Sunday, October 12, 2008

EKMEK

EKMEKTE KATKI MADDELERİ…

Bizi biz yapan yaşam tarzımızda, ekmeğimiz de bugünkilerden çok farklı idi ve yaşamımızda saygın ve önemli bir yeri vardı. Bir zamanlar, içinde un, su ve tuzdan başka hiçbir katkı maddesi içermeyen mayalı ekmeklerimiz vardı... Tandırda pişirilen tandır ekmeklerimiz vardı... Bazlamalarmız vardı... Saçlarda pişirilip bütün kış boyunca hafif nemlendirildikten sonra yediğimiz yufka ekmeklerimiz vardı...

Bunların çoğunu şehirlerimizde yaşarken başımıza musallat edilen modern hayat uğruna kaybettik. Şimdilerde Anadolumuzun birçok yörelerinde köy ve kasabalarında bu ekmekleri yapan şanslı aileler az da olsa bulunmaktadır.

Herşeyimizi batıdan ithal etmeye başladığımızdan beri bu en temel gıda maddemiz olan ekmek de değişikliğe uğratıldı. Balon gibi şişirilmiş, içi kof, tadı lezzeti kalmamış, ekmek görüntüsü verilmeye çalışılmış bir garip nesne oluvermiş.

İşte adı ekmek olan bu garip nesneyi üretmek için biz diyelim on, siz deyin yirmi çeşit, kökenleri hakkında bilgimiz olmayan ve bize bilgi verilmeyen katkı maddesi ilave ediliyor artık. Bu katkı maddelerinin tüketiciye faydası olmadığı gibi üstelik zararı olabiliyor.

Katılma Nedenleri: Hamurun asidini arttırmak, Bayatlamayı geciktirmek, Ekmek hatalarını ve hastalıklarını düzeltmek, Su kaldırma oranını yükseltmek, Hacim artışı sağlamak, un rekoltesini yükseltmek vs gibi amaçlar için kullanılmaktadırlar

Bugünkü Katkılı Ekmek Ürünlerinde Kullanılabilen Katkı Maddeleri:

Enzimler, E 300 Askorbik Asit(C vitamini), Bitkisel Yağlar, Emülgatörler(E 471-E477 Mono- ve digliseridler ve modifiye edilmiş formları), E 282 kalsiyum propiyonat, E 281 sodyum propiyonat, E 262 Sodyum diasetat, sirke, E 260 asetik asit, E 280 propiyonik asit, E 202 potasyum sorbat, E 200 sorbik asit, E 202 potasyum sorbat ve E 203 kalsiyum sorbat, E 283 potasyum sorbat, Şekerler (Sakaroz,Maltoz,Fruktoz,glukoz), E170 kalsiyum karbonat, E332 Potasyum sitrat, E481 Sodyum stearol-2-laktilat,E422 Gliserol (gliserin)
“Ayrıca, Daha beyaz görünen un elde etmek için, E928 benzoil peroksit ve E924 potasyum bromat gibi kanserojen ve alerjik maddeler beyazlatıcı olarak, E920 Sistain gibi insan saçından ve domuz kılından üretilen ve hacım artırıcı olarak kullanılan katkı maddeleri de söz konusudur.”

Bu Katkı Maddelerinin açılımı ise şöyle:

E170 kalsiyum karbonat: Hem renklendirici hem mineral tuz; kaya minerali veya kemikten elde edilir; diş macunu, beyaz boya, temizleme tozları, bisküvi, ekmek, kek, dondurma, dondurulmuş konserve sebze ve meyvede ve ilaçlarda kullanılır; yüksek dozlarda zehirlidir; safra, böbrek taşı, hemoroid, kabızlık ve fistül kanamalarına sebep olabilir. Ayrıca kemikten elde edilmesi ihtimali bu katkı maddesini en azından şüpheli hale getirir.

E 471-E477 Mono- ve digliseridler ve modifiye edilmiş formları: Homojenleştirici .Bitkisel ve hayvani kökenli olabilir.Bitkisel kökenden türetilirse, helâldir. Hayvani unsurlardan türetilirse, şüphe arzeder. Eğer, eti helâl ve kesimi islâmi usulle yapılmış hayvani yağlardan türetilmiş ise helâl kabul edilir. Aksi halde haram olur.

E 280 propiyonik asit, E 281 sodyum propiyonat, E 282 kalsiyum propiyonat, E 283 potasyum sorbat: Koruyucu olarak kullanılır. Migren ağrılarına sebep olabilir; doğal olarak mayalanmış gıdalarda, insan teri ve geviş getirenlerin sindirim organlarında bulunur, ayrıca suni olarak etilen, karbon monoksit, propiyonaldehit, doğal gaz, mayalanmış kağıt hamuru veya çürümüş lif bakterisinden elde edilir; yaygın olarak ekmek ve un mamullerinde kullanılır

E 200 sorbik asit, E 202 potasyum sorbat: Koruyucu olarak kullanılır. Bitkisel kökenlidir. Ciltte kaşıntıya sebep olabilir

E420 sorbitol: Kıvam artırıcı,suni tatlandırıcı ve nem tutucu; etli ve zarlı kabuksuz meyvelerden veya sentetik olarak glukozdan elde edilir; gıda,ilaç ve kozmetiklerde kullanılır.Bebek ve küçük çocuk gıdalarında kullanmak yasaktır.

E422 Gliserol (gliserin): Kıvam artırıcı,tatlandırıcı ve nem tutucu, yağlı renksiz alkol;hayvansal veya bitkisel yağların alkalilerle ayrışması sonucu elde edilir; petrol ürünlerinden ve bazen propilenden sentetik olarak veya şekerden mayalanarak da elde edilir; büyük miktarlar baş ağrısı, susuzluk, bulantı ve yüksek kan şekerine sebep olabilir. Hayvan kökenli olması ihtimali göz önünde tutulmalıdır.

E920 Sistain: Un işleme ajanı. İnsan saçı, başta domuz olmak üzere hayvan kılı ve tavuk tüyünden elde edilir

E924 potasyum bromat: Un işleme ajanı.Büyük miktarlarda bulantı, kusma, diyare ve sancılara neden olabilir.

E928 benzoil peroksit: Un işleme ajanı. unun beyazlaması için kullanılır. Alerjik geçmişi olanlar sakınmalıdır.

