Sunday, March 30, 2008

Mozarella peyniri her an yasaklanabilir

Mozarella peyniri her an yasaklanabilir


Ünlü İtalyan peyniri Mozzarella'nın kanserojen madde içerdiği gerekçesiyle Avrupa Birliği ülkelerinde yasaklanabileceği öğrenildi.

AB ülkelerinde satılan Mozzarella peynirlerinin kanserojen madde içermesi nedeniyle AB ülkelerinde yasaklanması gündemde. Paketlerde, tüketicileri bilgilendirici yazıların da eksik olduğu ifade edilen peynirin, AB Gıda Komisyonu tarafından yasaklanabileceğini açıklandı.

Napoli ve güney İtalya'daki 29 firmanın ürettiği ürünlerde yapılan analizlerde, yüksek miktarda dioxin adlı kanserojen madde bulunduğu görüldü. Mozzarella peynirleri, Güney Kore ve Japonya'da yasaklanmış durumda.

Öte yandan haberin İtalya'da yayınlanması üzerine Mozzarella peyniri satışlarının yüzde 30-35 civarında düştüğü öğrenildi. Pizza ve makarna soslarının vazgeçilmezi konumunda olan Mozarella peyniri Türkiye'de de oldukça yaygın bir şekilde tüketiliyor ancak yasağın Türkiye'ye yansımasının ne şekilde olacağı şuan için bilinmiyor.

İHA

Cep telefonu kansere yol açıyor

Cep telefonu kansere yol açıyor


Tıp alanında çok sayıda ödül sahibi İngiliz beyin cerrahı Prof. Vini Khurana, cep telefonlarının sigaradan da asbestten de daha zararlı olduğunu ve kansere yol açtığını öne sürdü.

Cep telefonu kansere yol açıyor
Cep telefonu üreticilerine seslenen Khurana, cep telefonlarındaki radyasyon oranının mutlaka düşürülmesi gerektiğini savundu.
Halka da "cep telefonlarınızı mümkün olduğu kadar az kullanın, mecbur olmadıkça kullanmayın" çağrısında bulunan Prof. Vini Khurana, hükümetin de acil önlemler alması ve cep telefonu üreticilerinin radyasyon seviyesini düşürmesini sağlaması gerektiğini ifade etti.

Khurana'nın araştırmasının sonuçları, cep telefonlarının sağlığa muhtemel zararları konusunda bugüne kadar yapılmış en olumsuz tahmin olarak kabul edilirken, Khurana'nın araştırmasının sonucunda hazırladığı makale IoS adlı sağlık dergisinde yayımlandı.

Khurana, 10 yıl boyunca cep telefonu kullananların beyin kanserine yakalanma oranlarının iki kat arttığını öne sürdüğü araştırmasında, beyin kanserlerinin gelişmesinin de 10 yıl kadar süre aldığını belirtti.

Bilimsel araştırmalar alanında 16 yılda 14 ödül alan ve 40'a yakın makalesi bulunan Prof. Khurana'nın, araştırması sırasında cep telefonlarının etkileri konusunda bugüne kadar yapılmış 100'den fazla araştırmanın sonuçlarını da yeniden değerlendirdiği bildirildi.

Cep telefonlarının beyin tümörlerine yol açtığının gelecek 10 yıl içinde kesinlikle kanıtlanmasını beklediğini de belirten Khurana, hemen önlem alınmazsa gelecek 10 yılda beyin tümörü vakalarında büyük artış görülebileceğini ifade etti.

AA

DOĞAL ANTİBİYOTİK

DOĞAL ANTİBİYOTİK

Toplumumuzda herşey ilaca bağlanır. İlaçlara bağımlılığımız var.
Boğazlarımız biraz kızarınca veya biraz öksürünce gelişigüzel bir antibiyotik alırız.Bu antibiyotikler de balgamı söktürmez, mikrobu vücuttan çıkaramaz. Zamanla vücutta bağışıklık sağlarlar ve etkileri kalmaz.

Bunun yerine doğal antibiyotikler kullanmamız lazım.

Doğal antibiyotikler nedir?

Sarımsak, soğan doğal antibiyotiktir. Bunları çok fazla tüketmek lazımdır.

Bunu için özel reçete olarak tavsite ettiğimiz tarif :

500 CC (yarım litre) kaynamış soğumuş suya,
kabukları soyulmuş bir baş sarımsak, yarım limonu kabuğuyla dilim dilim doğrayıp içine atın. Kapağını kapatıp (alimünyum folyoyla sararak ışık almasını engelleyebilirsiniz) karanlık bir ortamda 4 gün bekletin. Dört gün beklettikten sonra içinden posasını alın.

Her kışa girerken bir kaç defa bu doğal antibiyotiği tekrarlarsanız savunma mekanizmanız güçlü olur. Her yemekten 15 dakika önce
aç karnına bir yemek kaşığı içebilirsiniz.

Dışarıdan gelen mikrop ve virüslere karşı etkilidir.Hiç bir yan etkisi de yoktur. limonu hayatımızdan çıkartmayın.

Tarifimiz bir kişiliktir. Daha fazla su ve ölçüyle de yapabilirsiniz.



Elmas Maranki
kaynak

Wednesday, March 26, 2008

sülük

Demi Moore'un güzellik sırrı sülük!



Kendisinden 16 yaş küçük olan oyuncu Ashton Kutcher'la evli olan Hollywood yıldızı Demi Moore, genç kalabilmek için sülük tedavisi yaptırıyor
27 Mart 2008 08:10
Yazı boyutunu büyütmek için
Son filmi 'Flawless'ın tanıtımı için David Letterman Show'a katılan Demi Moore anti-aging sırlarını açıkladı.

