. Bunu engellemek için araştırma enstitüleri ve laboratuvarlar kurulması gerekir. Bu sayede dışarı bağımlı olmaktan kurtulmuş oluruz" dedi.

Prof. Kıvçak, doktor ve eczacı birliklerinin bir araya gelerek fitoterapi yöntemini tanıtması ve bu konuda basının da doğru yönlendirilmesi gerektiğini söyledi.



VAKİT




Recai YAHYAOĞLU - dryahyaoglu@hotmail.com 2007-02-17

TEHLİKENİN FARKINDAMIYIZ ?

Bizi hasta etmeyen hiçbir şey yokmuş

Kimya mühendisi Mennan Kuzanlı Nasıl Zehirleniyoruz? Nasıl Korunuruz? adlı kitabında halıdan deterjana, saç jölesinden tıraş kremine kadar birçok ürünün taşıdığı riskleri anlatıyor.

Günlük hayatımızda kullandığımız neredeyse her şeyin hastalık sebebi olabileceğini söyleyen Kuzanlı, kitapta bu riskleri bertaraf edebilmek için doğal ürünlerden yapılan tarifler de veriyor


Kimya mühendisi Mennan Kuzanlı’nın Dharma Yayınları’ndan çıkan Nasıl Zehirleniyoruz? Nasıl Korunuruz? adlı kitabı şaşırtıcı olduğu kadar ürkütücü bilgilerle dolu. Öyle ki yediğimiz gıdalardan, oturduğumuz koltuğa, kullandığımız deodoranttan saç kurutma makinesine kadar her şey neredeyse sağlığımızı bozmak için üretilmiş. Aslında günlük yaşamda hiç fark etmediğimiz davranışlarımızın bizi amansız hastalıklara sürükleyeceğini bilmek pek de iç açıcı görünmüyor. Ama Kuzanlı kitabında risklerden nasıl korunabileceğimizi de anlatıyor. Örneğin çamaşırları beyazlatmak için kullandığımız ürünlerin kanserojen etkilerinden bahsediyor ve bu etkilerin ortaya çıkmaması için doğru kullanım şeklini anlatıyor. Hatta ‘Aman riskliyse ben hiç kullanmayayım’ diyenlere de alternatif doğal tarifler veriyor.

TEHLİKENİN FARKINDA DEĞİLİZ

Kimya mühendisliğinin bu alanda yaptığı araştırmaları anlamakta kendisine çok yardımcı olduğunu söyleyen Kuzanlı, değil kimya eğitimi alan, tıp eğitimi gören ve ileride toplum sağlığı ile birebir ilgilenecek olan gençlere dahi sağlığın nasıl korunabileceği, çevrenin nasıl sağlıklı olabileceği konularında yeterli derecede bilgi verilmediğini düşünüyor. Kuzanlı ‘Hatta bu eğitim ve bilgilerin üniversite seviyesinde değil, çocukluk döneminden itibaren aile içi ilk eğitimlerde verilmesi gerektiğine inanıyorum. İnsanlar yaşamları süresince hem kendilerine zarar verecek şekilde yanlış besleniyorlar hem de on binlerce değişik cins zehirli kimyasal ile bir arada yaşamanın ve bu ürünleri yaşamlarının bir parçası haline getirmenin nelere mal olabileceğinin farkına varmadan yaşamlarını sürdürüyorlar’ diye konuşuyor.

TESADÜF DEĞİL

Kuzanlı bilimsel verilerden oluşan kaynakların yanı sıra kişisel tecrübelerinin de kendisini bu alana ittiğini söylüyor. Kuzanlı bugüne kadar maruz kaldığı tehlikelerden nasıl etkilendiğini şöyle anlatıyor: ‘Kimya mühendisliğinden mezun olduktan sonra ilk işim, tarım ilaçları üreten bir fabrikada üretim mühendisliği idi. Yaklaşık beş yıl son derece toksik ve kanserojen kimyasallarla iç içe geçti. Sonraki yıllarda tekstil ve deri sanayi gibi toksik kimyasallar ile çalışan sektörlerde görev aldım. Geçtiğimiz temmuz ayında yapılan yıllık rutin kontrol sonucunda, prostat kanseri olduğumu söylediler. Sonunda bir operasyonla prostata veda ettim. Bu süre içinde geriye dönük olarak neden hasta olduğumu düşündüm. Son altı yıldır yapabildiğim kadarıyla toksinlerden uzak kalmaya gayret etmiştim ama o kadar iç içeyiz ki yeteri kadar uzak kalmanız mümkün değil. 68 yaşında kanser geldi beni buldu ve bana göre sebebi tesadüf değildi. Önceki yıllardaki yaşam tarzım ve maruz kaldığım kanserojen kimyasal maddeler ve halen yaşadığım daha doğrusu hep beraber yaşadığımız kirli çevre, kirli atmosfer, kirli yiyecekler, kirli tüketim malzemeleri yeterli etkenler. Umarım bu kitabı okuyanlar, okumayanlara da ‘zehirlenmekten nasıl korunacakları’ konusunda yardımcı olabilir.’


Kuru temizlemeden aldığınız kıyafeti açık havada bekletin


MENNAN Kuzanlı kitabında özellikle temizleme maddeleriyle ilgili birçok riskten söz ediyor. İşte bu maddelerden bazılarının içerdikleri riskler ve bunlara alternatifleri...



Halı ve döşeme şampuanları: Birçok üründe kanserojen olan perkloretilen ve naftalen ile etanol, amonyak gibi aşırı toksik maddeler kullanılır. Ne yapmalı? Halınızın öncelikle kuru ve rutubetsiz olması gerekir. Halının üstünü pişirme sodası veya boraks ile kar yağmış şekilde örtün. Yarım saat sonra elektrik süpürgesiyle süpürün.

Bulaşık makinesi deterjanları: Bu ürünlerin birçoğu su ile temas ettiğinde aktive olarak toksik klor gazı çıkarır. Ne yapmalı? İki yemek kaşığı pişirme sodası ile iki yemek kaşığı boraksı karıştırarak kendi deterjanınızı yapabilirsiniz.

Cam temizleyiciler: Birçoğunun bileşimi amonyak ve boyadan ibarettir. Sprey şeklinde olanları havada zerrecikler halinde amonyak yoğunlaşmasına neden olacağından daha tehlikelidir. Ne yapmalı? Boş bir sprey şişesine yarı yarıya su ve sirke koyarak camlarınızı bu sıvıyla temizleyin. Yine bir buçuk kaşık sıvı sabun, üç kaşık beyaz sirke ve iki bardak su da sprey şişesinde çalkalandıktan sonra kullanılabilir.

Kuru temizleme: Uygulamada genellikle perkloretilen adında buharı solunduğunda kanser, karaciğer hasarı gibi önemli hastalıklara sebep olabilecek kimyasal bir madde kullanılır. Ne yapmalı? Eşyalarınızı kuru temizlemeden alınca ilk iş açık havada bekletmek olmalı. Bu süre birkaç gün olabilir.


Pişirirken çelik, yerken boyasız porselen tercih edin


NASIL Zehirleniyoruz? Ne Yapmalı? kitabında satın alırken hangi üründe hangi maddeye dikkat etmemiz gerektiği yer alıyor. Örneğin porselen yemek takımı alırken parlak sırlı veya boyalı takımların ne kadar kurşun içerdiğini bilemeyeceğimizi söyleyen Kuzanlı, bu tür ürünlerin riskli olabileceğini belirtiyor. İşte kitaptan birkaç hayati örnek...

Pişirme kabı alırken dökme demir, paslanmaz çelik, ısıya dayanıklı cam kaplar seçin.

Çocuğunuza oyuncak alırken tahtadan yapılanları ve boyasızları tercih edin.

Tıraş kremi ve sabun alırken içeriğinde aloevera, vitamin E, çay ağacı yağı, nane, lavanta gibi doğal içerikli olanları alın.

Diş macunu alırken içinde polysorbat 60 ve 80 olanlara dikkat edin.

Duvar kağıdı seçerken plastik olmayanı tercih edin ve su esaslı yani suda eriyen yapıştırıcılar kullanın.

Evinizde zemin döşemesi olarak masif ahşabı tercih edin.

ESRA CENGİZ

Star Gazetesi

MASAJ

» Klasik Masajın Etkileri


Masajın vücut üzerindeki direkt ve in direkt etkileri, vücut örtüsüne uygulanan manipülasyonların, yani ellerle verilen dokunma, bastırma, germe, esnetme ve titreştirme biçimindeki mekanik uyarıların tepkileridir. Tepki.deride, derialtı dokusuna, kaslarda ve damarları sinir ağında yerel oluşabileceği gibi; refleks yolla başka bölgelere, örneğin iç organlara da aktarılabilir. Vejetatif sinir sisteminin uyarılması da genel etki kompleksi kapsamındadır. Masajın etkileri, fiziksel, fizyolojik ve psikolojik etmenlerin bileşkesi olarak değerlendirilir. Deri üzerinden ellerle verilen basınç ve germe biçimindeki ritmik mekanik uyarılarla sıkıştırılan ve gerilerek esnetilen deri, deri altı dokuları ve kasların yapılarındaki sinir uçları (reseptörler) uyarılır. Ayrıca, dokuların yapılarındaki kan ve lenf damarları da bu fiziksel uyarılardan etkilenir; arteriyel, venöz, kapiller ve lenf dolaşım canlanır.

Vücut sistemleri üzerindeki etkiler şöyle derlenebilir.

1. Dolaşım Sistemi Üzerinde Etkiler
Klasik masajın kan ve lenf dolaşımı üzerine etkileri .deneysel ve klinik araştırmalarla kanıtlanmıştır. Vücut örtüsüne kalp yönünde uygulanan yeterli dozdaki öfloraj ve petrisajla, lenf ve venöz sistem uyarılarak dolaşımı aktive edilir (damarsal etki). Bölgedeki kan akımındaki canlanma aletsel olarak da gösterilebilir. Damarlardaki akışın canlanmasıyla. dokularda sıvı değişimi hızlanır, dokular daha bol besi maddesi ve oksijen alabilir, metabolizma artıkları bulundukları yerden daha çabuk uzaklaşabilir.
Damarların çevresinde bulunan otonom sinir ağının: uyarılmasıyla da damarlarda refleksif bir genişleme olur. Yani, kan akımındaki hızlanma salt yumuşak bir hortum içinde ki sıvının sıvazlanarak ilerletilmesi demek değildir!

2. Kas1ar Üzerine Etkiler
Çok kez sanıldığı gibi, masajla ne kas hacmi artırılabilir ne de kas güçlendirilebilir. Kasları kuvvetlendirmenin tek yolu, düzenli aktif çalışmalar, yani egzersizlerdir. Masaj; ancak kasların işlevsel yeteneklerini yeniden kazandırılmasında yardımcı olarak kasların güçlenmesine katkıda bulunabilir:

* Yorgun kas masajla, salt dinlenmeyle geçirilen süreye oranla çok daha çabuk dinlenip gevşeyebilir.