Buraya kadar, piyasada ekmek üretiminde yaygın olarak kullanılan katkı maddeleri ile ilgili alıntıladığımız bilgileri sunduk. Halbuki, görüldüğü gib, bu katkı maddeleri hayvan kökenli olabildikleri gibi, migrenden, alerjiye hatta kansere kadar birçok rahatsızlıklar oluşturabilen maddelerdir. Uygulamada ise bu katkı maddeleri bu isimleri ile değil ticari isimleri ile alınır satılır ve kullanılır. Örnek vermek gerekirse, S500, Soft'r, Acti-Plus, Hydra, Joker, Pantera vs gibi ticari isimlerle satılan bu ürünlerin içerikleri incelendiği zaman bir çok katkı maddesini kombine ettiği görülür.Kullanıcı firma bu maddelerin içerikleri ile de pek ilgilenmez. Ayrıca fırınlarda bu katkı maddelerini hamura katacak eğitilmiş elemanların yetersizliği sebebi ile ekseriya limit aşımı tehlikesi de söz konusu olmaktadır.

Bugün, Üretici ve satıcı istekleri, gıdanın ilk günkü tazeliğini koruyacak şekilde, gıdaların raf ömrünün artırılması yönünde olmaktadır. Buna karşılık gıdanın raf ömrünü artırmak amacıyla ürünlere ilave edilen katkı maddelerine karşı ise kimi tüketicilerin gittikçe artan haklı çekinceleri bulunmaktadır. Ancak ister paketli olsun, ister paketsiz satılsın çoğu ekmeklerde kullanılan katkı maddelerinin detay bilgileri yer almamaktadır. Bu da tüketiciyi zor durumda bırakmaktadır. Halbuki etiket bilgileri hem yasal olarak, hem etik olarak tüketicinin en tabii hakkı olmak zorundadır. Ancak, bu sonuçta tüketicinin bilinçsizliği ve ilgisizliği, üreticinin bencilliği ve resmi kurumların denetimsizliği müştereken rol oynamaktadır.

Peki ne yapacağız?

Güvendiğimiz Market veya Fırından Katkısız Ekmek İsteyelim

“Tarım ve Köyişleri Bakanlığının yeni tebliğinde Ekmeğe, herhangi bir katkı maddesi katılmaz ise etiket üzerinde ekmek adı ile birlikte "katkısız" ifadesi kullanılır.” şeklinde bir düzenleme getirmiştir. O halde öncelikle çevremizde katkısız ekmek üreten fırınları araştırmalıyız. Bulduktan sonra iyice sorgulamalıyız. Çünki maalesef ülkemizde üreticilerden doğru bilgi almak ekseriya zor olmaktadır. İyice emin olduktan sonra katkısız ekmek tüketmeliyiz.

Ekmeğimizi Ekmek Makinasında Kendimiz yapalım

Artık, evde ekmek yapmak ta çok kolaylaştı. Birçok firmalar bu maksat için çeşit çeşit modeller geliştirmişler. 100 ila 200 YTL arasında piyasada satılıyor. Böyle bir cihaz sahibi olduktan sonra evinizde çeşit çeşit ekmek yapmak zor olmaktan çıkmış.

Sofralarımızdan beyaz ekmeği kaldırıp, yerine kepekli ekmeği ikame edelim.

Kepek ekmeğin neden tercih edilmesi gerektiğini, uzmanlar şöyle açıklamaktadır:

"Buğday, sağlık açısından yararlı olan B2 ve B6 vitaminleri ile niyasin, folik asit, demir ve çinko içeriyor. Bu maddelerin daha çok yoğunlaştığı kısım olan buğdayın dış kabuğu, un yapımı sırasında ayrıştırılıyor ve bu yüzden ekmeğin besin değeri düşüyor. Bu nedenle, beyaz ekmek yerine kepek ekmeğinin tercih edilmesi daha sağlıklıdır"

Şeker hastaları, kilo sorunu olanlar, mide ve bağırsak rahatsızlığı çekenler tarafından daha çok tercih edilen kepek ekmeğin herkes tarafından tüketilmesini öneriyoruz. http://www.gidaraporu.com/kepekli-ekmek_g.htm

KAYNAKLAR

http://www.ekmekdunyasi.com/ekmek/katkimaddeleri.asp
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Web Sitesi.htm
Prof. Dr. Tomris ALTUĞ, Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü , Gıda Katkı Maddeleri , İzmir-2001.
Lück, E. and Jager, M. 1997. Antimicrobial Food Additives-Characteristics, Uses, Effects. Springer Verlag. Berlin, Almanya.
http://ethesis.helsinki.fi/julkaisut/maa/elint/vk/katina/sourdoug.pdf

Sunday, October 5, 2008

Başarının sırrını açıklayan ayet!

Başarının sırrını açıklayan ayet!