Moore "Avusturya'ya kanımın sülükler tarafından emilmesi için gidiyorum. Sağlıklı ve formda kalmak için her şeyi yaparım" dedi. Sülükleri vücudun yenilenmesi ve iyileşmesinde büyük rol oynadığını kaydeden güzel oyuncu, sülüklerin kirli kanı emerek kişinin vücuduna şifa verdiğini belirtti.
BEBEKLERDE GAZ
DR. KADİR TUĞCU

GAZ SANCISI BEBEKLERDE SIKÇA GÖRÜLEN BİR PROBLEMDİR. BEBEK 2-3 HAFTALIK OLDUĞUNDA BAŞLAR, 4-6 HAFTADA EN YOĞUN DÖNEME ULAŞIR, ÇOĞUNLUKLA 4 AYDA BİTER.

Bebeklerin gaz problemi her yeni doğum yapmış annenin kabusudur. Bu kabus 20. günü akşamı başlar ve aşağı yukarı 4. ayın sonuna kadar da sürer. Bu ilk 20 gün tabiatın annelere bahşettiği grace periyottur, bu dönemde anne doğum sonrası kendisini toparlamaya vakit bulur, fakat 20. gün akşamı gaz sancıları başlayacaktır.

BEBEKLERDE GAZ UFAK BİR PROBLEM GİBİ GÖZÜKSE DE HEM BEBEK HEM DE ÇEVRESİNDEKİLER İÇİN ZOR BİR DURUMDUR. ÖZELLİKLE YENİ DOĞAN BEBEKLERDE SİNDİRİM SİSTEMİNİN TAM GELİŞMEMİŞ OLMASI NEDENİ İLE GAZ PROBLEMİNE SIKÇA RASTLANIR.

Bebeklerde saz sancısının nedeni hareketsizliktir. Bir ameliyattan sonra ya da sezaryen yapmış anneyi kaldırıp yürütmelerinin nedeni de gazı önleme çabasıdır. 4. aydan sonra bebek kendi kendine dönmeye başladığından ötürü gaz problemi biter. Sırf bu yüzden bebekler arabaya bindiklerinde gaz problemi geçmektedir. Eskiden bebeklerin gaz problemi çekmemelerinin nedeni düz yatak kullanılmaması, beşik ve salıncak kullanılması, yahut ayaklarında ya da battaniye içerisinde uyutmalarıydı. Annelerin üzerine düşen vazife çocuklara hareket verecekler, sık sık kucaklarına alacaklardır. Kucaklarında şu biçimde dik tutarak akciğerleri hizasında değil, barsak ve mide hizasında ele hafif bir çukur vererek hava boşluğu bırakacak şekil verilerek hafifçe vurulmalıdır böylece bebeğin gaz çıkarması sağlanmış olur. Dört ayın sonuna yani gaz problemi bitinceye kadar bunu uygulamak gerekir. Bundandır ki, kucağa alma, alışır gibi inanışlar itibar edilmemelidir.

YENİ DOĞAN BEBEKTE KARIN AĞRISI VE GAZ PROBLEMİ VARSA DEVAMLI AĞLAR. HUZURSUZDUR VE DOLAYISIYLA ÇEVRESİNDEKİLERİ DE HUZURSUZ EDER. BEBEĞİN KARNINDA GERGİNLİK GÖRÜLÜR VE BACAKLARINI SÜREKLİ KENDİSİNE DOĞRU ÇEKER.

Bebek gazı olduğunu hıçkırık tutması, alttan gaz çıkarma ve meme emerken karnından gelen gurultularla göstermeye çalışır. Eğer bunlar varsa anne gazını etkili bir şekilde çıkaramıyor demektir, dikkat etmek gerekir.

SIK VE DÜZENSİZ BESLENEN BEBEKLERİN GAZ SANCILARI DAHA DA ARTABİLİR. BU NEDENLE BEBEKLER GEREĞİNDEN FAZLA EMZİRİLMEMELİ GEREKSİZ YERE EK BESİNLER VERİLMEMELİDİR.

Bu devrede ikinci bir gaz sancısı nedeni aşırı yedirmektir. Çok ağlayan çocuklara aç zannedilerek meme verilir. Çocuğun hazımsızlık ağrıları çekmeye başlar ve bu sancı gaz sancısından çok daha beterdir. Bunu normalde altın sarısı renkte olması gereken kakanın yeşil renge dönmesi ile anlayabiliriz. Çocuğun yeşil renkte kaka yapması üşüttüğünü ya da annenin ayağını üşüttüğünü göstermez. Soğuğun gaz sancısı ile hiçbir ilgisi yoktur, hareketsizlikten kaynaklanır. Kucağa almanın da hiçbir sakıncası yoktur.

kaynak

Bebeklerde göz sulanması hastalık olabilir!

Bebeklerde çok sık görülen göz sulanması uzun süre geçmediğinde dikkat edilmesi gereken bir sorun haline dönüşebiliyor.
25 Mart 2008 08:33
Yazı boyutunu büyütmek için
Yeditepe Üniversitesi Göz Hastanesi’nden Yrd. Doç. Dr. Deniz Oral, herhangi bir sağlık problemi olmayan ve zamanında doğmuş bebeklerin yaklaşık olarak yüzde 5’inde gözlerde sürekli sulanma ve çapaklanma görülebildiğini belirterek şu bilgileri verdi:

“Sulanmaya ve çapaklanmaya neden olur”

“Normalde göz yüzeyini nemlendirmek ve korumak için gözyaşı bezleri tarafından üretilen gözyaşının fazla kısmı gözyaşı kanalı tarafından burun boşluğuna aktarılır. Gözyaşı kanalı alt ve üst göz kapaklarının iç köşesinde iki küçük delik olarak başlar ve buradan aşağı doğru uzanarak burun boşluğuna açılır.