* Masaj yapılan kaslar; dolaşımların canlanmasıyla daha iyi beslendikleri için yaralanmalara karşı daha dirençlidirler; aşırı zorlanma daha iyi uyum sağlayabilirler.

* Kan akımının hızlanmasıyla süt asidi vb. metabolizma artıklarının oluşturdukları yerden taşınmalarıyla birikim önlenir; germe, esnetme ve titreştirme manipülasyonlarıyla hipertonik kaslar gevşetilip, esnetilebilir. Nitekim, klinik çalışmalarımızda hipertonik kasın, bireyden bireye değişmek üzere, 7-8 seans sonra el altında birden bire gevşediğini görüyoruz:

* Masaj, yetersiz harekette, yaralanmalarda ve felçlerde olası kas erimesini, atrofiyi önlemez, ama sertleşme,fibröz doku oluşumu ve kasılmalar bilinçli bir masajla engellenebilir. Kas ve eklemlerde değişik nedenlere bağlı hareket kısıtlamalarında egzersizlerden önce masaj uygulanırsa egzersizler daha kolay ve rahat yapılabilir.

3. Sinirler Üzerine Etkiler
Kopmuş bir sinirin masajla yeniden oluşturulması (rejenerasyonu) söz konusu değildir. Ancak, sinir ve çevre dokularının kan dolaşımının aktive edilmesi, metabolizmanın yükselmesiyle rejenerasyon hızlandırılabilir.

4. Dinlendirici, Gevşetici-Psikosedatif Etki
Genel masajda uyuklama, solunumun derinleşmesi; masajdan sonra yorgunluğun, bitkinliğin kaybolması, kişinin zindeleşmesi, masajın çevresel ve merkezi sinir sistemi üzerine olumlu etkisinin somut belirtisidir.Masajın en tipik psiko-sedatif etkisi, çocuklarda olsun, büyüklerde olsun okşama-sıvazlamadır.! Bu nedenle de masörün kişiliği yaklaşımı, sonucu büyük çapta etkiler.

5. İç .Organlar Üzerine Etkiler
Vücut örtüsünde belli bölgelerin değişik yöntemlerle uyarılmasıyla bazı iç organ hastalıklarına etkili olunabilmektedir. Nitekim mide ağrılarında, safra kesesi sancılarında, karında gaz oluşumlarında, sırtta belli bölgelerin ovulmasıyla rahatlama olduğu halk arasında bilinir (masajın uzak etkisi!} İç organların vücut örtüsünde refleksif yolla ilişkili bulunduğu alanların haritası bile çıkarılmıştır (Head Bölgeleri). "Bağ Dokusu Masajı" ve ''Ayaklarda Refleks Alanlarının Masajı" bu bölgelere uygulanmaktadır. Uzakdoğu kökenli Akupunktur; akupressur ve shiatsu ile de iç organlara etkili olma amaçlanmaktadır.

6. Ağrı Dindirici Etki
İnsanın, ağrıyan acıyan yerini içgüdüyle ovuşturması, masajın tipik ağrı giderici etkisidir. Uzun bir yürüyüş sonunda ya da zorlu bir işten sonra ağrıyan bacak ve kol kaslarının ovulması ya da ovdurulmasının anlamı da budur. Yara1anmanın olmadığı salt gerginlik ve kasılmaya, spazma bağlı kas ağrılarında neden, kasılan kas içindeki damarların sıkışarak daralmasıyla kasın yeteri kadar oksijen alamamasıdır. Bu gelişme tıpta ağrı kısır döngüsü olarak bilinir. Bu kısır döngüyü kırmak, kasa gerekli oksijeni gönderebilmek için spazmın kaldırılması, kan dolaşımının düzenlenmesi gerekir. Masajla hem spazm çözülebildiği, hem de kan dolaşımı artırılabildiği için ağrı geriler.

Ayrıca, ağrı duygusunu indirgeyen ağrı eşiğini yükselten maddelerin (endorfin vb.) salgılanmasını bilinçli ve düzenli masajla artırıcı fizyolojik bilgi ve teknik eğitim gereklidir. Bu da ancak özel masaj okullarıyla sağlanabilir. Ülkemizde maalesef bir tek özgün masaj okulu yoktur. Türkiye sınırları içindeki tüm masörlerin ve masözlerin neyi ne kadar bildiklerini, ne yaptıklarını ehliyetlerini, Sağlık Bakanlığı dahil kimse bilmez!

Klasik Masajın Etkileri
Hazırlayan : Dr. Necdet Tuna





Recai YAHYAOĞLU - dryahyaoglu@hotmail.com 2004-08-07

HATIRLATMA

>KOZMİK BEDEN TEMİZLİĞİ NEDİR VE NASIL HAZIRLANIR?
KOZMİK BEDEN TEMİZLİĞİ - DETOKS UYGULAMA ŞEKLİ

Nestle süt tozunda zehirli madde

Tayvan, merkezi İsviçre'de bulunan ve Çin'de üretilen Nestle marka süt tozunda, az miktarda zehirli madde bulunduğunun tespit edildiğini açıkladı.

Tayvan Sağlık Bakanı Yeh Chin-chuan, süt tozlarının, Çin'in kuzeydoğusunda bulunan Heilongjiang eyaletinde üretildiğini, geçici önlem olarak süt tozlarının raflardan kaldırılacağını belirtti.

Tayvanlı bakan, az miktarda zehirli madde bulunan süt ürünlerine izin verip vermeme konusunda karar almak için ABD, Japonya, Avrupa ve Dünya Sağlık Örgütünden gıda güvenliği uzmanlarına danışacaklarını ifade etti.

Çin'de, zehirli madde bulunan sütler, 4 bebeğin ölümüne, 50 binden fazla çocuğun hastalanmasına neden olmuştu.

AA

Anne sütü anneler için de faydalı

Anne sütü anneler için de faydalı

Bebekler için faydaları her fırsatta dile getirilen anne sütünün, anneler için de büyük yararları olduğu belirtiliyor.

Özel Jimer Hastanesi doktorlarından Op. Dr. Gülin Okan, bebekteki gelişimi olumlu etkilediğini belirttiği anne sütünün, anne için de oldukça önemli olduğunu vurguladı. Anne sütünün bazı hastalıklardan ve enfeksiyonlardan korumaya yardımcı etkilerinin olduğunu belirten Op. Dr. Okan, şöyle konuştu: "İçerdiği koruyucu maddeler nedeniyle anne sütü alan bebeklerde kulak enfeksiyonu, allerjiler, kusma, ishal, bronşit, bronşiolit, menenjit daha az sıklıkta görülür. Anne sütünün içeriği bebeğin değişen ihtiyaçlarına göre değişim gösterir. Sütün sabah ve akşam içeriği farklıdır. Bebek prematüre doğmuşsa prematüre bebeğin ihtiyaçlarına göre farklılık gösterir. Bebek için sindirilmesi en kolay olan besindir. Bu nedenle bebekler daha sık beslenmek ister ve daha iyi kilo alırlar. Ayrıca karın ağrısı, gaz sancısı ve kabızlık daha az sıklıkta görülür. Anne sütü alan bebeklerde 'ani beşik ölümü sendromu (SIDS)' daha az sıklıkta görülür. Temas, sıcaklık ve yakınlık sağlayarak emzirme ile anne ve bebek arasında özel bir bağ oluşur. Bebeğin ruhsal gelişimi için faydalıdır. Emzirme çene ve dişeti gelişimi için de oldukça faydalıdır."

Anne sütünün bebekle birlikte anne için de faydalı olduğunu belirten Okan, "Annede bulunan süt, annenin kalori yakmasını sağlayarak doğum öncesi kilosuna dönmesine yardım eder. Yumurtalık ve göğüs kanseri riskini azaltır. Kemik yoğunluğunu artırır. Adet kanamalarının başlamasını geciktirir. Doğum sonrası uterusun normal boyutlarına dönmesine yardım eder" dedi.

Bebek emziren anneler aldıkları her şeyin anne sütü aracılığı ile bebeğe geçeceğinin farkında olması gerektiğini belirten Okan, şöyle devam etti: "Emzirme süresi boyunca anne ilaç kullanma gereği duyuyorsa bunu mutlaka doktoruna danışmalıdır. Bazı ilaçlar bebekler için zararlı olabilir. İlaç almak gerekiyorsa emzirdikten hemen sonra alınmalıdır. Alkol kullanımı tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Sigara içilmemeli ve bebekle aynı ortamda sigara içilmesine izin verilmemelidir. Kafein içeren içeceklerden uzak durulması gerekir çünkü kafein bebekte uykusuzluk, sinirlilik yapabilir, iştahsızlığa neden olabilir. Kola ve asitli içeceklerden uzak durulmalıdır. Bununla birlikte bazen bebeklerin inek sütüne karşı allerjisi olabilir. Bu durumda bebek emdikten birkaç dakika veya birkaç saat sonra başlayan ishal, döküntü, huzursuzluk veya gaz oluşabilir. Bebeğinizin inek sütüne allerjisi olup olmadığını anlamak için 2 hafta süreyle tüm inek sütü ürünleri (inek sütü, peynir, yoğurt) anne diyetinden çıkarılmalıdır."

Okan, özellikle 1 - 7 Ekim Emzirme Haftası'nda yapılan bilgilendirmeler ile annelerin bu konuda bilinçlendirilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Cihan

Yoyo sendromu

Sık kilo alıp vermenin, bağışıklık sistemini zayıflattığı ve metabolizmayı yavaşlattığı bildirildi.

Beslenme ve diyet uzmanı Lale Sağlık, sık kilo alıp vermeye bağlı metabolizmanın yavaşlamasının ''Yoyo Sendromu'' olarak adlandırıldığını belirterek, ''Bu sendrom adını bir oyuncaktan alıyor. İpe sarılı ensiz makara biçimindeki oyuncakta bir ileri bir geri giden top benzeri kiloların bir alınıp bir verilmesiyle birlikte seyrediyor'' dedi.

Bir çok kişinin kış mevsimine girerken ilkbahar ve yaz aylarında verdiği kiloların tamamına yakınını geri almaya başladığından şikayetçi olduğunu belirten Sağlık, sık kilo alıp vermenin bir süre sonra metabolizmaya zarar verdiğini kaydetti. Bu durumun diyet programlarında hedeflenen düzenli ve kalıcı kilo kaybını olumsuz etkilediğini dile getiren Sağlık, ''Önceleri masummuş gibi gözüken bu durum zaman içerisinde bir kısır döngüye dönüşmekte ve diyetle hedeflenen başarı oranını düşürebilmektedir'' diye konuştu.