Bir kilo bal uğrunda yüz bin km kanat çırpmayı, ya da dünyanın etrafında 7 defa dönmeyi kim göze alır?
Başarının sırrını açıklayan ayet!
Dr. Muhammed Bozdağ
Toz gibi yumurtadan çıkan minik bir yavrunun hayatına dikkatinizi çekeceğim. Altıgen bir kutunun içerisinde dünyanın en özel sütüyle sürekli beslenir. On binlerce kardeşiyle birlikte kendisine dadılık yapan işçiler yetişinceye kadar on bin kez doyurulur. Bu hızla altı günde ilk ağırlığının 1500 katına ulaşır.
Kutusundan çıkar çıkmaz, kimseden ders almadan ve boş beklemeden yuvasındaki atık maddeleri dışarıya taşır ve yuvayı yeni kardeşleri için temizler. Önce vücudunun salgıladığı mikrop öldürücü sıvıyı yuvaya sürer. Ardından da yeni doğan binlerce kardeşleriyle uyum içinde kanatlarını vantilatör gibi çırparak içerdeki kirli havayı dışarıdaki temiz havayla değiştirir.
Hayatı yeni başlamıştır ve son nefese değin durmayacak, yavaşlamayacaktır. Kovan içinde veya dışında, ilahi plan kendisine hangi görevi vermişse onu gerçekleştirmek üzere sürekli çalışır. İnsanlara bir kilo bal bırakabilmek için 40 bin kardeşiyle birlikte 6 milyon çiçeği dolaşır. Bir kilo bal uğrunda yüz bin km kanat çırpmayı, ya da dünyanın etrafında 7 defa dönmeyi göze alır.
Bal arısı çalışkanlığı sayesinde adını tarihe yazdırmış, insanların hayatında yer ve rol edinmiştir. İnsan da benzer biçimde İnşirah suresinin sonundaki ilahi emre tam uysa adı tarihe altın harflerle yazılır. Dertlerden kurtulur, huzur bulur. Başarının efendisi olur.
Başarımızı arttırmak ve hayatımızdaki değerleri yükseltmek istiyoruz. Bu yolda bize yol ve yordam sunacak eserler arıyoruz. Ancak son zamanlarda televizyonun ve internetin getirdiği eylemsiz, girişimsiz hayalcilikten sıyrılamıyoruz. Hele de anne babalarımız bizi koruyup besledikçe de cam fanus içerisinde hayatın çilelerinden mahrum büyüyoruz. Derken ergenlik çağı geçiyor ve ansızın yaşadığımızı, omuzlarımızda büyük bir sorumluluk bulunduğunu fark ediyoruz.
Önce kolay ve bedavadan yollar arıyoruz. Alın terinin değerini keşfedemeyenler piyangoyla, at yarışıyla hayata tutunabileceklerini sanıyorlar. Derken akıllı gibi görünerek başta türlü hayalciliklere kapılıyoruz. “Başarıyı hayal etmeyi başarının yeter şartı sayan” kitapların büyüsüyle bodruma çekilip hayal kurmakla hedeflerimize ulaşacağımızı sa nıyoruz. Sihir gibi, hokus pokus yoluyla… Sonra da insanı yaratıcı yerine koyan sırlı, çekimli, kuantumlu formüllere inanıyor, yıllar içinde bir arpa boyu yol alamıyoruz. Biz böyle hayallerle oyalanırken hayat ayaklarımızın altından akıp gidiyor.
Küresel aktörlerin istediği budur. Kendi elitleri dışındaki toplulukları sürü yerine koyuyorlar. Sürüler düşünmemeli, sadece onlara hizmet için çalışmalı, dönen dolapları anlamamalı, boş hayallerle oyalanmalı. Sürüler sadece taklit etmeli, çılgınca tüketmeli, borç içerisinde kavranmalı, özgün bir sanata, ciddi bir beceriye sahip olanlarsa mutlaka kendi küresel değerlerine boyun eğenler arasından çıkmalı.
Küresel güçlerin pazarladığı her şey o güçlerin saflarını güçlendirmeye hizmet ediyor. Biz de başardığımızı kazandığımızı sanarak oyalanıyoruz ve yıllar sonra perdeler çekilince soyulduğumuzu anlıyoruz.
Bir sır arayana benim verebileceğim sır iki kanattır: Hikmetine uygun şekilde üretmek için çalış ve gerektiği gibi dua et. İste ve hakkıyla çırpın. Dua ve çalışma başarı güvercininin iki kanadıdır.
Hayatta yeterince başarılı olabilecek misiniz? İnsanların dünyasına muhteşem katkılar sunabilecek misiniz? İyi şeyler üretmek istemiyorsanız, yeşeren çekirdek olmak istemiyorsunuz demektir. Öyleyse ya ekildiğiniz toprakta, ya da sizi yiyen bir kuşun midesinde çürüyüp yok olursunuz. Değerinizi beslemek istiyorsanız yapacağınız bellidir:
-Hayatınızdaki tüm gereksiz meşguliyetleri çıkarıp atın.
-Başarının sadece alın terinden geçtiğini onaylayın. Alın terinizi katmadığınız başarının onurunu üstlenemeyeceğini kabul edin.
-Erken kalkın ki dünya erken kalkanların malıdır.
-Asla boş oturmayın. Ne televizyonun, ne bilgisayarın karşısında ne parkta, ne otobüste, ne kuyrukta… Hiçbir yerde bir dakika bile boş durmayın. Boş durmak, faydasız bir iş yapmaktır.
-Boş dakikalarınızda yapabileceğiniz faydalı işler, hobiler listesi oluşturun.
-Yapacak hiçbir iş bulamıyorsanız yürümek, gülümsemek, derin solumak, hatta salonu dağıtıp düzeltmek de bir iştir. Yapacak iş bulamamak imkânsızdır. Çevrede milyonlarca iş varken boş duran kimseyi suçlamasın.
-İlle de işi başkası vermek zorunda değil. Kendinize iş yapın. Siz de bir gün kendi işinize ücret ödeyebilir hale gelirsiniz.
-İşleriniz arasında saat başı 5-10 dakika kaslarınızı gevşetmek ve zihninizi boşaltmak için durun. Ancak en iyi dinlenmenin yolunun da farklı biçimde çalışmak olduğunu unutmamalısınız.
İnsanı çok çalışmak bir yorarsa, boş oturmak on yorar.
Çalışarak ilerleyeceksiniz ve attığınız her adım sizi yeni bir kapının önüne getirecek. Siz ilerledikçe yeni yollar açılacak. Çalışmaya alışmanızın sonunda,
-Akşamınıza gönül huzuru içerisinde uyumaya hazır ulaşacaksınız.
-O günkü iş ve üretim hâsılanız kalbinizi coşturacak.
-Yaşamanın, kendini gerçekleştirmenin evrende varlık, etki ve iz oluşturmanın değerini kavrayacaksınız.
-Sevilen meşguliyetlerle en ciddi hastalıkların bile iyileşebildiğini fark edeceksiniz.
-Vücudunuzdan toksinleri, zihninizden düşünce virüslerini atmış olacaksınız.
-Basit kafalarla ve dedikodularla kıvranan doyumsuz ve tatminsiz insanlarla aranızda uçurumlar oluşacak.
-Üretiminiz ve birikiminiz hızla artacak, başarınız geometrik katlanacak.
-Varlığınız insanlığa rahmet olacak ve vesilenizle çok sayıda insanın ıstırabı dinecek.
Edison’a başarısının sırrını sormuşlar da yüzde birini zekâyla, yüzde doksan dokuzunu çalışmayla ilişkilendirmiş. Çalışmaya köle olan başarıya sultan olur. İşte başarının sırrını açıklayan o ayet: “Bir işten boş kaldın mı hemen diğer işe giriş.” (Kur’an: İnşirah, 7-8)
Çalışmanın coşkusunu keşfetmek muhteşem bir ilahi lütuftur. Şükürsüz gönüller çalışmaktaki lezzetleri tadamıyorlar. Herkesin çalışmanın coşkusunu keşfetmesini dilerim.

kaynak

EVLİLİK

> Evlilik İlişkileri
Evlilik aşkı öldürmeyebilir

Mustafa Kemal Üniversitesi (MKÜ) Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı ve Aile Terapisi Uzmanı Prof. Dr. Asena Akdemir, çiftlerin “ilk günkü aşk”ı, görünüşleriyle davranışlarına dikkat ederek ve bunun için emek vererek sürdürebileceklerini söyledi.