Ağlarken burnumuzun akmasının nedeni çok miktarda gözyaşının bu kanaldan burun içine boşalmasıdır. Bazı bebeklerde gözyaşı kanalının gelişimi doğumda tamamlanmamıştır ve kanalın burun boşluğuna açıldığı noktada ince bir zar bulunur. Bu zarın neden olduğu tıkanıklık nedeniyle fazla gözyaşı ve içindeki artık maddeler göz yüzeyinde birikerek sürekli sulanma ve çapaklanmaya neden olur. Bu durum doğumsal gözyaşı kanalı tıkanıklığı olarak adlandırılır ve tek ya da her iki gözü beraber etkileyebilir. Sürekli sulanma ve çapaklanmanın yanısıra kanal tıkanıklığına bağlı olarak mikrobik enfeksiyon gelişmesi durumunda gözlerde kızarıklık ve kapaklarda şişme de görülebilir…

“Masaj uygulanması çapaklanmayı azaltır”

Doğumsal gözyaşı kanalı tıkanıklıklarının yüzde 95’i bebek 1 yaşına gelmeden kendiliğinden açılır. Bu nedenle 1 yaşına kadar sadece gözyaşı kanalına masaj uygulanması ve gerektiğinde çapaklanmayı azaltmak için kısa süreli antibiyotikli damlalar kullanılması yeterlidir. Masaj uygulaması sırasında işaret parmağı gözün iç köşesi ile burnun birleştiği noktaya konur ve alttaki burun kemiği üzerine bastırılarak parmak aşağı doğru kaydırılır. Masaj uygulaması gözyaşı kanalı içinde basınç oluşturarak kanalın alt ucundaki tıkanıklığı açılmaya zorlar…

En sık olarak doğumsal gözyaşı kanalı tıkanıklığına bağlı olmakla beraber, bebeklerde sulanma gözyaşı kanallarının yokluğu, doğuştan olan göz tansiyonu hastalığı, yoğun allerji veya kimyasal etkilere bağlı olarak gözlerde oluşan tahriş gibi nedenlerden de kaynaklanabilir…

“Göz doktoru değerlendirmeli”

Bu sebepler daha nadir olarak görülmekle beraber, sorunun neden kaynaklandığının belirlenmesi açısından gözlerinde sürekli sulanma olan bebeklerin bir göz doktoru tarafından değerlendirilmesi büyük önem taşır. Tedavide sorunun kendiliğinden geçme ihtimali azaldığı zaman sondalama işlemi uygulanır. Ameliyathane ortamında bebeğe hafif bir genel anestezi verilmesini takiben gözyaşı kanalına sonda adı verilen özel bir alet ile girilerek tıkanıklık açılır.

Sondalama işleminin başarı şansı yüzde 95 seviyesindedir. İlk sondalama işlemi sonrasında kanal tıkanıklığının hala devam etmesi durumunda sondalama işlemi tekrarlanır ve sondalamaya ek olarak gözyaşı kanalının tekrar tıkanmasını engellemek amacıyla kanala ince bir silikon tüp yerleştirilir. Bu tüp daha sonraki takipler sırasında tekrar anestezi verilmesine gerek olmadan poliklinikte çıkartılır. Çok nadiren sondalama ve tüp uygulanmasına rağmen tıkanıklığın giderilemediği durumlarda ameliyatla gözyaşı kanalı ile burun boşluğu arasında yeni bir bağlantı oluşturulması gerekebilir.”



Bizim sağlık

Kuaförler için kanser riski yüksek

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), saç boyası ve diğer kimyasalları kullanan kuaförlerin daha yüksek kanser riskiyle karşı karşıya kalabileceğini bildirdi.
26 Mart 2008 04:39
Yazı boyutunu büyütmek için
DSÖ'ye bağlı Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı tarafından gerçekleştirilen araştırmada, kuaförlerin kanserojen madde ihtiva eden kimyasalları kullanmaları nedeniyle kansere yakalanma riskinin daha yüksek olabileceği ifade edildi.

Araştırmada erkek kuaförlerin mesane kanserine yakalanma riskinin, genel nüfusa kıyasla yüzde 20 ila 60 daha yüksek olduğu belirtildi. Kadın kuaförler arasında ise bu riskin düşük olduğu kaydedildi.

Akciğer kanserine yakalanma riskinin ise hem erkek hem de kadın kuaförlerde yüzde 30 daha yüksek olduğu ancak bunun kuaförler arasında sigara kullanımının yüksek olmasından da kaynaklanabileceği belirtildi.

Araştırmada ayrıca, kadın kuaförlerin yumurtalık kanserine yakalanma oranın, genel ortalamanın üstünde olduğu ifade edildi.

İHA

Vücuttaki en güçlü kas hangisidir?

Tahmin edin, bir insan vücudundaki en güçlü kas sizce hangisi olabilir. Tahmini çok zor çünkü insan vücudundaki en güçlü kas hiç ummadığınız bir organda.
26 Mart 2008 08:16
Yazı boyutunu büyütmek için
Ne bacak ne de kol kasları. İnsan vücudunun en güçlü kası dili olduğunu biliyor muydunuz?

Ortalama bir insanda 10.000 tane tat alma dokusu bulunuyor.İnsanlar her üç ila on günde bir, yeni tat alma dokuları üretiyor ama yaş ilerledikçe bunun sayısı giderek düşüyor. Yaşlı insanların dilinde ortalama 5.000 adet tat alma dokusu var.