Sağlık, ''Yoyo Sendromu''na, başta dış görünüş için kilo verme arzusuna dayalı estetik kaygılar, kısa sürede hızlı kilo verme amacıyla uygulanan bilinçsiz ve kişiye özgü olmayan diyetlerin neden olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:

''Özel günler için (doğum günü, düğün, tatil gibi) kısa sürede hedef kiloya yanlış diyetlerle kavuşup sonrasında ulaşılan kiloyu koruyamamak da en sık görülen nedenler arasında yer alıyor. Bunun dışında, uzman kontrolünde sağlıklı bir şekilde hedeflenen ağırlığa ulaştıktan sonra, sağlıklı beslenme önerileri alışkanlık haline getirilmediği ve aniden eski beslenme alışkanlıklarına dönüş yapıldığı için kilolar tekrar geri alınabiliyor.

Bilinçsizce kullanılan zayıflama ilaçları, bireyin kilo verdikten sonra yaşadığı psikolojik durum değişiklikleri de dengesizliğe yol açabiliyor.''

Sağlık, sık kilo alıp vermenin genellikle 20-40 yaş arasındaki kadınlarda estetik kaygısına bağlı olarak ortaya çıktığını söyledi.


-''VÜCUDUN YAĞ DOKUSUNUN ARTIYOR''


Sık kilo alıp vermenin ciddi sağlık sorunlarına neden olabileceğini belirten Sağlık, ''Bireyin metabolizma hızının yavaşlamasına, vücudun yağ dokusunun artarak kas, su ve yağsız doku oranının azalmasına, sık ve kısa sürede kilo alıp vermeye bağlı olarak bireyin bağışıklılık sisteminin zayıflamasına yol açabiliyor ve hastalıklara karşı vücut direncini zayıflatabiliyor'' diye konuştu.

Sağlık, bilinçsiz ilaç kullanımı sonucunda ''kalpte ritm bozuklukları, sindirim sistemi bozuklukları, kan basıncının yükselmesi, menstruasyon düzensizliği, psikolojik durum bozukluklarının (sinirlilik, gerginlik, anksiyete gibi )oluşumu, kişinin kilo verdikten sonra kazandığı özgüven duygusunu yitirmesi'' gibi fiziksel ve psikolojik etkilerin de görülebildiğini kaydetti.


-''ÜÇ TEDAVİ BİRLİKTE UYGULANMALI''

''Yoyo sendromu'' sonrasında kişide oluşan fiziksel ve psikolojik harabiyet karşında çeşitli tedavilerin yapılabileceğini ifade eden Sağlık, ''Diyet tedavisi, fiziksel aktivitenin artırılması, davranış değişikliği tedavisi, gerekli durumlarda ilaç tedavisi ve cerrahi tedavi uygulanabilir'' dedi.

Sağlık, tedavinin başarılı olabilmesi için ilk üç tedavinin birlikte uygulanmasının faydalı olacağını söyledi.

''Yoyo sendromu'' sonrasında uygulanacak diyetin başarısının, hiç diyet yapmamış bir kişiye uygulanan diyet programına göre daha zor olduğunu ifade eden Sağlık, ''Bu kişilere uygulanacak diyet tedavisinin başlıca amacı, vücut ağırlığını istenilen düzeye indirmek, kişinin besin ögesi gereksinimlerini yeterli ve dengeli oranda karşılamak, yanlış beslenme alışkanlıklarını ortadan kaldırmak, sürekli kilo kontrolünü sağlamak ve uygulanan diyet programını bir yaşam tarzı haline getirerek ulaşılan ideal ağırlığı kalıcı kılabilmek adına da en az bir yıl bu değeri korumaktır'' diye konuştu.

(aa)

Sunday, September 28, 2008

öğrenme tarzımız

Eftal ORHAN´ın İnternethaber.com da yayınlanan yazısı.
Bir sınavda soruları çözerken, çoğunlukla o sorunun kitaptaki sayfasının resmi mi zihninize gelir, hocanın o derste o konuyu anlatırken söyledikleri mi (ya da sizin ders çalışırken kendi kendinize içinizden veya dışınızdan seslendirerek yaptığınız tekrarlar mı), yoksa o konuyu çalışırken aldığınız notlar veya çıkardığınız özet bilgiler mi gelir?

Eğer o konunun sayfadaki resmi aklınıza geliyorsa görsel öğrenme stratejisine sahipsiniz demektir.

Hocanın o dersi anlatırken söyledikleri veya sizin o konuyu çalışırken içinizden veya dışınızdan seslendirerek yaptığınız tekrarlar aklınıza geliyorsa işitsel öğrenme stratejisine sahipsiniz demektir.

Derste, defterinize yazdığınız yazılar veya evde o dersi tekrar çalışırken çıkardığınız özetler, konu ile ilgili çözdüğünüz sorular aklınıza geliyorsa dokunsal (knestetik) öğrenme sistemine sahipsiniz anlamına gelir.

Beyin dışardan gelen verileri, ya görüntü (resim) olarak, ya ses (kelime) olarak ya da duygu (olay) olarak kaydeder.

Görüntü olarak kaydeden insanlar görsel, ses veya kelime olarak kaydeden insanlar işitsel, olay da da duygu olarak kaydeden insanlar dokunsal olarak adlandırılır.

Görsel insanlar görüntü, işitsel insanlar ses, dokunsal insanlar kas hafızasına sahiptir.

İnsanların % 75"inde bu üç sistemden ikisi birlikte bulunur, ancak bir sistemi daha baskın kullanır. Ayrıca yalnızca görsel, yalnızca işitsel ve yalnızca knestetik (dokunsal) sistemi kullanan insanlar da bulunmaktadır.

Eğitimde karşılaşılan en önemli sorun, öğrencilerin kendi öğrenme stratejilerini bilmemeleri ve bu strateji ile çalışmamalarıdır.

Aslında, bugün “öğrenme zorluğu var” denilen öğrencilerin çoğu ya dersler, kendi öğrenme stratejilerine göre öğretilmediği için ya da yanlış öğrenme stratejileri ile çalıştığı için öğrenme zorluğu yaşamaktadırlar.

Onlara kendi öğrenme stratejileri tespit edilip bu strateji ile nasıl çalışılacağı öğretildiğinde çok başarılı olurlar.

Bizim eğitim sistemimizde, ne yazık ki daha çok işitsel öğrenme sistemi kullanılmaktadır.

Burada özellikle görsel ve dokunsal öğrenme sistemine sahip öğrenciler ciddi sorunlar yaşamaktadır.

İşin daha kötü tarafı ülkemizde işitsel öğrenme sistemine sahip kişi sayısı diğerlerine göre çok azdır.

Öğretmenler, dersleri çoğunlukla anlatarak işlediğinden görsel öğrenme sistemine sahip öğrenciler kelimeleri resme dönüştürmeye, dokunsal öğrenciler de kelimeleri uygulama ya da bir süreç haline dönüştürmeye çalışırlar. Bu da öğrenmede önemli bir gecikmeye neden olur. Bu gecikme, öğrencilere daha fazla çalışma, zaman ve enerji kaybı ve hatta başarısızlık olarak geri döner.

Eğitim sistemiz, genelde anlatım ve ezbere dayalı olduğu ve özellikle uyguluma çok az olduğundan uygulama ile öğrenen dokunsal öğrencilerde başarısız olma oranı daha yüksektir.

Kolaycı öğretmenler böyle öğrencilere "tembel öğrenci" damgasını yapıştırmayı çok severler.

Daha ilkokul sıralarından başarısız damgasını yiyen öğrenci bu durum karşısında pes ederse ömür oyu bu damgayla yaşamak zorunda kalır. Ya da kendi öğrenme sistemini kendisi el yordamıyla bulur ve başarı merdivenlerini tırmanmaya başlar.

Ülkemizde dokunsal özellik yaygın olmasına rağmen okullarımızda "uygulamalı eğitim" ne yazık ki hemen hemen hiç uygulanmamaktadır.

Görsel öğrenciler dokunsal öğrencilere göre bir miktar daha şanslıdır. Çünkü öğretmenler genellikle anlattıkları konularla ilgili kelimeleri yazmakta, şemaları veya şekilleri çizmektedirler.

Özellikle ÖSS, OKS gibi sınavlara kişi kendi öğrenme stratejisi ile çalışmıyorsa çok ciddi anlama ve hafızada tutma sorunları ortaya çıkar.
Bundan dolayı da “çok çalıştığım halde çok düşük puan aldım, benim kapasitem bu işe yeterli değil” diyen kendine özgüvenini kaybetmiş çok sayıda öğrenci ile karşılaşırız.

İnsanların çoğunda bu sistemlerden ikisi birlikte bulunmaktadır. Ancak biri daha baskındır.

Bu sistemlerden hangisi sizde daha baskınsa o sistemde öğrenmeniz size hem kolaylık sağlayacak hem de etkin ve hızlı öğreneceksiniz.

Aslında, bu sistemlerden hangisinin sizde baskın olduğunu öğrenmeniz sadece öğrenme stratejinizi ortaya çıkarmaz, aynı zamanda yaşam kalıplarınızı da ortaya çıkarır.

Karar verme stratejilerinizi, zamanı algılama şeklinizi, duyguları yaşayış tarzınızı, dahası dünyayı algılayış tarzınızı ortaya koyar.

kaynak

EVLİLİK

Başbakanlığın yaptığı araştırma, ´uyumlu evliliğin´ sırlarını ortaya koydu. Buna göre kadınlar 20, erkekler de 30 yaşından önce evleniyorsa diğerlerine göre daha mutsuz oluyor.



Evlilikte en uyumlu dönem ilk 5 yıl. Beşinci yıldan sonra ise uyumsuzluk ortaya çıkıyor. Kişilikler oturduğu içinse 35 yaşından sonra yapılan evlilikler uyumsuz oluyor...

Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu'nun Hacettepe Üniversitesi'nde görevli 413 evli personel ve eşleri üzerinde yaptırdığı, "Evlilikte Eşler Arasındaki Uyum" araştırmasından çarpıcı sonuçlar çıktı. Doç. Dr. Arzu Şener ve Prof. Dr. Günsel Terzioğlu tarafından yapılan araştırmanın sonuçları şöyle:

Evliliğin ilk 5 yılında uyum en üst safhada. Daha sonra azalmaya başlıyor. 20'nci yıla girene kadar çiftler arasındaki uyum azalıyor, ancak 21 yıldan sonra uyum tekrar artıyor. Uyumun 6-10 yıllık evli olan gruptan itibaren azalmaya başlaması; ailelerin genişleme dönemine girmesiyle ekonomik ve psiko-sosyal sorumlulukların artması veya evliliğin monotonlaşması gibi nedenlerden kaynaklanıyor.