Akdemir, evlilik süresince “ilk gün yaşanan aşk”ın mümkün olduğunu, bunun için kadının da erkeğin de saygı, sevgi, dayanışma, paylaşım ve nezaket kurallarına uyarak özveride bulunması gerektiğini vurguladı.

Bazen arkadaşlıkla başlayan, bazen de görücü usulüyle gerçekleşen birçok evlilikte, ilerleyen süreçlerde çiftlerin büyük sorunlar yaşayabildiklerini hatırlatan Akdemir, şöyle devam etti:

“Arkadaşlık döneminde bireysel bakımlarına önem veren çiftler, evlendikten sonra 'evlendik her şey bitti' mantığı ile hareket ediyor. Kadın da, erkek de eşi için değil, sokağa çıkarken kendine özen göstermeye başlıyor. Örneğin dışarı çıkarken parfüm sıkmaya, dişini fırçalamaya ve güzel giyinmeye özen gösteriyorlar. Evin içinde ise çiftler birbirlerine fazla önem vermiyor ve bu nedenle kişisel bakımlarını da yapmıyorlar. Oysa çiftler, her gün yeni bir aşka başlıyormuş gibi emek harcanmalıdır. Görünüş ve davranışlarına başkaları için olduğu kadar eşi için de önem vermelidir.”

Tanışma döneminde birlikte gülen, ağlayan, birbirleriyle sürekli konuşan çiftlerin, evlendikten sonra adeta “iki yabancı”ya dönüşebildiğini vurgulayan Akdemir, “Evlilik sonrasında çiftler iletişim eksikliği ve birbirlerine vakit ayıramadıkları için sorun yaşıyor. Evlilikte kadınların televizyon dizileri, erkeklerin maç izlemesi dışında bir hobisi kalmıyor. Oysa, çiftler ortak hobiler bularak birbirleri ile doyurucu vakit geçirerek iletişimsizlik sorunundan kurtulabilirler” diye konuştu.

FİTOTERAPİ

Geleceğin tedavisi bitkisel ilaçlarda...


Ege Üniversitesi (EÜ) Eczacılık Fakültesi'nde konuşan Prof. Dr. Bijen Kıvçak, fitoterapinin (bitkisel ilaçlar) geleceğin tedavi yöntemi olduğunu söyledi.






1996 yılında başlayan fitoterapi kursları, ilkbahar ve sonbahar olmak üzere yılda iki defa düzenleniyor.

Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı tarafından düzenlenen kursa bütün hekim, veteriner ve eczacılar katılabiliyor. Bugüne kadar bin 500'den fazla kişinin katıldığı kurslarda, EÜ Eczacılık Fakültesi öğretim elemanları tarafından fitoterapinin tarihî gelişimi, kullanım alanları ve tedavi şekilleri hakkında bilgiler veriliyor.

Kursta konuşan Prof. Dr. Kıvçak, fitoterapinin dünyada yaklaşık 50 yıldır kullanılan bir tedavi yöntemi olduğunu, ama Türkiye'de son 10 yıldır aktif olarak kullanıldığını belirtti. Kıvçak, "Dünyada fitoterapiye konvansiyonel, yani kimyasal ilaç tedavisine alternatif olarak bakılıyor. Çünkü tamamen doğadaki bitkisel kaynaklardan elde edilen ilaçlarla uygulanan bir yöntem. Bu yüzden geleceğin tedavi yöntemi olarak görülüyor. Ticari pastası da aynı oranda büyük olan fitoterapiyle tedavi 2002 yılında 6.8 milyar dolarlık bir paya sahip oldu. Fitoterapi ilaçları özellikle Avrupa ülkelerinde tüketiliyor. Piyasanın büyük bir kısmını da yine Avrupa ülkeleri elinde tutuyor" dedi.

Avrupa'da eczacılık fakülteleri tarafından fitoterapi derslerinin uzun yıllardır verildiğini anlatan Kıvçak, "Türkiye'de ise bu dersler 6 yıldır veriliyor. Açığı kapatmak için üniversitelerin eczacılık fakülteleri ve Türkiye Eczacılar Birliği kurs, konferans ve seminerler düzenliyor" diye konuştu.

Prof. Kıvçak, Türkiye'de market ve pazarlarda bulunan bitkisel çayların tamamen kontrolsüz satıldığını ve içildiğini belirterek, bu durumun tedavi yerine bazı rahatsızlıklara yol açabileceğini söyledi. Bunun sebebini fitoterapinin yeterince bilinmemesine, daha da kötüsü önemsenmemesine bağlayan Prof. Dr. Kıvçak, ayrıca kendilerine halk hekimi veya Lokman hekim diyen bazı kişilerin, hiçbir tıbbi bilgisi olmadan hastalara bitkisel karışımlar verdiğini, bunlarınsa birçoğunun hastayı iyileştirmek yerine daha kötü yaptığını ifade etti.

Türkiye'nin fitoterapi kaynaklar konusunda çok şanslı ülkelerden biri olduğunu ifade eden Kıvçak, "İklimin çeşitli olması itibariyle fitoterapide kullanılabilecek çok sayıda bitki çeşidi var ve bunların birçoğu şu anda tıpta kullanılıyor, ama biz bunları tam verimli kullanamıyoruz. Avrupa'ya kök, dal veya yaprak olarak sattığımız bitkilerimizi, pahalı ilaçlar olarak geri alıyoruz. Bunu engellemek için araştırma enstitüleri ve laboratuvarlar kurulması gerekir. Bu sayede dışarı bağımlı olmaktan kurtulmuş oluruz" dedi.