Vücuttaki en güçlü kas olan dil, yiyeceklerdeki kimyasalları algılayan ve onların dikkate değer olup olmadıklarını bildiren papila aracılığıyla yiyeceklerin tadını beyne iletiyor. İletilen mesaj, beş farklı lezzetten geliyor (tatlı, ekşi, tuzlu, acı, fileminyon gibi sulu yiyeceklerdeki özgün tatları tanıyan uzami).


Bugün

Monday, March 24, 2008

Strese en iyi kimler dayanıyor?
%
Acıbadem Bağdat Caddesi Tıp Merkezi'nden Psikolog Ayşegül Aydın, strese en dayanıklı olanların dünyaya ve insanlara hoşgörüyle yaklaşan, esnek kişilik yapısına sahip insanlar olduğunu söylüyor.
Psikolog Ayşegül Aydın, stres ve baş etme yolları hakkında merak edilen soruları yanıtladı:

Stres nedir?

Stres kişinin biyolojik ve psikolojik dengesinin bozulmasına gösterdiği tepki durumudur. Stresi; kaygı, aşırı uyarılmışlık hal, engellenme, duygusal çöküntü, gerginlik ve çatışmaların hepsi yaratıyor.

Kaç çeşit stres var?
Günlük stresler (trafik sıkışıklığı ve ev yaşamındaki sıkıntılar, aksamalar), gelişimsel stresler ve hayat krizleri olarak üçe ayırabiliriz. Gelişimsel stresler, kişinin kronolojik yaşıyla bağlantılı yaşanan ergenlik, orta yaş krizleri, menopoz dönemi krizleri olarak sıralanabilir. Hayat krizleri ise, insan hayatına önemli ölçüde yön veren, etkileyebilecek olaylar; ölümler, boşanmalar, ayrılıklar, hastalıklar; vb. gibi.

İki kişi de aynı stresi yaşıyor. Ama biri daha çok etkileniyor, neden?
Genel anlamda stres, kişinin biyolojik ve psikolojik dengesinin bozulmasına gösterdiği tepkidir. Psikolojide kullanılan stres ise, kişinin stres kaynaklarını nasıl algıladığı ve yorumladığına ilişkin bir tanım. İki kişi de aynı şeyi yaşıyor ama biri diğerinden daha çok etkileniyor, diğeri ise, psikolojik strese daha dayanıklı oluyor. Çünkü herkesin dayanma gücü birbirinden farklı. Bunun altında; kişilik özelliklerimizin, sosyal desteğin olması, maddi yeterlilikler ve de en önemlisi geçmiş yaşantıların çok önemi var. Geçmişte şu andaki durumuna etki edecek bir stres yaşamışsa kişinin bakışı daha farklı oluyor.

Streste yüksek risk altındakiler kimler?
Günlük yaşam krizlerinin ve mücadelenin çok fazla yaşandığı ve başa çıkmanın zorlaştığı meslekler; öğretmenlik, polislik ; fiziki koşulları zorlayıcı, tozlu, gürültülü, aşırı sıcak ya da soğukta çalışılan işler, vardiyalı ya da gece işleri; yoğun rekabet ve zaman baskısı altında çalışan cerrahlar ve gazeteciler. Bir de psikolojik talebin fazla olduğu ama inisiyatif kullanılamayan sekreterlik gibi meslekler yüksek risk altında.

Strese dayanıklı kişilerin en belirgin özellikleri nelerdir?
Strese dayanıklı olabilmek için katı olmamak gerekiyor. Yani bu esnek yapıyı insan ilişkilerine yansıtmak, en küçük hatalarda parlamamak, affedici olmak, şans vermek gerekiyor. Esnek kişilik deyince şu özellikler ön plana çıkıyor:

- Esnek kişilik yapısında kişiler iş ve sosyal çevrelerinden kopuk olmayan
- Olaylara daha geniş açıdan bakabilen
- İyi iletişim kuran
- Rekabet, saldırganlık, gibi durumlarını kontrolde tutabilen
- Yaşamdan ve insanlardan olumlu beklentileri olan
- Gelecek planları bulunan
- Mücadele ve değişiklikten zevk alan
- Aşırı mükemmeliyetçi olmayan
- Herşeyi kontrol saplantıları bulunmayan
- Hoşgörülerini hep en üst düzeyde tutmaya çalışan

Stres yönetiminde başarısız olan kişiler neden başaramıyor?
Çünkü bu kişiler yanlış baş etme stratejilerini çok kullanıyor. Ya uygun olmayan kaçma, saldırganlık ya da içe kapanma gibi davranışlar geliştiriyorlar. Ya da çok fazla mücadele ederek kendi imkanlarını zorluyorlar. Başarısız olunca da alkol ve sigaraya başvuruyor ki bu da uzun vadede fizyolojik ve psikolojik bağımlılığa yol açıyor. Bir diğer yanlış strateji, kendini aldatmaya yönelik davranışlar; görmezden gelme, başkalarını suçlama, inkar gibi.

Fiziksel aktiviteyi öneriyor musunuz?
Kesinlikle öneriyorum, ama bunun doğru nefes teknikleri ve bir takım gevşeme teknikleri ile birlikte uygulanmasının daha yararlı olacağı inancındayım. Böylelikle, bedende rahatlama sağlanması bireyin duygu ve düşüncedeki olumsuzluklarla çok daha kolay baş edebilmesini sağlayacaktır. Ağır sporları önermiyoruz, sevdikleri fiziksel egzersizleri yapmalarını istiyoruz. Zorlanmadan yapabilecekleri açık hava yürüyüşlerinin bile çok yararlı olduğuna inanıyoruz. Bu aynı zamanda kaliteli ve derin uyku alınmasını da sağlar ki bu durum stresle baş etme için önemli faktörlerden biridir.