Erken evlilikler henüz kişilerin zevkleri, idealleri, standart ve amaçları şekil almadan, hayat felsefeleri, değerleri kararlılık kazanmadan kurulduğundan bu evlilikler sağlıklı olmuyor, eşlerin kaliteli ilişki ve iletişim kuramayacakları ihtimali ortaya çıkıyor. Evlilikte uyumun en düşük olduğu grup evlilik yaşı 15-19 olanlar. Kadınlar arasında evliliğini 20 ve üzeri yaşlarda gerçekleştirenler, erkeklerde 30-34 yaş grubunda yapanlar diğerlerine göre daha uyumlu çift oluyorlar.

Erkekler kadınlara göre, 'daha uyumlu ilişki yaşıyorum' diyor ve ilişki kalitesini daha iyi bulduğunu belirtiyor. Bu durum, aile içi ilişkilerin yapısından, kadınların aile içindeki statüsünden, evlilikteki beklentilerinin erkeklerden farklı olmasından, ayrıca kadınların evlilikteki sorunları erkeklere göre daha fazla önemsemelerinden kaynaklanıyor.

Gerek kadın, gerekse erkekler arasında ailenin toplam aylık geliri arttıkça evlilik uyumu da artıyor.

21 yıl ve daha uzun süredir evli olanlarda uyumun artması ise çocuklara ilişkin sorumlulukların azalması, düzenli ve oturmuş bir aileye kavuşmuş olma, iletişim ve paylaşım deneyimleri ile hatalara olan hoşgörülerin artması, hedef ve tutumların zamanla birbirine yaklaşmasından kaynaklanıyor. 35'ten sonra kişilikler şekillendiği için ortak bir hayat felsefesi geliştirmek zor görünüyor.

AA

Uyurken yatacağınız yönü iyi seçin

SAĞLIK

Uyurken yatacağınız yönü iyi seçin

Uyurken hangi yöne yatıyorsunuz? Uzmanlar araştırdılar, ölçtüler, biçtiler ve en sağlıklı yatış tarzını belirlediler. İşte yatılacak doğru yön:

Yapılan araştırmalar en sağlıklı uyku pozisyonunun ''Sağ yana yatış'' olduğunu ortaya çıkardı.

En tehlikeli yatış pozisyonunun dili geriye kaçırarak nefes borusunu tıkama riski bulunan sırt üstü yatış pozisyonu olduğunu söyleyen Dr.Kezban Aslan, sırt üstü yatmanın çok tehlikeli olduğunu belirtti. Çukorova Üniversitesi Uyku Laboratuvarı'nın Direktörü Uzman Dr. Kezban Aslan,şunları söyledi:

‘Sağlıklı bir uyku için iyi havalandırılmış mekan, düzgün bir yatak ve normal yükseklikte bir yastık yetmiyor. Çünkü bütün bunların yanında uyurken, sağ yana yatmak gerekir. En sağlıklı uyku pozisyonu ‘sağ yana yatış’ pozisyonudur.

KALP ALTTA KALIYOR

Sol yanda yatıldığı zaman kalp altta kaldığı için fonksiyonlar bozulur. Sağ tarafta yattığınızda bu meydana gelmez, organların etkilenmesi söz konusu değil. Özellikle kalp hastaları sağ yana yatmalı." Her insanın uyuma süresinin farklı olduğunu, bunun 6 ila 10 saat arasında değişebileceğini söyleyen Dr. Aslan, ‘Sırt üstü yattığımız zaman yerçekimine bağlı olarak diliniz ve küçük diliniz geriye kaçar ve nefes borunuzu tıkayabilir. Önce horlama olur, daha sonra nefes durmaları meydana gelerek uyku bozuklukları oluşur. Mümkün olduğunca sağ yana yatılmalı. Çok yüksek olmayan düz bir yastık yeterlidir"dedi.

(aa)

Wednesday, September 24, 2008

12 santim incelten yöntem...

12 santim incelten yöntem...

Dikkat! Verdiğiniz kilolar yağ değil su... Oysa zayıfladım diyebilmek için su değil yağ vermeniz gerekiyor.

Pek çok kişi vücudunun belli bölgelerinde biriken fazlalıklardan diyet yaparak kurtulmaya çalışır. Bu kişiler genelde kilo vermesine şikayetçi oldukları bölgelerdeki fazlalıkların gitmediğinden şikayetçidir.

SORUNUNUZ ZAYIFLAMAK MI İNCELMEK Mİ

Eğer kilo alımında karın, basen, göbek, kalça gibi belli bölgelerde meydana gelen yağlanmalar varsa sadece diyet yapmak işe yaramayabilir. Bu durumda incelme tedavileri dediğimiz yöntemlerden yararlanmak yerinde olacaktır. Hatta bazı insanlar vücut kitle indeksi ölçümüne göre normal kiloda görünmelerine rağmen bölgesel fazlalıklarından şikayetçi oldukları için diyet yaparak bu şikayetleri çözmeye çalışırlar bu durumda hem sağlıksız kiloya inmelerine hem de şikayetlerinden yine de yeterince kurtulamamalarına yol açar.

DiYET PROGRAMI ŞART

Bazı kişilerin sorunu genel kilo fazlası olduğu gibi yağlar ağırlıklı belli bir veya birkaç bölgede toplanmış olabilir; bu durumda, bireylerin vücutlarının yağ-kas-su dengesi, metabolizma çalışma hızı ve iç organ yağlanma oranları tepsit edildikten sonra uygun bir diyet programına başlamaları gerekir. Bununla beraber yine kişilerin vücut tiplerine ve sorunlarına yönelik incelme tedavisi uygulamak incelme, bölgesel zayıflama ve zayıflama yönündeki arayışlarında etkili çözüm olabilecektir. Çünkü estetik sorunlar kişiden kişiye değişmektedir. Kiminde selülit kiminde karın ya da basen fazlalıkları sorunken kimileri sarkma ve gevşeme sorunuyla karşı karşıyadır ki, bu farklı sorunlara uygulanacak farklı tedaviler sorunun çözümünü sağlayacaktır.

KiLO VERMEYE DiRENEN TiPLER

Özellikle zayıflama tedavilerine az yanıt verebilen vücut tipleri vardır. Bunların 5-10 kilo arası fazlalıkları olabilir. Hidrolipodistofiler olarak adlandırdığımız bu vücut tipleri defalarca çeşitli yöntemler ile zayıflamasına rağmen alt taraflarından yeterince incelemeyebilmektedir. Hanımlar ne yazık ki bu durumu kabullenirler. Aslında bu bölgedeki mikro dolaşım bozukluklarını düzeltecek mikroenjeksiyon tedavileri ile mezoterapi ve bazen uygun lenf drenaj programları bu problemleri başarıyla çözebilmektedir. Menopoz öncesi hormon üretiminin azalmasına paralel vücutta fizyolojik değişikler oluşur. Karın ve üstü yağlanır. Bu tipin farklı bir yapısı vardır. Öncelikle bacak içlerinde yumuşak selülitler oluşmaya başlar. Bu döneme kadar böyle bir sorun yaşamamış hanımlar için bu oldukça yeni ve şaşrtıcı bir olaydır ve bundan çok rahatsız olurlar. Şok dalga akupunktur ve geleneksel akupunktur tedavisi bu dönemde yan etkisi olmadan oldukça rahatlatıcı etkileri olan tedavi yöntemidir. Yumuşak selülitlerin tedavilerinde ise mikroenjeksiyon tedavileri veya akustik dalga tedavisi ile oldukça yüz güldürücü neticeler alınmaktadır.

12 SANTiM iNCELTEN YÖNTEM

Genetik olarak erkek vücudunda 18 milyon kadın vücudunda ise 21 milyon yağ hücresi vardır ayrıca kadın bedeni lenfatik dolaşım açısından daha yavaştır. Bunların sonucunda lipogenez yani yağ yapımı da daha yüksek ve kolaydır. Akustik dalga tedavisi bu kısır döngüyü tersine çeviren bir işleyişe sahip.Tedaviyle lipoliz artmakta ve ödem çözülüyor. Cilt sıkılaşması ve yağ doku kaybı nedeniyle özel bir diyete gerek kalmadan bölge başına % 5-12 cm arasında incelme imkanı yaratabiliyor. Aynı mekanizma selülitide tedavi ediyor. Akustik şok dalgaların yüksek enerjisi bu tedavide uygulandığı vücut bölgesinde ciddi sıkılaşma yapıyor.

SUYU ARTIRIP TUZU AZALTIN

Bu dönemin beslenme özelliklerinin başında yeterli protein almak gelir. Genellikle beyaz etler tercih edilmelidir. Yağsız yoğurt veya süt mutlaka belli oranların altında olmamak kaydıyla alınmalıdır. Ancak fazla abartılırlarsa bu defada kolesterol açısından takip edilmelidirler. Bu dönemde dikkat edilmesi gereken diğer bir konu su alımının arttırılması tuz alımının azaltılmasıdır. Genetik olarak erkek vücudunda 18 milyon kadın vücudunda ise 21 milyon yağ hücresi vardır ayrıca kadın bedeni lenfatik dolaşım açısından daha yavaştır. Bunların sonucunda lipogenez yani yağ yapımı da daha yüksek ve kolaydır.

BİPOLAR RADYOFREKANS

Bölgesel zayıflama, incelme ve selülit tedavisinde uygulanan Bi- Polar, radyo frekans yöntemi selülit ve lokal kilo sorununda uygulanmaktadır. Gevşek ve sarkmış dokunun toparlanmasında da önemli etkisi olan tedavi, radyo frekans enerjisi cilt dokusunun altına geçerek cildin derecesini ve ısısını arttırır. Doku altındaki ısı şoku içerden doku içinde yayılarak yağları eritir. Aynı zamanda kan dolaşımı hızlanır. Oksijen artar, karbondioksit ve toksin atılımı başlar.

(Bugün)

Friday, September 12, 2008

HURMA

hurmanın faydalarını biliyor musunuz?

Son yıllarda yapılan araştırmalar, hurmanın kalp damar hastalıklarından ve kanserden korunmada etkin rol oynadığını gösteriyor. Peki, hurmanın faydalarını biliyor musunuz?

Sema Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hayrettin Mutlu, hurmanın lif, mineral ve fenol açısından çok zengin olduğunu ayrıca sodyum, potasyum, magnezyum, kalsiyum, demir, fosfat gibi mineralleri de barındırdığını söyledi. Hurmanın birçok faydası bulunduğunu belirten Mutlu; düzenli olarak tüketildiğinde kansere ve kalp damar hastalıklarına karşı koruyucu özellik taşıdığını sözlerine ekledi.