Prof. Kıvçak, doktor ve eczacı birliklerinin bir araya gelerek fitoterapi yöntemini tanıtması ve bu konuda basının da doğru yönlendirilmesi gerektiğini söyledi.



VAKİT




Recai YAHYAOĞLU - dryahyaoglu@hotmail.com 2007-02-17

TEHLİKENİN FARKINDAMIYIZ ?

Bizi hasta etmeyen hiçbir şey yokmuş

Kimya mühendisi Mennan Kuzanlı Nasıl Zehirleniyoruz? Nasıl Korunuruz? adlı kitabında halıdan deterjana, saç jölesinden tıraş kremine kadar birçok ürünün taşıdığı riskleri anlatıyor.

Günlük hayatımızda kullandığımız neredeyse her şeyin hastalık sebebi olabileceğini söyleyen Kuzanlı, kitapta bu riskleri bertaraf edebilmek için doğal ürünlerden yapılan tarifler de veriyor


Kimya mühendisi Mennan Kuzanlı’nın Dharma Yayınları’ndan çıkan Nasıl Zehirleniyoruz? Nasıl Korunuruz? adlı kitabı şaşırtıcı olduğu kadar ürkütücü bilgilerle dolu. Öyle ki yediğimiz gıdalardan, oturduğumuz koltuğa, kullandığımız deodoranttan saç kurutma makinesine kadar her şey neredeyse sağlığımızı bozmak için üretilmiş. Aslında günlük yaşamda hiç fark etmediğimiz davranışlarımızın bizi amansız hastalıklara sürükleyeceğini bilmek pek de iç açıcı görünmüyor. Ama Kuzanlı kitabında risklerden nasıl korunabileceğimizi de anlatıyor. Örneğin çamaşırları beyazlatmak için kullandığımız ürünlerin kanserojen etkilerinden bahsediyor ve bu etkilerin ortaya çıkmaması için doğru kullanım şeklini anlatıyor. Hatta ‘Aman riskliyse ben hiç kullanmayayım’ diyenlere de alternatif doğal tarifler veriyor.

TEHLİKENİN FARKINDA DEĞİLİZ

Kimya mühendisliğinin bu alanda yaptığı araştırmaları anlamakta kendisine çok yardımcı olduğunu söyleyen Kuzanlı, değil kimya eğitimi alan, tıp eğitimi gören ve ileride toplum sağlığı ile birebir ilgilenecek olan gençlere dahi sağlığın nasıl korunabileceği, çevrenin nasıl sağlıklı olabileceği konularında yeterli derecede bilgi verilmediğini düşünüyor. Kuzanlı ‘Hatta bu eğitim ve bilgilerin üniversite seviyesinde değil, çocukluk döneminden itibaren aile içi ilk eğitimlerde verilmesi gerektiğine inanıyorum. İnsanlar yaşamları süresince hem kendilerine zarar verecek şekilde yanlış besleniyorlar hem de on binlerce değişik cins zehirli kimyasal ile bir arada yaşamanın ve bu ürünleri yaşamlarının bir parçası haline getirmenin nelere mal olabileceğinin farkına varmadan yaşamlarını sürdürüyorlar’ diye konuşuyor.

TESADÜF DEĞİL

Kuzanlı bilimsel verilerden oluşan kaynakların yanı sıra kişisel tecrübelerinin de kendisini bu alana ittiğini söylüyor. Kuzanlı bugüne kadar maruz kaldığı tehlikelerden nasıl etkilendiğini şöyle anlatıyor: ‘Kimya mühendisliğinden mezun olduktan sonra ilk işim, tarım ilaçları üreten bir fabrikada üretim mühendisliği idi. Yaklaşık beş yıl son derece toksik ve kanserojen kimyasallarla iç içe geçti. Sonraki yıllarda tekstil ve deri sanayi gibi toksik kimyasallar ile çalışan sektörlerde görev aldım. Geçtiğimiz temmuz ayında yapılan yıllık rutin kontrol sonucunda, prostat kanseri olduğumu söylediler. Sonunda bir operasyonla prostata veda ettim. Bu süre içinde geriye dönük olarak neden hasta olduğumu düşündüm. Son altı yıldır yapabildiğim kadarıyla toksinlerden uzak kalmaya gayret etmiştim ama o kadar iç içeyiz ki yeteri kadar uzak kalmanız mümkün değil. 68 yaşında kanser geldi beni buldu ve bana göre sebebi tesadüf değildi. Önceki yıllardaki yaşam tarzım ve maruz kaldığım kanserojen kimyasal maddeler ve halen yaşadığım daha doğrusu hep beraber yaşadığımız kirli çevre, kirli atmosfer, kirli yiyecekler, kirli tüketim malzemeleri yeterli etkenler. Umarım bu kitabı okuyanlar, okumayanlara da ‘zehirlenmekten nasıl korunacakları’ konusunda yardımcı olabilir.’


Kuru temizlemeden aldığınız kıyafeti açık havada bekletin


MENNAN Kuzanlı kitabında özellikle temizleme maddeleriyle ilgili birçok riskten söz ediyor. İşte bu maddelerden bazılarının içerdikleri riskler ve bunlara alternatifleri...



Halı ve döşeme şampuanları: Birçok üründe kanserojen olan perkloretilen ve naftalen ile etanol, amonyak gibi aşırı toksik maddeler kullanılır. Ne yapmalı? Halınızın öncelikle kuru ve rutubetsiz olması gerekir. Halının üstünü pişirme sodası veya boraks ile kar yağmış şekilde örtün. Yarım saat sonra elektrik süpürgesiyle süpürün.

Bulaşık makinesi deterjanları: Bu ürünlerin birçoğu su ile temas ettiğinde aktive olarak toksik klor gazı çıkarır. Ne yapmalı? İki yemek kaşığı pişirme sodası ile iki yemek kaşığı boraksı karıştırarak kendi deterjanınızı yapabilirsiniz.

Cam temizleyiciler: Birçoğunun bileşimi amonyak ve boyadan ibarettir. Sprey şeklinde olanları havada zerrecikler halinde amonyak yoğunlaşmasına neden olacağından daha tehlikelidir. Ne yapmalı? Boş bir sprey şişesine yarı yarıya su ve sirke koyarak camlarınızı bu sıvıyla temizleyin. Yine bir buçuk kaşık sıvı sabun, üç kaşık beyaz sirke ve iki bardak su da sprey şişesinde çalkalandıktan sonra kullanılabilir.