İşyerinde stres yaratan zor kişiliklerle çalışmak nasıl bir durum?
Bu tür kişiliklerle çalışılırken, eğer zor kişilik bir yöneticiyse birlikte çalıştığı kişiler zaman kısıtlaması yaşıyor. Yönetici, altında çalışan kişiye zaman baskısı altında bir çok iş verebiliyor. Böyle oluca da, o kişi o işi zamanında ve tam yapamıyor ve ben başarısız mıyım acaba diye kendini değersiz ve yetersiz hissedebiliyor. Yetiştirememesini kendi başarısızlığı olarak algılıyor, yükselememe endişesi taşıyor.

Stresi yenmede hangi yöntemler kullanılıyor?
Stresli kişinin, öncelikle içinde bulunduğu olumsuz fiziksel koşulları ve yanlış davranış biçimlerini değiştirmesine yönelik bir takım davranışçı tekniklerle bu işe başlıyoruz. Örneğin, kişinin kendine sakin bir çalışma ortamı yaratmasını sağlamak, daha etkin bir zaman planlaması içine girmek gibi. Daha sonrasında kişinin otomatik olumsuz düşüncelerini olumlularla değiştirmeye çabalıyoruz. Bazı durumlarda, stresle birlikte kişinin depresif belirtileri, kaygıları artıyor, uyku sorunları oluşabiliyor, ya da yanlış başa çıkma sonucu alkol, sigara tüketimine bağlı bağımlılıklar oluşabiliyor. Böyle olunca sorunu daha kapsamlı çalışmamız gerekiyor. Psikolojik testler, uygun psikoterapi ve gerekli durumda farmakolojik tedavinin birlikte uygulanması en etkin tedavi oluyor.

kaynak haber vakti

Çampisaj » Marma noktaları nedir? Çampisaj uygulamasında nasıl fayda sağlar?

Marma’nın kelime anlamı saklı ve hayatidir. Hint enerji sistemine göre bedenin enerji merkezleri “Marma noktaları” olarak tanımlanır. Çin tıbbından bildiğimiz akupunktur noktaları ile eşdeğerdir ancak akupunktur noktaları kadar küçük, belirgin ve sık değildir. Marma noktaları Hint kültüründe asırlardır şifa için kullanılmaktadır.



Marma noktaları fiziksel ve enerji bedenlerin buluşma noktası olarakta görülür. Geleneksel olarak masaj uygulamalarında bu noktalar çok önemli rol oynar; kaslar, organlar dokular ve sistemlerle bağlantılı olduğu düşünülerek bedenin enerji dengesi için aktive edildiğinde beden fonksiyonları normalleşir, rahatlanır ve arınılır.

Çampisajda, ılık aromatik özyağlar Marma noktalarına, parmakların dairesel harekteleriyle uygulanır ve bu noktalar aktive edilerek, masajın dengelenme, derin dinlenme ve arınma faydalarından yararlanılır. Çampisajda Marma noktaları baş, boyun ve omuzlarda meydana gelen ağrı, tutulma, nodül oluşumu gibi sıkıntıların çözülmesinde de kullanılır.kaynak
» Banyo Yaparak Kendinizi İyi Hissedin



Banyo Yaparak Kendinizi İyi Hissedin


Editör: Gülşah Balaban
editor@realage.com.tr

Banyo yapmak sadece temizlenmek anlamına gelmiyor. Banyo yaparak kirlerden arındığınız gibi, günün stres ve yorgunluğunu da üzerinizden atmış olursunuz. Vücudunuz dinlenir, güç kazanır ve metabolizmanız düzene girer. Bu da doğal olarak kendinizi iyi hissetmenizi sağlar. Zaten sağlığın da temel koşullarından biri, kendini iyi hissetmek değil mi?

Banyonun etkisi
Akşam eve geldiniz... O kadar yorgunsunuz ki, hemen bir yere uzanmak istiyorsunuz. Böyle anlarınızda size sıcak bir banyo keyfi öneririz.

Ancak banyo derken, sadece sıcak sudan bahsetmiyoruz. Banyonuzu özel yağlar ve köpüklerle mutlaka renklendirin. Bu şekilde kendinizi sadece iyi hissetmekle kalmayecek, aynı zamanda sağlığınızı da desteklemiş olacaksınız. Önermek bizden, denemek sizden...

Kokuların gizemli dünyası
Kokuların beyinde bazı sistemleri harekete geçirdiği çoğumuz tarafından biliniyor. Üstelik bu sayede vücut işleşinin değiştiği, bazı duyguların harekete geçtiği de işin başka bir boyutu. Kısacası, kokular kendimizi iyi hissetmemizi sağladığı gibi, metabolizmamızı da olumlu etkiliyor.

Aromatik yağlar ve kokular sadece ruhumuza ve cildimize işleyerek gevşememize ve dinlenmemize yardımcı olmuyor. Aynı zamanda sağlığımızı da destekliyor. Bu nedenle küvetinizi sıcak suyla doldururken, hoş kokulu aromatik yağlar eklemeyi de unutmayın.