Hurma;
� Protein içerir.
� Protein, yağ ve karbonhidrat (üçünü bir arada ) içeren tek meyvedir.
� Vücudun yaşlanma belirtilerini azaltır.
� Saf hurma cildi besler, hamilelik ve güneş lekelerini yok eder.
� İçerdiği demir sayesinde, kansızlığa iyi gelir.
� B1, B2 vitaminlerinin bir arada bulunmasından dolayı karaciğeri kuvvetlendirir.
� Boğaz ağrısına, öksürüğe iyi gelir.
� Kansere ve kalp damar hastalıklarına karşı koruyucudur.
� İçerdiği bol fosfor ve kalsiyum ile kemik hastalıklarına karşı koruyucu özellik taşır.

Orucun hurma ile açılması halinde, oruçtan dolayı insanın üzerinde oluşan halsizliği de içerdiği şeker oranı sayesinde hemen gidermektedir.

Sadece Ramazan’da yemeyin, her zaman tüketin!
Hayrettin Mutlu Ramazan sofralarının meyvesi olarak bilinene hurma, hâlbuki her zaman tüketilmesi gereken bir yiyecek. Şeker oranı yüksek olmasına rağmen kilo aldırmayan bir yapıya sahip. Özellikle suda çözünebilir lif içeriği yüksek olması, hurmanın sindirim sistemi rahatsızlıklarını (kabızlık, gaz vb) önlemeye ve gidermeye yardımcı olduğunu ve günlük hayatın getirdiği stres ve yoğun temponun verdiği yorgunluktan kurtulmak için her gün hurma yemenizde fayda var dedi.

haber 7 com

Saturday, August 23, 2008

Yeni doğan bebeklerle fazla temastan kaçının

Yeni doğan bebeklerle fazla temastan kaçının


Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Filiz Bakar, yenidoğan bebeklere çok fazla dokunmanın ve öpmenin enfeksiyon riski taşıdığını vurguluyor.

Yenidoğan bebekler hastalıklara karşı savunmasız oldukları için korunmaları büyük önem taşıyor. Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Filiz Bakar, bebeğin sağlığı açısından aşırı koruma telaşına girmeden bazı konulara dikkat etmenin yeterli olduğunu belirtiyor.

Dr. Bakar, yenidoğan bebeklerin cilt enfeksiyonları açısından risk altında olduğunu vurguluyor:
“Bebekler doğduklarında vernix kazeoza denen ciltlerinde koruyucu bir tabaka ile doğarlar. Bu koruyucu tabaka bebekleri hem ısı kaybından hem de enfeksiyonlardan korur, ayrıca cildini nemlendirir. Bu nedenle bebekleri hemen yıkamayız, doğumdan 3-4 gün sonra yıkanmasını istiyoruz.”

Hastaneden eve götürüldükten sonra bebekle çok fazla temasa geçilmemesini söyleyen Dr. Bakar, “Yenidoğan bebek her türlü enfeksiyona açıktır. Bu nedenle bebeğe çok dokunulmasını, öpülmesini istemiyoruz. Enfeksiyonlu bir kişiden bebeğe enfeksiyon bulaşması kaçınılmazdır. Anne baba dışındaki kişilerin bebeği biraz uzaktan sevmelerini istiyoruz. Bebekle fazla temas edilmemesini istiyoruz. Ayrıca bebeğin bulunduğu evde başka odada bile sigara içilmemeli” diyor.

Her gün yıkamak iyi gelir!

Bebeğin ne çok sıcak ne de çok soğuğa maruz kalmaması gerektiğinin altını çizen Doç. Dr. Filiz Bakar, bebek giyimi ile ilgili şunları söylüyor:

“Bebekleri aşırı koruma eğilimi çok yaygın. Bebekler refleks olarak da sık hapşırırlar, bu durum aileyi üşütmüş olabileceği konusunda tedirgin eder ve bebek kat kat giydirilir. Aşırı giydirilme de bebeği huzursuz eder, terler, isilik oluşumunu kolaylaştırır. Oysa çok sıcaklarda tek kat giysi yeterli olabilir. Oda sıcaklığı bebek giyinik iken 22-23 derce civarında olmalıdır. Oda çok sıcak ise klima kullanılabilir, ancak bebek direk klima havasına maruz kalmamalıdır.”

Bebeğin sıcak havalarda her gün yıkanmasını önerdiklerini de belirten Dr. Bakar, “Bebeğin cildi zarar görmesin diye her gün sabun ve şampuan kullanmak yerine bir gün sadece suyla, diğer gün sabunla yıkanabilir. Alt temizliğini de dikkatli yapmak gerekiyor. Bebeklerin altını temizlerken ıslak mendilleri birtakım allerjen maddeler içerdiği için önermiyoruz. Ilık suya batırılmış pamuk ile temizlenmesini tercih ediyoruz, kız bebeklerde ise özellikle temizliğin arkadan öne doğru yapılmasını öneriyoruz” diyor.

Öneriler
- Alt temizliği ıslak mendil yerine ıslatılmış pamukla yapılmalı.
- Bebek odasının ısısı 22-23 derce civarında olmalı.
- Evde sigara içilmemeli
- Enfeksiyon riski açısından bebekler çok sık öpülmemeli.
- Bebeğin çamaşırları sabun tozu ile yıkanmalı.
- Bebeğin rahatlaması açısından sıcak havalarda her gün yıkamalı ancak her gün şampuan ve sabun kullanılmamalıdır. Onun yerine bir gün sadece su, bir gün de şampuan kullanılmalıdır.
- Bebekler güneş ışınlarının dik geldiği öğlen saati dışındaki zamanlarda 15 dakikalık sürelerle cam arkasından gelen güneşe değil, direkt güneşe çıkarılmalı.

kaynak: haber 7

Friday, August 22, 2008

Evde Çocuğu bekleyen 14 tehlike

Eviniz çocuklar için emniyetli mi? Evinizde onları kaç tehlikenin beklediğini biliyor musunuz? Küçük yaramazları ev kazalarından nasıl koruyabilirsiniz?

Eviniz çocuklar için emniyetli mi? Küçük yaramazları ev kazalarından nasıl koruyabilirsiniz?

ABD’de yapılan bir çalışmada ev kazalarının % 79’unda anne-baba ve çocuk ayrı odalardayken meydana geldiğini ortaya koyuyor. Uzmanlar soruyor eviniz çocuklar için emniyetli mi?

VKV Amerikan Hastanesi Uzm. Dr. Önder Çerezci Fizik Tedavi Ve Rehabilitasyon Klinik Şefi çocukları ev kazalarından korumak için önemli tavsiyelerde bulunuyor. İşte o tavsiyeler

Yapılan çalışmalar göstermektedir ki birçok çocuk kazalarından ergonomik yetersizliklerin önemli bir rolü vardır. Ancak çoğu çocuk kazası bu açıdan ciddi bir değerlendirmeye alınmamakta, ayrıntılı bir kaza analizi yapılmamaktadır. Günümüzde bu tip kaza analizleri önemli ergonomik çalışmalar arasındadır.

Burada yapılan bir çalışma detayından bahsetmek istiyorum.

ABD’de yapılan bir çalışmada telefonla yardım için bildirilen 86 zehirlenme olayı üzerine bir çalışma yapılmış. Kazaya uğrayan çocuğa ürün, çevre ve iş açısından değerlendirme yapılmış. Kurmanların hepsi 5 yaşın altında bulunmuş ve şu ip uçlarına ulaşılmıştır.

1. Vakaların % 79’unda anne-baba ve çocuk ayrı odalardayken kaza oluşmuştur,

2. Vakaların % 93’ünde kaza çocuğun kendi evinde meydana gelmiştir,

3. Vakaların % 89’unda çocuklar yakından ilgilenilmeye gerek duyulmayan TV izleme gibi bir etkinlik içindedirler,

4. Vakaların % 36’sında çocuk anne-baba farkına varmadan oda değiştirmiştir,

5. Vakaların % 87’sinde anne-baba rutin bir işle uğraşmaktadır,

6. Vakaların % 59’unda zehirlenmeye yol açan madde kullanılmakta veya açıkta bırakılmış durumdadır. Vakaların % 28’inde normal yerindedir.

7. Vakaların % 31’inde çocuğun maddeyi ulaşmasını engelleyen bir engel yoktur. %36’sında tek engel masa veya tezgah yüksekliğidir. Vakaların % 57’sinde madde güvenli kapaklı kapların içindedir.

Tüketici güvenlik kurulu 5 yaş altındaki çocukların % 85’inin kapağı 5 dk. açamaması gerektiğini yine de %80’inde ise uygun açma tekniğinin gösterilmesine rağmen 10 dk. içerisinde kapağı açamaması gerektiği koyu olarak belirlenmektedir.

Hiçbir güvenlik önlemi anne-baba dikkatini tam olarak alamasa da düşme, çarpma, takılma, sıkışma kazalarında ergonomik yetersizlikler büyük önem kazanmaktadır. Oyun çocuk kişiliğinin gelişmesinde önemlidir. Çocuğun çevreye olan uyumu oyunla gerçekleşir. Oyunun yerleri çeşitli şekillerde biçimlenebilir ve değişiklikler olmalıdır. Bu yerler çocuğun gereksinimlerine göre ayarlanmalıdır.

TSE’nin oyuncak güvenliği açısından koyduğu standartlar vardır:

1. Tutuşma ve parlama,

2. Kimya ile ilgili faaliyetler için deney testleri,

3. Deney testlerinin dışındaki kimyasal oyuncaklar,

4. Yaş uyarı etiketlenmesi için grafiksel semboller.

Oyun alanları trafik emniyetli, dumansız, yeteri kadar güneşli, su seviyesinin yüksek olmadığı alanlar yapılmalıdır. Yerleşim yerlerindeki oyun alanları konut ve diğer mahallelerle bağlantılı olmalı, çevreye göre değil, ulaşım sistemine göre planlanmalıdır. Cadde, taşıt, park yeri, tren yolu, devlet su kanalları gibi tehlikeli bölgelerin yakınında oyun yerlerinin çevresi en az 1 metre yükseklikte çit duvarla örtülmelidir.

KREŞLER:

Okul öncesi ve okul yaşındaki çocukların sürekli gittiği Pedogolojik tesislerdir. Bölümler yaş gruplarına göre düzenlenir. Kreşlerin bulundukları yerler.