Kuru temizleme: Uygulamada genellikle perkloretilen adında buharı solunduğunda kanser, karaciğer hasarı gibi önemli hastalıklara sebep olabilecek kimyasal bir madde kullanılır. Ne yapmalı? Eşyalarınızı kuru temizlemeden alınca ilk iş açık havada bekletmek olmalı. Bu süre birkaç gün olabilir.


Pişirirken çelik, yerken boyasız porselen tercih edin


NASIL Zehirleniyoruz? Ne Yapmalı? kitabında satın alırken hangi üründe hangi maddeye dikkat etmemiz gerektiği yer alıyor. Örneğin porselen yemek takımı alırken parlak sırlı veya boyalı takımların ne kadar kurşun içerdiğini bilemeyeceğimizi söyleyen Kuzanlı, bu tür ürünlerin riskli olabileceğini belirtiyor. İşte kitaptan birkaç hayati örnek...

Pişirme kabı alırken dökme demir, paslanmaz çelik, ısıya dayanıklı cam kaplar seçin.

Çocuğunuza oyuncak alırken tahtadan yapılanları ve boyasızları tercih edin.

Tıraş kremi ve sabun alırken içeriğinde aloevera, vitamin E, çay ağacı yağı, nane, lavanta gibi doğal içerikli olanları alın.

Diş macunu alırken içinde polysorbat 60 ve 80 olanlara dikkat edin.

Duvar kağıdı seçerken plastik olmayanı tercih edin ve su esaslı yani suda eriyen yapıştırıcılar kullanın.

Evinizde zemin döşemesi olarak masif ahşabı tercih edin.

ESRA CENGİZ

Star Gazetesi

MASAJ

» Klasik Masajın Etkileri


Masajın vücut üzerindeki direkt ve in direkt etkileri, vücut örtüsüne uygulanan manipülasyonların, yani ellerle verilen dokunma, bastırma, germe, esnetme ve titreştirme biçimindeki mekanik uyarıların tepkileridir. Tepki.deride, derialtı dokusuna, kaslarda ve damarları sinir ağında yerel oluşabileceği gibi; refleks yolla başka bölgelere, örneğin iç organlara da aktarılabilir. Vejetatif sinir sisteminin uyarılması da genel etki kompleksi kapsamındadır. Masajın etkileri, fiziksel, fizyolojik ve psikolojik etmenlerin bileşkesi olarak değerlendirilir. Deri üzerinden ellerle verilen basınç ve germe biçimindeki ritmik mekanik uyarılarla sıkıştırılan ve gerilerek esnetilen deri, deri altı dokuları ve kasların yapılarındaki sinir uçları (reseptörler) uyarılır. Ayrıca, dokuların yapılarındaki kan ve lenf damarları da bu fiziksel uyarılardan etkilenir; arteriyel, venöz, kapiller ve lenf dolaşım canlanır.

Vücut sistemleri üzerindeki etkiler şöyle derlenebilir.

1. Dolaşım Sistemi Üzerinde Etkiler
Klasik masajın kan ve lenf dolaşımı üzerine etkileri .deneysel ve klinik araştırmalarla kanıtlanmıştır. Vücut örtüsüne kalp yönünde uygulanan yeterli dozdaki öfloraj ve petrisajla, lenf ve venöz sistem uyarılarak dolaşımı aktive edilir (damarsal etki). Bölgedeki kan akımındaki canlanma aletsel olarak da gösterilebilir. Damarlardaki akışın canlanmasıyla. dokularda sıvı değişimi hızlanır, dokular daha bol besi maddesi ve oksijen alabilir, metabolizma artıkları bulundukları yerden daha çabuk uzaklaşabilir.
Damarların çevresinde bulunan otonom sinir ağının: uyarılmasıyla da damarlarda refleksif bir genişleme olur. Yani, kan akımındaki hızlanma salt yumuşak bir hortum içinde ki sıvının sıvazlanarak ilerletilmesi demek değildir!

2. Kas1ar Üzerine Etkiler
Çok kez sanıldığı gibi, masajla ne kas hacmi artırılabilir ne de kas güçlendirilebilir. Kasları kuvvetlendirmenin tek yolu, düzenli aktif çalışmalar, yani egzersizlerdir. Masaj; ancak kasların işlevsel yeteneklerini yeniden kazandırılmasında yardımcı olarak kasların güçlenmesine katkıda bulunabilir:

* Yorgun kas masajla, salt dinlenmeyle geçirilen süreye oranla çok daha çabuk dinlenip gevşeyebilir.

* Masaj yapılan kaslar; dolaşımların canlanmasıyla daha iyi beslendikleri için yaralanmalara karşı daha dirençlidirler; aşırı zorlanma daha iyi uyum sağlayabilirler.

* Kan akımının hızlanmasıyla süt asidi vb. metabolizma artıklarının oluşturdukları yerden taşınmalarıyla birikim önlenir; germe, esnetme ve titreştirme manipülasyonlarıyla hipertonik kaslar gevşetilip, esnetilebilir. Nitekim, klinik çalışmalarımızda hipertonik kasın, bireyden bireye değişmek üzere, 7-8 seans sonra el altında birden bire gevşediğini görüyoruz:

* Masaj, yetersiz harekette, yaralanmalarda ve felçlerde olası kas erimesini, atrofiyi önlemez, ama sertleşme,fibröz doku oluşumu ve kasılmalar bilinçli bir masajla engellenebilir. Kas ve eklemlerde değişik nedenlere bağlı hareket kısıtlamalarında egzersizlerden önce masaj uygulanırsa egzersizler daha kolay ve rahat yapılabilir.

3. Sinirler Üzerine Etkiler
Kopmuş bir sinirin masajla yeniden oluşturulması (rejenerasyonu) söz konusu değildir. Ancak, sinir ve çevre dokularının kan dolaşımının aktive edilmesi, metabolizmanın yükselmesiyle rejenerasyon hızlandırılabilir.

4. Dinlendirici, Gevşetici-Psikosedatif Etki
Genel masajda uyuklama, solunumun derinleşmesi; masajdan sonra yorgunluğun, bitkinliğin kaybolması, kişinin zindeleşmesi, masajın çevresel ve merkezi sinir sistemi üzerine olumlu etkisinin somut belirtisidir.Masajın en tipik psiko-sedatif etkisi, çocuklarda olsun, büyüklerde olsun okşama-sıvazlamadır.! Bu nedenle de masörün kişiliği yaklaşımı, sonucu büyük çapta etkiler.