Gül yağıyla romantizm ayini yapın
İçine gül yağı damlatılmış banyo suyu, vücudunuzda sakinleştirici, dengeleyici bir etki yaratır. Özellikle sıkıntılı günlerinizde, uykusuzluk çektiğiniz dönemlerde banyonuzda gül yağı tercih edebilirsiniz. Gül yağı, ayrıca cinsel isteği artıran bir etki de yaratabiliyor.
Önerimiz: Küvetin içini sıcak suyla doldurduktan sonra, gül yağı ilave edin. Eğer gül kokusunu artırmak istiyorsanız, gül suyu da dökün. Suya taze gül yaprakları serpiştirmeniz, banyonuza aynı bir hava katar.

Portakal yağıyla enerji kazanın
Kendinizi huzursuz, yorgun ve öfkeli hissettiğiniz dönemlerde, portakal yağı karışımlı bir banyo çok iyi gelir. Bu yolla kendinizi daha neşeli ve coşkulu hissedebilir, pozitif düşüncenizi artırabilirsiniz.
Önerimiz: Banyo yaparken eğlenmek ve keyfini çıkarmak için, suya bir miktar portakal kabuğu ekleyebilirsiniz. Meyvesini de dilimleyerek cildinize yerleştirebilir, kalan kısmını yiyebilirsiniz. Bu yolla hem içten, hem dıştan C vitamini almış olursunuz. Ayrıca portakalın içerdiği asitler sayesinde, cildinize peeling de uygularsınız.

Papatyayla ruhunuzu tazeleyin
Cilt problemleri, uykusuzluk gibi şikayetlerde papatya iyi bir çözümdür. Banyo suyunuza ilave ettiğiniz papatya yağıyla, daha sağlıklı bir beyin gücüne sahip olabilirsiniz. Ayrıca vücudunuzu da rahatlatırsınız.
Önerimiz: Suya papatya yağı döktükten sonra, papatya çiçeği de ilave edin. Suya girdikten sonra, çeşitli hareketlerle vücudunuzun gevşemesini sağlayın. Böylelikle yorgunluğunuzu daha kolay atmış olursunuz. Banyonuza biraz daha sağlık katmak isterseniz, bir fincan papatya çayı içmenizi öneririz.

kaynak

Friday, March 21, 2008

Bakteriler, penisiline dirençli hale geldi

İngiliz bilim adamları, zatürreye sebep olan bakterinin ilaca nasıl dirençli hale geldiğini saptadılar. Bilim adamları böylece, penisilinin etkisini tam olarak yeniden sağlamayı ümit ediyorlar.
Warwick Üniversitesi'nden bir ekip, yılda 5 milyon çocuğun ölümüne yol açan "Streptokokus Pnömoni" bakterisi üzerinde çalıştılar. Bu bakteri, son yıllarda penisiline dirençli hale gelen bakteriler arasında bulunuyor.

Penisilin, bakteri hücre duvarının "Peptidoglikan" olarak adlandırılan önemli bir unsurunun oluşumunu engelleyerek tedavi ediyor. Bu unsur, hassas bakteri hücresinin etrafında koruyucu bir ağ oluşturuyor.

Araştırmada, penisiline dirençli "Streptokokus Pnömoni"ye yakalanan hastalardaki peptidoglikanın kimyasal oluşumundaki değişiklikle bağlantılı "MurM" adlı bir protein incelendi.

Bilim adamları, bir enzim gibi işlev gören bu proteinin peptidoglikana gücünü veren yapıların oluşumunda önemli rol oynadığını keşfettiler. Bilim adamları, MurM'nin aktivitesinin ne kadar güçlü olursa peptidoglikanın o kadar güçlü olduğunu, bakterinin de daha dirençli hale geldiğini belirlediler.

Araştırma bulgusunun, bilim adamlarının MurM'nin kimyasını tahrip ederek bakteriyel direnci azaltacak yeni ilaçların geliştirilmesinin yolunu açtığı belirtildi.

Araştırmanın, sadece "Streptokokus Pnömoni" değil MRSA gibi diğer dirençli bakterilere karşı ilaç geliştirilmesinde de yararlı olacağı ifade edildi.

Araştırmacı Dr. Adrian Lloyd, yeni ilaçları birkaç yıl içinde geliştirilebileceğini söyledi.
kaynak

Bu yiyecekler acıktırıyor!...

Havuç, mısır, bezelye ve patates gibi glisemik indeks değerleri yüksek besinlerin sürekli açlık hissi yarattığını biliyor muydunuz?
20 Mart 2008 07:38
Yazı boyutunu büyütmek için
Besinlerin, kan şekerini yükseltme hızlarına "glisemik indeks" adı veriliyor. Glisemik indeksi yüksek olan yiyecekler devamlı açlık hissi yaratıyor. Havuç, mısır, bezelye ve patatesin glisemik indeks değerleri yüksek olduğundan, faydalarına rağmen bu besinlerin dikkatli tüketilmesi gerekiyor.

Patates: Patates önemli bir C vitamini kaynağıdır. B6 vitamini, bakır, potasyum, manganez, triptofan ve diyet posası içerir. Patates yapısında bulunan bileşikler kan basıncını düşürücü etki gösterir. DNA sentezinden, kan hücrelerinin yapımına, hücreler arası iletişimi sağlayan fosfolipidlerin sentezlenmesine, kalp sağlığını korumaya, beyin ve sinir sisteminin aktivitesine, fiziksel performansın artırılmasına kadar pek çok işlevde görev alır. Ayrıca patates, özellikle kabuğuna yakın kısımlardaki yüksek posa içeriği ile kolesterolün düşürülmesine, kolon kanserinin önlenmesine yardımcıdır.