Konutlara yakın ve trafikten uzak olmalıdır. Kreşlerde her bir çocuk için 2-3 m2 alan tasarlanmalıdır. Emme, emekleme çağında ve yürümeye başlayan çocuklara özel alanlar tasarlanmalıdır. Kundaklama masası, emekleme kasası, dolaplar, oyuncak rafları, çocuk masaları, çocuk sandalyeleri için alanlar ayrılmalı, bunlar çocuğun büyüme ve gelişme devrine göre çocukları kısıtlamayacak ve gelişmelerini olumsuz etkilemeyecek şekilde tasarlanmalıdır. Ana okullarında her bir çocuk için yaklaşık 1.5-3 m2 alan gereklidir. Her bir oda da 11 çocuk için planlanmalıdır. Dolaplar oyuncak rafları, çocuk masaları-sandalyeler, yazı tahtası ayrıca alana konmalıdır.

Ev bir barınaktan çok çocukların güvenli olarak yetiştirilebileceği bir yer olmalıdır. Buralarda aile yaşamlarını sürdürürler ve beraber büyürler. Aile içi bağlı oluşum da kuvvetlenir. Sosyalleşme, kültürel ve zihinsel uyarılma da evlerde olmaktadır. Evde ergonomik yetersizlikler aile bireylerinin sağlığını yakından ilgilendirir. Ev düzeni ile ilgili çalışmalar, ev yerleşim ve kullanımında ülkeler arasında farklılıklar olmakla birlikte, temel esaslar da geniş bir yaklaşım birliği oluşturduğu görülmektedir. Bunların çoğu çağlar boyu deneme-yanılma yöntemleriyle varılmış pratik sonuçlardır.

EV GÜVENLİĞİ:

Günümüzde evlerde yüksek kaza potansiyeline sahip birçok araç ve gereç konumu bulunmaktadır. Evlerde kimyasallar, cilalar, deterjanlar ve ilaçlar bulunmakta, bunlar hatalı kullanım halinde önemli tehlikeler yaratabilmektedir. Evde kaza nedeniyle ölümlerin başlıca nedenleri: Düşme, zehirlenme, yangın ve boğulmadır. 5 yaşın altındaki çocuklar ve 65 yaşın üzerindeki yaşlılar en çok etkilenenlerdir. Evde bulunan araçların hatalı tasarımları ve hatalı kullanımları da tehlikeli olabilir.

Ev kazalarında en çok etkili olan araçlar:

1. Dönen motorlu araçlar,

2. Isıtıcılar,

3. Kurutucular,

4. Çim kesme araçları,

5. Ocaklar,

6. Cam kapılar,

7. Elektrik panoları,

8. Kablolar

Ev kazaları açısından en tehlikeli yerlerden bir tanesi de merdivenlerdir. 1995 yılında İngiltere’de yapılan çalışmalarda 2.5 milyon yaralanma ve 4 bin ölümün ev kazaları nedeniyle oluştuğu belirtilmektedir. Bu yaralanmaların 230 bin ve ölümlerin 497’i merdivenden düşme sonucu meydana gelmiştir. Evlerde özellikle mutfak ve banyo önemli iki mekandır. Çünkü tüm ev halkı tarafından kullanılır. Ayrıca, kazaların riski bu iki mekanda çok yüksektir. Mutfaklarda ocak yakınlarında ısıya dayanıklı tezgah kullanımı, çalışma alanında gölge düşürmeyecek şekilde aydınlatma sistemleri, fırınlar, duvara monte edilmişse mutfak tezgahıyla aynı seviyede olması sağlanmalıdır.

kullan

Banyoda yerde kaymayan malzeme kullanılmalı. Yer döşemelerinde büyük siyah ve beyaz fayanslardan kaçınılmalıdır. Çünkü bu tip yer döşemesi derinlik algısı bozulmuş kişilerde problem yaratabilir.

Çocuklar Açısından Evde Tehlike Yaratabilecek Bölgelerle İlgili Denetim Listesi:

1. Ocağın yeri: Ocağın kapının yakınında ya da pencere yakınında olmaması gerekir.

2. Kapılar: Mutfak kapısının trafiği en aza indirecek biçimde yerleşmiş olması gerekir. Bütün kapı ve dolap kapakları çarpmaları önleyebilecek şekilde yapılmalıdır.

3. Oyun alanı: Çocukların oyun alanları mutfaktan görülebilecek biçimde düzenlenmelidir.

4. Döşeme yüzeyi: Döşeme yüzeyinin ıslak koşullarda kaymayacak biçimde olması sağlanmalıdır.

5. Elektrik donanımı: Düğme ve pirizler güvenlik kurallarına uygun olmalıdır.

6. Yakıt depolama ve çöp tenekesi: Yakıt bidonları ve çöp tenekeleri örtülü ve iyice kapatılmış olmalıdır.

7. Atölye: Atölyeler ve bahçe barakalarının kapılarının kilitlenebilir özellikte olması gerekir.

8. Çocuk oyun alanları: Çocukların güvenli olarak bırakılabilecekleri, çevrelenmiş oyun alanları bulunmalıdır.

9. Su: Su tanklarının ve fıçıların ağızları sıkı ve güvenli olarak kapatılabilmelidir.

10. Ecza dolabı: Ecza dolapları çocukların ulaşamayacağı yükseklikte ve kilitli olmalıdır.

11. Dolaşım:

a) Trabzanlar: Merdivenlerin en azından bir tarafında sürekli trabzan bulunmalıdır. Parmaklıklar arasında 90 mm’den geniş aralıklar engellenmelidir.

b) Tek basamaklar: Tek basamaklar engellenmelidir. Eğer kaçınılmazsa renk farkıyla fark edilmesi sağlanmalıdır.

c) Eşikler: İç kapıların eşikleri takılmayı önleyecek yükseklikte olmalıdır.

d) Döner veya iki yöne açılan kapılar: Döner kapılarda parmakların sıkışmasını engelleyecek şekilde yapılmalıdır. İki yöne açılan kapılar ise karşı yönden gelen kişinin görülmesini sağlayacak şekilde tasarlanmalıdır.

e) Camlı kapılar: Bütünüyle camlı kapılar veya paneller buzlu cam veya koruma kuşakları ile görünür hale getirmelidir. Kullanılan cam aynı zamanda çarpmalara dayanıklı olmalıdır.

f) Açık merdiven boşluğu: Bu tür mimari yaklaşımlardan kaçınılmalıdır. Eğer mümkün değil ise tırmanmayı engelleyecek şekilde korkuluklar konmalıdır.

12. Balkonlar: Balkon parmaklıkları tırmanmaya engel ve yeterli sağlamlıkta ve kalın olmalıdır. Direklerin arası çocukları ayak ya da başlarının sıkışmasına imkan verecek genişlikte olmamalıdır.

13. Çit ve kapılar: Çit ve kapılar küçük çocukların açmasını ve tırmanmasını önleyecek şekilde yapılmalıdır. Çok alçak çitlerin kolayca görülebilecek biçimde tasarlanması gerekir.

14. Zemin: Döşemelerin kaygan olmayan özellikte olmasına özen gösterilmelidir.

CİHAN

Sağlıklı kilo vermenin yolları

SAĞLIK
Sağlıklı kilo vermenin yolları


Diyet yapmaya kararlı başlamak ve amacı kilo vermek değil VERİLEN KİLOYU KORUMAK olarak özümsemek gerekir. Tersi Yo Yo ya da yap boz sendromu oluyor...

Sağlığı olumsuz yönde etkileyen, ünlü ünsüz herkesin yaşadığı, sadece kilo verme amaçlı yapılan uygulamalar sonrasında verilen kiloların korunmadan daha fazlası ile geri alınmasına “ yo yo sendromu” deniliyor. Ülkemizde de bu yöntemleri bilinçsizce uygulamakta olup bir zayıf bir kilolu olma durumu kişilerde sıklıkla gözleniyor. Çağımızın hastalığı olan obeziteye davetiye çıkarabilecek bu sendrom, metabolizmanın gittikçe yavaşlamasına ve alınan kiloların daha da zor verilmesine neden oluyor.
Ataşehir Memorial Tıp Merkezi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Şefika Aydın, “Yo yo sendromu ve sağlıklı kilo vermenin yolları” hakkında bilgi verdi.

YO YO SENDROMUNUN NEDENLERİ ARASINDA;

Sadece kilo verme amaçlı uygulanan, bireye özgü olmayan, olumlu beslenme alışkanlıkları kazandırmayan ve hızlı kilo verdiren tüm uygulamaları söylemek mümkündür.

· Bilinçsiz Zayıflama ilaçları kullanımı
· Bireyin Psikolojik durum değişiklikleri
· Kişiye özgü olmayan hazır diyetlerin yapılması
· Kendi sosyal yaşamına uymayan diyetleri kilo verme pahasına devam ettirme
· Bilinçsiz diüretik kullanma
· Diyet kampları ve sonrasında aynı sıklıkta yapılamayan egzersiz
· Sık aralıklarla diyet uygulama
· Düşük kalorili diyet sonrasında oluşan yeme atakları � da bu durumun oluşmasına yol açabilecek nedenler arasındadır.
Risk Altında Kimler Var?
Kilo sorunu olan kadın erkek günümüz koşullarınca yaş gözetmeksizin herkeste hızlı kilo verme, bu kiloları belirli bir sürede koruyamama ya da hiç korumama daha sonra ise diyetten sıkılıp yeme atakları ile birlikte ilk diyete başladığı kilodan daha fazla kilo alarak bu değişimi geçirme riski vardır.

Erkekler kadınlara oranla YO YO sendromuna daha az yakalanmaktadırlar. Çünkü erkekler fiziksel aktiviteyi ön plana çıkaran beslenme programlarını daha uzun soluklu yapabilme yeteneğine sahiptirler. Aslında en önemli fark erkeklerin diyete bakış açılarında yaşam tarzı değişikliklerini daha kolay benimseyebilmeleri yatmaktadır.

Yapılan çalışmalar ağırlık kaybının %5 ile %10’ unun bile 6 ay süresince muhakkak korunması gerektiğini göstermiştir. Ayrıca diyetini 1 veya 2 aylık dönem sonrasında bırakan kişilerde bu durum daha sık yaşanmaktadır.

Daha çok ünlülerde gözlenen bu durum; güzellik ve estetik kaygılarının artması, görsel ve yazılı basında kilo verme ile ilgili kaynağı doğru olmayan beslenme bilgilerinin de varlığı ile artık sadece ünlülerde değil toplumun her kesiminde görülmektedir.

Yo Yo Sendromunun olumsuz sonuçlarını sıralayacak olursak;

Alınan verilen bu kilolar metabolizmanın yavaşlamasına, yağ dokusunun artmasına, bireylerde psikolojik etkilenmelere sebep olmaktadır. Bilinçsiz ilaç kullanımı sırasında; metabolizma hızlanır, kalp ritminde artış olur, sık dışkılama oluşur, terleme artar, kan basıncı yükselir, adet düzensizliği görülür ve sinirlilik, anksiyete gibi psikolojik durum bozuklukları oluşur. Hiçbir ilacın bire bir uzun süre kullanımına ilişkin çalışma ya da veri yoktur.