5. İç .Organlar Üzerine Etkiler
Vücut örtüsünde belli bölgelerin değişik yöntemlerle uyarılmasıyla bazı iç organ hastalıklarına etkili olunabilmektedir. Nitekim mide ağrılarında, safra kesesi sancılarında, karında gaz oluşumlarında, sırtta belli bölgelerin ovulmasıyla rahatlama olduğu halk arasında bilinir (masajın uzak etkisi!} İç organların vücut örtüsünde refleksif yolla ilişkili bulunduğu alanların haritası bile çıkarılmıştır (Head Bölgeleri). "Bağ Dokusu Masajı" ve ''Ayaklarda Refleks Alanlarının Masajı" bu bölgelere uygulanmaktadır. Uzakdoğu kökenli Akupunktur; akupressur ve shiatsu ile de iç organlara etkili olma amaçlanmaktadır.

6. Ağrı Dindirici Etki
İnsanın, ağrıyan acıyan yerini içgüdüyle ovuşturması, masajın tipik ağrı giderici etkisidir. Uzun bir yürüyüş sonunda ya da zorlu bir işten sonra ağrıyan bacak ve kol kaslarının ovulması ya da ovdurulmasının anlamı da budur. Yara1anmanın olmadığı salt gerginlik ve kasılmaya, spazma bağlı kas ağrılarında neden, kasılan kas içindeki damarların sıkışarak daralmasıyla kasın yeteri kadar oksijen alamamasıdır. Bu gelişme tıpta ağrı kısır döngüsü olarak bilinir. Bu kısır döngüyü kırmak, kasa gerekli oksijeni gönderebilmek için spazmın kaldırılması, kan dolaşımının düzenlenmesi gerekir. Masajla hem spazm çözülebildiği, hem de kan dolaşımı artırılabildiği için ağrı geriler.

Ayrıca, ağrı duygusunu indirgeyen ağrı eşiğini yükselten maddelerin (endorfin vb.) salgılanmasını bilinçli ve düzenli masajla artırıcı fizyolojik bilgi ve teknik eğitim gereklidir. Bu da ancak özel masaj okullarıyla sağlanabilir. Ülkemizde maalesef bir tek özgün masaj okulu yoktur. Türkiye sınırları içindeki tüm masörlerin ve masözlerin neyi ne kadar bildiklerini, ne yaptıklarını ehliyetlerini, Sağlık Bakanlığı dahil kimse bilmez!

Klasik Masajın Etkileri
Hazırlayan : Dr. Necdet Tuna





Recai YAHYAOĞLU - dryahyaoglu@hotmail.com 2004-08-07

HATIRLATMA

>KOZMİK BEDEN TEMİZLİĞİ NEDİR VE NASIL HAZIRLANIR?
KOZMİK BEDEN TEMİZLİĞİ - DETOKS UYGULAMA ŞEKLİ

Nestle süt tozunda zehirli madde

Tayvan, merkezi İsviçre'de bulunan ve Çin'de üretilen Nestle marka süt tozunda, az miktarda zehirli madde bulunduğunun tespit edildiğini açıkladı.

Tayvan Sağlık Bakanı Yeh Chin-chuan, süt tozlarının, Çin'in kuzeydoğusunda bulunan Heilongjiang eyaletinde üretildiğini, geçici önlem olarak süt tozlarının raflardan kaldırılacağını belirtti.

Tayvanlı bakan, az miktarda zehirli madde bulunan süt ürünlerine izin verip vermeme konusunda karar almak için ABD, Japonya, Avrupa ve Dünya Sağlık Örgütünden gıda güvenliği uzmanlarına danışacaklarını ifade etti.

Çin'de, zehirli madde bulunan sütler, 4 bebeğin ölümüne, 50 binden fazla çocuğun hastalanmasına neden olmuştu.

AA

Anne sütü anneler için de faydalı

Anne sütü anneler için de faydalı

Bebekler için faydaları her fırsatta dile getirilen anne sütünün, anneler için de büyük yararları olduğu belirtiliyor.

Özel Jimer Hastanesi doktorlarından Op. Dr. Gülin Okan, bebekteki gelişimi olumlu etkilediğini belirttiği anne sütünün, anne için de oldukça önemli olduğunu vurguladı. Anne sütünün bazı hastalıklardan ve enfeksiyonlardan korumaya yardımcı etkilerinin olduğunu belirten Op. Dr. Okan, şöyle konuştu: "İçerdiği koruyucu maddeler nedeniyle anne sütü alan bebeklerde kulak enfeksiyonu, allerjiler, kusma, ishal, bronşit, bronşiolit, menenjit daha az sıklıkta görülür. Anne sütünün içeriği bebeğin değişen ihtiyaçlarına göre değişim gösterir. Sütün sabah ve akşam içeriği farklıdır. Bebek prematüre doğmuşsa prematüre bebeğin ihtiyaçlarına göre farklılık gösterir. Bebek için sindirilmesi en kolay olan besindir. Bu nedenle bebekler daha sık beslenmek ister ve daha iyi kilo alırlar. Ayrıca karın ağrısı, gaz sancısı ve kabızlık daha az sıklıkta görülür. Anne sütü alan bebeklerde 'ani beşik ölümü sendromu (SIDS)' daha az sıklıkta görülür. Temas, sıcaklık ve yakınlık sağlayarak emzirme ile anne ve bebek arasında özel bir bağ oluşur. Bebeğin ruhsal gelişimi için faydalıdır. Emzirme çene ve dişeti gelişimi için de oldukça faydalıdır."

Anne sütünün bebekle birlikte anne için de faydalı olduğunu belirten Okan, "Annede bulunan süt, annenin kalori yakmasını sağlayarak doğum öncesi kilosuna dönmesine yardım eder. Yumurtalık ve göğüs kanseri riskini azaltır. Kemik yoğunluğunu artırır. Adet kanamalarının başlamasını geciktirir. Doğum sonrası uterusun normal boyutlarına dönmesine yardım eder" dedi.