Havuç: Havuç önemli bir antioksidan kaynağıdır. A vitamini öncüsü beta karotenin çok önemli bir kaynağıdır. K ve C vitamini, diyet posası, potasyum, B6 vitamini, manganez, molibden, B1 ve B3 vitamini, fosfor, magnezyum ve folat içerir. Karotenoidler kalp hastalıkları riskini azaltan, özellikle gece görüşünü sağlayan, maküler dejenerasyona ve katarakt gelişimine karşı koruyucu etki gösteren önemli bileşenlerdir. Ayrıca karotenoid tüketimi pek çok kanser riskini azaltmakta, kan şekeri dengesini sağlamakta, insülin direncini ve yüksek kan şekeri düzeylerini olumlu etkilemektedir. Havuç kolon kanserine karşı da koruma sağlar.

Bezelye: Bezelye besin öğeleri yönünden zengindir. 8 vitamin(K, C, B1, B2, B3, B6, A, folat), 7 mineral (manganez, fosfor, magnezyum, bakır, demir, çinko, potasyum), diyet posası ve protein kaynağıdır. Zengin içeriği sağlığı olumlu etkiler. Kemik sağlığını koruyan önemli besin öğelerini içerir. Bezelye aynı zamanda folik asidin ve B6 vitaminin de önemli bir kaynağıdır. Yapısındaki K vitamini ile de kanın akışkanlığını sağlayarak kalp sağlığını korumaya destek sağlar. Bezelye içeriğindeki C vitamini ile de kanserlere karşı koruyucu etki gösterir.

Mısır: Mısır tiamin (B1 vitamini), folat, diyet posası, C vitamini, fosfor, manganez ve pantotenik asit (B5) içerir. İçeriğindeki zengin folat ve posa nedeniyle kalp hastalıklarına karşı koruma sağlar. Mısır, akciğer kanseri gelişim riskini önemli düzeyde azaltan beta-kriptoksantin yönünden zengindir. Tiamin için çok iyi bir kaynak olan mısır, hafızanın güçlenmesine yardımcıdır. Ayrıca strese karşı vücudun savunmasını sağlar.


Ailem.com

Thursday, March 20, 2008

» Sosyal fobi, sosyalleşerek aşılır

Farika Teymur Artır
Psikolog

Aşırı stresle ilgili son yazımıza okuyucularımızın ilgisi çok oldu. Pek çok e-posta ve telefonla bize ulaşan okurlarımızın sorularını gücümüz yettiğince cevaplamaya çalıştık.

Bize aktarılan psikolojik sorunların içinde, en önemli yeri sosyal fobi tutmakta. Sosyal fobi tedavisi gören veya henüz tedaviye başlamamış olan okuyucularımız hastalığın nedenleri ve çözüm yolları hakkında sorular soruyorlar. Sosyal fobi, topluluk içinde veya belli kişilerle konuşmadan önce veya konuşurken büyük bir korku ve daralma hissi, kalp çarpıntısı, yüz kızarması, ellerin titremesi, cümle kurmakta zorlanma, adeta bildiği her şeyi unutma gibi şikayetlerle ortaya çıkmaktadır. Kişinin sosyal ilişkilerini olumsuz şekilde etkileyip, bazı durumlarda kişinin sosyal ortamdan tamamen uzaklaşmasına yol açmakta, bu da ruh sağlığının daha da bozulmasına neden olmaktadır. Hastalığın başlangıcında sadece psikoterapiler yeterli olabilirken, ilerlemiş durumlarda ilaç tedavisi de gerekir. Doğal kaynaklarımızı kullanma gerekliliği sosyal fobiler için de gereklidir. Psikolojik ve fizyolojik nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan sosyal fobinin tedavisi dahiliye, endokrinoloji ve psikiyatri uzmanları ile görüşülerek yapılmalıdır. Sosyal fobinin en önemli nedenlerinin başında aşırı stres yer alır. Konsantrasyonunu kaybeden insanın konuşması, iletişim şeklinin bozulmasına yol açar, bu durumda kişi kendine güvenini kaybeder. Zaman içersinde bu durumun yol açtığı aşırı stresin etkisi kalksa da, güveni kaybolan kişi artık hep bu şekilde devam edecek endişesi taşır. Bu da sosyal ilişkilerin bozulmasına ve sosyal fobinin devam etmesine yol açar. Dikkat konsantrasyonu ve konuşma akıcılığındaki bozulmanın geçici olduğunun bilincinde olan kişi hata yaptığı halde sosyal ilişkilere devam ederse, bir zaman sonra aşırı stresin azalmasıyla normal konuşma şekline döndüğünü görecektir.

Sosyal fobinin diğer bir önemli nedeni de aşırı mükemmeliyetçiliktir. Aşırı mükemmel olma isteği kişide hata yapma endişesi meydana getirir. Kişilik gelişiminde benlik farkındalığı önemli bir yer tutar. Benlik farkındalığında gerçek benlik farkındalığı (gerçekte sahip olduğu özellikler) ile ideal benlik farkındalığı (sahip olmak istediği özellikler) arasındaki fark çok fazlaysa, kişi kaygı bozukluğu yaşar. Bu da sosyal fobiye dönüşebilir. Örnek vermek istersek bir kişi sahip olduğu özelliklerden farklı özelliklere sahip olmak, daha güzel daha etkili konuşmak istemektedir. Halbuki kişiliği, kültürü, aksanı, jest ve mimikleri ve alışkanlıkları buna uygun değildir. Bunun farkında olan bu kişi başkalarının da aynı şekilde kendisini değerlendirdiği duygu ve düşüncesiyle endişe yaşayabilir. Böyle durumlar kişilik gelişimi esnasında gençlerin büyük bir kısmında hafif düzeyde görülmektedir. Kişinin önce kendisini olduğu gibi kabul etmesi, olumlu özelliklerini görebilmesi, rahat olması ve sahip olmak istediği özellikler için kendisine zaman vermesi ve her istediğini gerçekleştirmesinin mümkün olmayacağını bilmesi gerekir.