Ayrıca laksatif ya da diüretik kullanımı hiçbir zaman kilo verme amaçlı olmamalıdır. Bu ilaçlar vücutta sadece su kaybı yaratır. Yağ eritmez kilo verdirmez. Uzun süre kullanımında da bağırsaklarda bu bileşiklere cevapsız hale gelmektedir. Bilinçsiz kullanımı potasyum düzeyinde düşmelere ve kalp ritim bozukluna sebep olmaktadır.

Tedavide;
Doğru tedaviyi belirleyecek olan kişinin kendisi değil doktor ve diyetisyenlerin kararı ile yönlendirilebilir.
1.Adım düşük kalorili yeterli dengeli diyetler + fiziksel aktivite
2.Adım davranış değişikliği yöntemlerinin bireyin yaşamına entegrasyonudur.
3.Adım farmakolojik ilaçla tedavi
4.Adım cerrahi tedavilerdir
Beslenme tedavisinde; kişinin koruyabileceği sağlıklı kiloları hedef alınarak, günlük beslenme öyküsü dinlenip yaşam şekline yönelik olumlu değişikliklerle beraber kilo verme programı uygulanmaktadır. Sık aralıklarla görüşülüp hızlı değil gerektiği süre zarfında hedef kiloya inene kadar diyet bırakılmamalıdır. Çünkü sonrasında başlanan KORUMA PROGRAMI bu sistemin en önemli anahtarıdır. Tekrar kilo almamak için yapılması gereken en önemli süreç koruma sürecidir.

YO YO yani yap- boz oyuncak gibi bu hastalık tablosunu yaşamamak için;
· Diyet yapmaya kararlı başlamak ve amacı kilo vermek değil VERİLEN KİLOYU KORUMAK olarak özümsemek gerekir.
· Diyet muhakkak doğru kaynaktan beslenme ve diyet uzmanından alınmalıdır.
· 3 ana öğün ve 2 veya 3 ara öğün tüketilmelidir. Ara öğünlere ana öğün kadar önem verilmelidir. Kan şekerinin düşmemesi ve açlık duygusunun oluşmaması için sık sık beslenmek şarttır. Zayıflamak isteyen kişilerin % 80�90’ ında yapılan en büyük hata ana ve ara öğünlerin atlanmasıdır.
· Fiziksel aktivite düzenli hale getirilmeli metabolizmada artış sağlanmalıdır.
· Tek besine yüklenmemeli diyette çeşitlilik olmalıdır. Öğünde 4 besin grubunun( süt/et/tahıl/sebze-meyve ) da bulunmasına özen gösterilmelidir. Böylece hem yeterli besin öğeleri alınır hem de kişi diyetten sıkılmamış olur.
· Diyette sıklıkla tercih edilen tatlandırıcılı ürünler direk zayıflamaya yönelik ürünler değil diyabet hastaları için şekersiz olarak üretilen yiyeceklerdir. Zayıflama süresince ana öğün yerine geçmemesi gereken bu gıdaları sıklığı ve miktarı sınırlı şekilde ara öğünlerde bilinçli tüketmek gerekir.
· Gereğinden fazla alınan her kalorinin vücutta yağa dönüşerek depolanacağını unutmamak gerekir.
· Özellikle yetişkin grupta yarım yağlı süt ve süt ürünleri tercih edilmelidir. Bu besinlerin yağı az olanlarının glisemik indeksleri düşüktür ve yağlı olanlara nazaran daha doygunluk sağladıkları unutulmamalıdır.
· Yemekleri sevilen usulle; kızartma ve uzun süre kaynatma işlemlerini yapmadan hazırlamaya özen gösterilmelidir.
· Vücudun temel ihtiyacı olan vitamin ve mineralleri haplardan değil doğal sebze ve meyvelerden almak ilk tercih olmalıdır.
· Su hayattır. Günde bayanlarda en az 10�12 bardak erkeklerde 12�14 bardak su içmeyi alışkanlık haline dönüştürmek gerekir. Su yerine tercih edilen kimi zaman ara öğünlerde ve sofralarda vazgeçilmezler haline gelen hazır meyve sularını, kafeinli içecekleri ve kolayı tüketmek hem sağlıklı değildir, hem de kilo olarak geri dönecektir.
kaynak

Saturday, July 12, 2008

Klimaların sebep olduğu hastalıklar

Klimaların sebep olduğu hastalıklar
Klimaların sebep olduğu hastalıklar

Hayatımıza ilk defa yüzyıl önce giren klimalar, evlerde, iş yerlerinde, arabalarda yaz aylarının vazgeçemediğimiz serinleticileri oldu. İçecek ayranımız olmasa oluyor ama, klimasız yaşayamıyoruz.

Herkes sıcaktan bunalırken, terlerken, oflayıp puflarken... serin bir ortamda çalışmak, yaşamak elbette çok iyi de, klimaların bazı rahatsızlıklara yol açabileceğini de bilmek lazım.

Klima çarpması

Klimanın üflediği serin havanın karşısında durmak pek doğru değil; hele de dışarıdan terlemiş olarak gelmişseniz. Terin üzerinizde aniden soğuması ‘klima çarpmasına’ sebep olabilir. Boynunuz tutulabilir, başınızı çeviremezsiniz; nefes alırken göğsünüzde bıçak batar gibi ağrılarınız olabilir. Havanın doğrudan vücudunuza gelmemesi için klimaların ayarlanabilen kanatçıklarından yararlanabilirsiniz.

Klimayı çok düşük değerlere ayarlamak sağlık için doğru değil. İdeali, ısının 23-24 derece arasında, nispi nemin de %40-50 arasında olacak şekilde ayarlanmasıdır.

Klima ateşi

Klimaların ve diğer merkezi havalandırma sistemlerinin neden olduğu önemli rahatsızlıklardan biri tıp dilinde humidifier fever Türkçe’ de klima ateşi ismiyle bilinen hastalıktır.

Klima ateşine, air-condition sistemlerinden başka, evlerde kullanılan ve halkımızın kısaca ‘soğuk buhar’ diye bildikleri nem yapıcı aletler ile akciğer hastalarına solunum yoluyla ilaç vermeye yarayan nebülizatör denilen aletler de neden olabilirler.

Hastalık, bu tür aletlerin su haznelerinde üreyen çeşitli bakteri ve mantarların veya bunlara ait çeşitli toksinlerin, özellikle de endotoksinlerin solunum havasına karışması sonucu ortaya çıkmaktadır. Klima ateşi, gerçek bir enfeksiyon hastalığı olmayıp vücudumuzun çeşitli bakterilere karşı gösterdiği bir tür aşırı duyarlılıktan kaynaklanan bir tablodur.

Hastalık, mikroplarla kirlenmiş air-condition veya nemlendirme sistemlerine maruz kalındıktan birkaç saat sonra ateşli bir hastalık gibi başlar. Belirtilerin ortaya çıkması nadiren 12 saati de bulabilir.

Şikáyetler genellikle hafta başında veya tatil veya dönüş günlerinde görülür. Bir süre kullanılmayan klimaların ilk çalıştığı günlerde de belirtiler daha fazladır.

Hastalarda ateş, titreme, kas ve eklem ağrıları, yorgunluk, hálsizlik, bitkinlik... gibi daha çok gribi hatırlatan şikáyetler vardır. İş yerine geldikten birkaç saat sonra başlayan belirtiler akşama doğru şiddetlenir ve gece eve döndükten sonra da devam ederse de, hastaların çoğu 24-48 saat içinde tamamen düzelirler. Bazı hastalarda nadiren şiddeti çok fazla olmayan öksürük, nefes darlığı ve çarpıntı gibi yakınmalar da olabilir.

Klima ateşi, bu belirtileri ile soğuk algınlığı, grip, bronşit ve zatürree gibi solunum yolları enfeksiyonları ile karıştırılabilir. Zatürree ile aralarındaki en önemli fark, klima ateşi olan hastaların akciğer röntgenlerinin normal olmasıdır.

Klima ateşi, hastanın klima bulunan ortamdan uzaklaştırılması ile düzelir. Antibiyotik veya başka bir ilaç tedavisi gerekli değildir.

Alerjik zatürree

Klimalaın sebep olduğu alerjik zatürree çocuklarda da görülebilirse de, daha çok 50 yaşın üzerinde olanlarda ve diğer akciğer hastalıklarının aksine sigara içmeyenlerde daha çok saptanır.

Tıp dilinde ventilasyon pnömonitisi olarak isimlendirilen alerjik zatürreeye, air-condition sistemlerinin nemlendirme bölümünde üreyen ve küf mantarları ve bazı bakteriler neden olmaktadır.

Alerjik zatürreenin, ani(akut) ya da sinsi(kronik) başlayan olmak üzere iki türü vardır.

Akut alerjik zatürree, içinde küf mantarları bulunan havanın solunmasından 4-6 saat sonra ateş, baş, kas ağrıları ve halsizlik ile gribal bir enfeksiyon gibi başlar. Daha sonra öksürük, balgam, nefes darlığı, göğüste sıkışma hissi... gibi akciğerlere ait belirtiler ortaya çıkar. Ateş yüksekliği ile beraber, kalp hızı ve solunum sayısı da artmıştır.

Kronik alerjik zatürree, sinsi olarak yavaş yavaş gelişir. Tipik belirtisi, ilerleyici özellik gösteren nefes darlığı, yorgunluk ve kilo kaybıdır. Bazı hastalarda öksürük olabilir, ama ateş, baş ve kas ağrıları gibi belirtilere rastlanmaz.

Akut dönemde, akciğer röntgeninde tipik bulgular vardır. Kronik formda ise akciğerlerde bağ dokusunun artmış olduğu saptanır. Solunum fonksiyon testlerinde akciğer hacimleri azalmış olarak bulunur, kanda oksijen basıncı da düşüktür.

Kesin tanı için, hastaların kanlarında allerjenlere karşı oluşmuş olan özel antikorların saptanması ve bronkoskopi ile akciğer dokusundan biyopsi alınması gerekir.

Hasta kişinin allerjenle temasının kesilmesi sağlanmalıdır. Şiddetli belirtileri ve solunum sıkıntısı olan hastalara oksijen ve kortizon tedavisi uygulanır.

Alınması gereken tedbirler

Klima ateşi ve alerjik zatürreenin önlenmesi, bu tür nemlendiricilerin su haznelerinin doğru bakımı ile mümkündür. Klima ve nemlendiricilerin bakımlarına özen gösterilmeli ve talimatlara uygun kullanılmalıdır. Bu aletlerde musluk suyu yerine distile veya demineralize su tercih edilmelidir.

Nemlendiriciler çamaşır suyu gibi dezenfektanlarla zaman zaman temizlenmelidir.