Bebek emziren anneler aldıkları her şeyin anne sütü aracılığı ile bebeğe geçeceğinin farkında olması gerektiğini belirten Okan, şöyle devam etti: "Emzirme süresi boyunca anne ilaç kullanma gereği duyuyorsa bunu mutlaka doktoruna danışmalıdır. Bazı ilaçlar bebekler için zararlı olabilir. İlaç almak gerekiyorsa emzirdikten hemen sonra alınmalıdır. Alkol kullanımı tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Sigara içilmemeli ve bebekle aynı ortamda sigara içilmesine izin verilmemelidir. Kafein içeren içeceklerden uzak durulması gerekir çünkü kafein bebekte uykusuzluk, sinirlilik yapabilir, iştahsızlığa neden olabilir. Kola ve asitli içeceklerden uzak durulmalıdır. Bununla birlikte bazen bebeklerin inek sütüne karşı allerjisi olabilir. Bu durumda bebek emdikten birkaç dakika veya birkaç saat sonra başlayan ishal, döküntü, huzursuzluk veya gaz oluşabilir. Bebeğinizin inek sütüne allerjisi olup olmadığını anlamak için 2 hafta süreyle tüm inek sütü ürünleri (inek sütü, peynir, yoğurt) anne diyetinden çıkarılmalıdır."

Okan, özellikle 1 - 7 Ekim Emzirme Haftası'nda yapılan bilgilendirmeler ile annelerin bu konuda bilinçlendirilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Cihan

Yoyo sendromu

Sık kilo alıp vermenin, bağışıklık sistemini zayıflattığı ve metabolizmayı yavaşlattığı bildirildi.

Beslenme ve diyet uzmanı Lale Sağlık, sık kilo alıp vermeye bağlı metabolizmanın yavaşlamasının ''Yoyo Sendromu'' olarak adlandırıldığını belirterek, ''Bu sendrom adını bir oyuncaktan alıyor. İpe sarılı ensiz makara biçimindeki oyuncakta bir ileri bir geri giden top benzeri kiloların bir alınıp bir verilmesiyle birlikte seyrediyor'' dedi.

Bir çok kişinin kış mevsimine girerken ilkbahar ve yaz aylarında verdiği kiloların tamamına yakınını geri almaya başladığından şikayetçi olduğunu belirten Sağlık, sık kilo alıp vermenin bir süre sonra metabolizmaya zarar verdiğini kaydetti. Bu durumun diyet programlarında hedeflenen düzenli ve kalıcı kilo kaybını olumsuz etkilediğini dile getiren Sağlık, ''Önceleri masummuş gibi gözüken bu durum zaman içerisinde bir kısır döngüye dönüşmekte ve diyetle hedeflenen başarı oranını düşürebilmektedir'' diye konuştu.

Sağlık, ''Yoyo Sendromu''na, başta dış görünüş için kilo verme arzusuna dayalı estetik kaygılar, kısa sürede hızlı kilo verme amacıyla uygulanan bilinçsiz ve kişiye özgü olmayan diyetlerin neden olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:

''Özel günler için (doğum günü, düğün, tatil gibi) kısa sürede hedef kiloya yanlış diyetlerle kavuşup sonrasında ulaşılan kiloyu koruyamamak da en sık görülen nedenler arasında yer alıyor. Bunun dışında, uzman kontrolünde sağlıklı bir şekilde hedeflenen ağırlığa ulaştıktan sonra, sağlıklı beslenme önerileri alışkanlık haline getirilmediği ve aniden eski beslenme alışkanlıklarına dönüş yapıldığı için kilolar tekrar geri alınabiliyor.

Bilinçsizce kullanılan zayıflama ilaçları, bireyin kilo verdikten sonra yaşadığı psikolojik durum değişiklikleri de dengesizliğe yol açabiliyor.''

Sağlık, sık kilo alıp vermenin genellikle 20-40 yaş arasındaki kadınlarda estetik kaygısına bağlı olarak ortaya çıktığını söyledi.


-''VÜCUDUN YAĞ DOKUSUNUN ARTIYOR''


Sık kilo alıp vermenin ciddi sağlık sorunlarına neden olabileceğini belirten Sağlık, ''Bireyin metabolizma hızının yavaşlamasına, vücudun yağ dokusunun artarak kas, su ve yağsız doku oranının azalmasına, sık ve kısa sürede kilo alıp vermeye bağlı olarak bireyin bağışıklılık sisteminin zayıflamasına yol açabiliyor ve hastalıklara karşı vücut direncini zayıflatabiliyor'' diye konuştu.

Sağlık, bilinçsiz ilaç kullanımı sonucunda ''kalpte ritm bozuklukları, sindirim sistemi bozuklukları, kan basıncının yükselmesi, menstruasyon düzensizliği, psikolojik durum bozukluklarının (sinirlilik, gerginlik, anksiyete gibi )oluşumu, kişinin kilo verdikten sonra kazandığı özgüven duygusunu yitirmesi'' gibi fiziksel ve psikolojik etkilerin de görülebildiğini kaydetti.


-''ÜÇ TEDAVİ BİRLİKTE UYGULANMALI''

''Yoyo sendromu'' sonrasında kişide oluşan fiziksel ve psikolojik harabiyet karşında çeşitli tedavilerin yapılabileceğini ifade eden Sağlık, ''Diyet tedavisi, fiziksel aktivitenin artırılması, davranış değişikliği tedavisi, gerekli durumlarda ilaç tedavisi ve cerrahi tedavi uygulanabilir'' dedi.

Sağlık, tedavinin başarılı olabilmesi için ilk üç tedavinin birlikte uygulanmasının faydalı olacağını söyledi.

''Yoyo sendromu'' sonrasında uygulanacak diyetin başarısının, hiç diyet yapmamış bir kişiye uygulanan diyet programına göre daha zor olduğunu ifade eden Sağlık, ''Bu kişilere uygulanacak diyet tedavisinin başlıca amacı, vücut ağırlığını istenilen düzeye indirmek, kişinin besin ögesi gereksinimlerini yeterli ve dengeli oranda karşılamak, yanlış beslenme alışkanlıklarını ortadan kaldırmak, sürekli kilo kontrolünü sağlamak ve uygulanan diyet programını bir yaşam tarzı haline getirerek ulaşılan ideal ağırlığı kalıcı kılabilmek adına da en az bir yıl bu değeri korumaktır'' diye konuştu.

(aa)