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta - Star - ahmetrasim@stargazete.com

KAVUN

meyve
Peygamberin en çok sevdiği meyve

Peygamberimiz Hz. Muhammed onu çok sever ve ondan şöyle söz ederdi: 'O yemektir, o şerbettir, o çövendir, o reyhandır, o iç organları temizler.'

Hz. Muhammed, "iç organları temizler" derken daha yüzyıllar öncesinde kavunun kanı temizleyici özelliğini anlatmış. Günümüzde Avrupa ve Amerika'da doktorlar tarafından yararları tescil edilen kavunun en önemli özelliği kandaki zehirli maddeleri atması.

Kavunu, İbni Sina ve Davudi Antaki gibi eski hekimler de övmüş ve faydalarını eserlerinde anlatmışlar. Kavunun yüzde doksanbeşini su oluşturur. A, B 1, C vitaminleri, meyve şekeri, selüloz, azotlu ve yağlı maddeler de var. Kavun gerek erkeğin, gerek kadının cildini tazeler, ona canlılık ve güzellik kazandırır. İsmi estetik tarihine geçen ünlü güzellerin ve artistlerin pek çoğu ciltlerindeki gerginlik ve tazeliği kavuna borçlu olduklarını söylerler.

NASIL ALACAKSINIZ?

1. İyi kavun ağır olur. Elinizde okkalayın, ağır olanı alın.
2. Yuvarlak, san kavunun sapı, çektiğiniz zaman kolay kopuyorsa iyi kavundur.
3. Kavun Kırkağaç kavunu ise dibinin sarıya çalması gerekir.
4. Bir kavun ne kadar yumuşaksa içi o kadar da asitleşmiş demektir. Kavunun yumuşağına yanaşmayın.
5. Turfanda kavunlar lezzetsizdir. Kavunu, sezonun başlangıcından bir ay sonra yiyin ancak o zaman lezzet kazanır.

NASIL YİYECEKSİNİZ?

Kavunu genellikle yemeklerden sonra yemek gibi bir alışkanlığımız var. Kavunu yemeklerden önce yiyin.

YARARLARI

Kanı zehirlerden temizler.

İştah açar,

Bağırsakları yumuşak tutar,

Sinirleri yatıştırır ve rahat bir uyku sağlar,

Böbreklerdeki kum ve taşların dökülmesine yardım eder,

Romatizma ağrılarını hafifletir,

Hafif yanıkları iyileştirir,

Göz nezlesini önler. Bağırsaklarında ülser ya da iltihap olanlarla, şeker hastaları ve yüksek tansiyonu olanlar yememelidir.

Friday, June 27, 2008

DUT

Şifa deposu dutun faydaları

Aç karnına yenilen beyaz dut bağırsak kurtlarını düşürüyor, mide ve bağırsakları rahatlatıyor, kara dut ise ağız ve boğaz iltihaplarına iyi geliyor.

Beyaz ve kara olan dutun barındırdığı vitamin ve minerallerin yanında mikrop öldürücü özelliğinin bulunduğunu belirten uzmanlar, dutun faydalarını şöyle sıraladı: Vücuda kuvvet verir, kansızlığa iyi gelir. Ağız, bademcik ve boğaz iltihabı, diş eti hastalıkları ve öksürüğe karşı faydalıdır. Ateş düşürür. Karaciğeri kuvvetlendirir. Mide ve bağırsakların düzenli çalışmasına yardım eder. Özellikle yemekle birlikte yenildiğinde hazmı kolaylaştırır. Aç karnına yenen beyaz dut bağırsak kurtlarını düşürür. l Mide ve bağırsakları rahatlatır. Kara dut ise ağız ve boğaz iltihaplarına iyi gelir. Dut hangi şekilde tüketilirse tüketilsin iyi bir kan yapıcıdır. Kişinin kilo almasını sağlar ve iştah açar.

Havuz suyu göze zararlı

Havuz suyu göze zararlı

Uzmanlar, göz iltihabına neden olan 'Adoneviral Konjonktivik' adlı virüsün, havuzda bir kişiden su içindeki herkese bulaşabildiği belirtildi.

Uzmanlar, göz iltihabına neden olan 'Adoneviral Konjonktivik' adlı virüsün, havuzda bir kişiden su içindeki herkese bulaşabildiği belirtildi.

Virüsü alan kişinin gözünde yaklaşık 10 gün boyunca yanma, batma, kanama, kızarıklık, sulanma, ışıktan rahatsız olma ve şişme meydana geliyor.
SAKLAMBAÇ

Wednesday, June 11, 2008

DİŞLERİMİZ

'Çekilen dişlerin yerini doldurun'

Çeşitli nedenlerle çekilerek eksiltilmiş dişlerin boşluğunun mutlaka yapay bir dişle doldurulması gerektiği bildirildi.

Aksi durumda, sindirim sistemi ve konuşma bozukluğu, çene eklemi gibi rahatsızlıkların görülebileceğini belirten uzmanlar, çekilen dişlerin yerinin yapay bir dişle doldurulması gerektiğini söylüyor.

Diş Hekimi Mehmet Genç, çekilerek eksiltilmiş diş boşluklarının mutlaka yapay bir dişle doldurulması gerektiğini, aksi halde sindirim sistemi, konuşma bozukluğu, çene eklemi rahatsızlığı ile çirkin görüntüye neden olabileceğini kaydetti.

Genç, "Eksik dişler nedeniyle çiğneme yeterli olamayacağından sindirim sistemi hastalıklarına neden olabilir. Ön dişlerdeki eksiklikler konuşma bozukluğu ve çirkin görüntü oluşturacağından psikolojik sorunlara sıkıntı ve strese etkendir. Aynı şekilde eksik diş boşlukları zamanında yapay bir dişle doldurulmazsa boşluğa bakan dişler boşluğa doğru yatarak kayar ve kapanış bozukluğu ortaya çıkar. Bu kapanış bozuklukları çene eklemi rahatsızlıklarının etkeni olabilir." diye konuştu.

Diş Hekimi Mehmet Genç, birkaç diş eksikliğinin kaplamalı köprülerle sabit bir şekilde, çok diş eksikliklerinin çıkarılıp takılabilen yarım damak protezlerle tamamlana bildiğini, bir başka yöntemin de diş ekme yöntemi olduğunu belirtti.

Cihan

ÜZÜM

Üzüm çekirdeği deyip geçmeyin!

Erciyes Üniversitesinde fareler üzerinde yapılan bir araştırma, üzüm çekirdeğinin kanser tedavisinde kullanılan kemoterapi ve radyoterapinin olumsuz etkilerini azalttığını ortaya koydu.

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Erciyes Üniversitesinin çeşitli birimlerinde görev yapan Dr. Aysun Çetin, Dr. Leylagül Kaynar, Dr. İsmail Koçyiğit, Dr. Sibel Kavukçuhacıoğlu, Dr. Recep Saraymen, Dr. Ahmet Öztürk, Dr. Okan Orhan ve Dr. Osman Sağdıç, üzüm çekirdeğinin antioksidan etkisinin kanser tedavisine etkisini araştırdılar.

Erciyes Üniversitesinin geleneksel olarak düzenlediği Gevher Nesibe Araştırma Teşvik Ödülü alan ''Rat karaciğerinde radyasyon ve kemoterapinin yol açtığı oksidatif strese üzüm çekirdeği ekstresinin etkisi'' başlıklı çalışmalar, uluslararası The Turkish Journal Of Gastroenterology ve American Journal Of Chinese Medicine isimli dergilerde yayınlanmak üzere seçildi.

Dr. Aysun Çetin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kanserin olumsuz etkilerini azalttığı bilinen E ve C vitaminleri ile ilgili çok çalışma yapıldığını, ancak E vitamininden 50 kat ve C vitamininden 20 kat fazla antioksidan özelliğe sahip olduğu bilinen üzüm çekirdeği ile ilgili çalışmaların son 10 yılda yapılmaya başlandığını belirtti.

-FARELERLE DENEY-

Canlıların vücudunda serbest radikaller (oksidan) adı verilen zararlı maddeler ile bu maddeleri ortadan kaldıran maddelerin (antioksidan) denge içinde bulunduğunu ifade eden Çetin, özellikle 25 yaşından sonra bu dengenin olumsuz yönde bozulmaya başlandığını hatırlattı.

Dengenin bozulması ile birlikte artan oksidan etkinin başta kanser olmak üzere birçok ciddi sağlık sorununa yol açtığını kaydeden Çetin, şu bilgileri verdi:

''Kanser oluşumunun engellenmesi için vücutta antioksidan miktarının azalmaması, yaşlanma ile birlikte antioksidan takviyesi yapılması gerekir. Üzüm çekirdeği de antioksidan özelliği çok fazla olan bir maddedir. Bu çalışmada, kanser oluşumunun önlenmesine katkı sağlayan üzüm çekirdeğinin, kanser tedavisi sırasında karşılaşılan olumsuzlukların önlenmesindeki katkısını araştırdık. Kanser tedavisinde kullanılan kemoterapi ve radyoterapi yöntemleri tümörü ortadan kaldırırken saç dökülmesi, iştahsızlık, bulantı veya kusma gibi birçok soruna yol açabiliyor. Araştırmamızda, bu olumsuzlukların nedeni veya sonucu olabilecek oksidan saldırıların ortadan kaldırılmasında üzüm çekirdeğinin katkısını test ettik.''

Üzüm çekirdeği verilen farelerde hissedilir ölçüde yararlı antioksidan maddelerin artışını tespit ettiklerini belirten Çetin, şöyle devam etti:

''Fareler, biyolojik olarak insan vücuduna en çok benzeyen hayvanlardır. Karaciğer ise bir anlamda vücudun laboratuvarıdır. Araştırmamızda denek farelerin karaciğer dokularını inceledik. Üzüm çekirdeği verdiğimiz fare grubunda antioksidan maddelerin hissedilir derecede arttığını belirledik. Hatta, hem ışın hem üzüm çekirdeği verdiğimiz grupta antioksidan maddelerin, hiç ışın verilmeyen ve sadece su verilen kontrol grubundan bile daha fazla düzeyde olduğunu gözlemledik. Üzüm, zaten rahatlıkla tüketilebilen doğal bir besin olduğu için insanlarda da aynı etkileri gösterebileceği sonucuna vardık. Yani, antioksidan özelliği nedeniyle kanser oluşumunu engelleyen üzüm çekirdeğinin, kanser tedavisinde ortaya çıkan olumsuzlukları da azaltabileceğini belirledik. ''

Siyah üzümde antioksidan maddenin daha fazla bulunduğunu hatırlatan Çetin, söz konusu faydalar için üzümün çekirdeği ile birlikte çiğnenerek tüketilmesini tavsiye ettiklerini sözlerine ekledi.

AA