Doğal özellikler hastalık değil

Toplum içine girince hafifçe kızaran, mahcup bir kişi olmak bazıları için doğal bir özelliktir. Bu kesinlikle bir hastalık veya psikolojik problem değildir. Problem kişinin bu özelliği sebebiyle toplum içine girmekten kaçması, kalp çarpıntısı, boğazda kuruluk, aşırı sıkıntı, konsantrasyon azlığı, daralma hissi, yetersizlik, güvensizlik duygusu ve konuşurken dikkatini toplayamama gibi rahatsız edici fizyolojik, zihinsel ve duygusal problemlerinin olmasıdır. Bazı durumlarda da kişi kendisini olduğu gibi kabul etse de, çevresi etmemekte. Anne, baba, öğretmen gibi etkili kişiler hep daha farklı olmaya zorlamaktadır. Mesela çok zeki fakat sessiz, sakin bir öğrencinin sosyal olması için başkalarıyla kıyaslanması ve üzerinde baskı yapılması da zamanla sosyal fobi meydana getirebilir. Böyle durumda kişinin baskılara önem vermeden olduğu gibi davranması, kıyaslanmaya izin vermemesi, en azından bunu kendi içinde problem etmemesi gerekir. Zira gelişim hayat boyu sürer. Kişi hayatının bazı dönemlerinde iç uyaranları fazla olduğu için daha sessiz, daha pasif ve içe dönük olabilir. Aynı kişi zamanla hiçbir baskı olmadan kendiliğinden daha sosyal, daha aktif hale gelebilir. Aileye ve diğer eğitimcilere düşen, baskı yapmadan sadece zaman zaman sosyal olmanın önemini anlatarak sosyal imkanları artırmaktır. İnsanlar farklı ortamlarda da farklı davranabilirler. Bunda kalıtım, yetişme tarzı, kişinin içinde bulunduğu ruh hali gibi sebeplerin etkisi çoktur. Sosyal çevreyi genişletmenin kişiye sağladığı yararlar çok olmakla beraber, bu özelliklerin kişide kaygı meydana getirmeyecek şekilde kazanılması önemlidir.

Bazı olumsuz yaşantılar travma sonrası stres bozukluğuna yol açarak sosyal fobi meydana getirebilir. Stresli bir günde önemli bir konuşma yaparken topluluk içinde ne konuşacağını unutan veya hatalı konuşan ve bu sebeple mahcup olan bir kişi farkında olmadan şartlanmış olması durumunda, diğer topluluklar içinde hep aynı olayı hatırlaması sonucu sosyal fobi sürekli tetiklenebilir. Bu gibi sebeplere yönelik psikoterapiler de sosyal fobinin tedavisinde önemli yer tutar.

Sosyal fobisi olanlara öneriler

Sosyal fobiden kurtulmak isteyen kişi sosyal ortamlara girerek korku duymamayı öğrenmeli.

Şikayetler ortaya çıksa da sosyal ortamlara girmeye devam etmeli ve mümkün mertebe ortaya çıkan sıkıntılara önem vermeyip kendisini suçlamamalı.

Kişi olumlu tecrübeler kazandıkça korkusu azalır, cesareti artar ve belli bir zaman sonra korktuğu durumların tamamen ortadan kalktığını görür.

Sosyal ortamlara girerken aç, susuz, uykusuz ve aşırı yorgun olmamaya çalışılmalıdır. Bu durumlarda güven duygusu artan kişi daha az sosyal fobi yaşar.

Aşırı stres sebebiyle biyokimyası bozulan vucudu sağlığına kavuşturmak için ilaç tedavisi uygulanabilir.

Düzenli uyku, doğru nefes alma, spor, düzenli beslenme, sanatsal faaliyetler gibi doğal stres gidericiler bozulan dengenin düzelmesinde önemlidir.

Psikolojik problemlerinizle ilgili soru sormak için, Tel: 0216 386 06 66, Faks: 0216 386 68 54, e-posta: t.artir@zaman.com.tr



19.07.2004
Farika Teymur Artır
Psikolog

www.zaman.com.tr adresinden alınmıştır.

ORJİNAL BİR TEDAVİ OLARAK

Son zamanlarda oldukça sık görülmeye başlanan mide düşüklüğü (mide ptozu) hastalığının manyetik akupunktur kupalarıyla çekiliş şekli yandaki fotoğrafta gösterilmektedir.

Yöntem çok basittir.İlk kez bu yöntemin Uygur Türkleri tarafından uygulanmaya başlandığı ifade edilmektedir.Geleneksel olarak halkımız içinde özellikle bazı yaşlı bayanların bardak çekme yöntemiyle mideyi yukarıya kaldırabildikleri bilinmektedir.

Mide düşüklüğü kemikli ve uzun boylu zayıf kadınlarda daha sık olmak üzere toplumun hemen her kesiminde görülebilir.Daha çok kadınlarda, genç kızlarda görülmesinin sebebi özellikle kırsal ve ekonomik seviyesi düşük toplumlarda kadınların genç kızların su bidonu kömür kovası taşımaları yada ev işi yaparlarken taşıdıkları ağır yüklerden kaynaklanmaktadır.Birden bire boş bulunarak kaldırılan ağırlıklar genellikle mide düşüklüğüne sebep olurlar.

Mide düşüklüğü rahatsızlığına sahip hastalar genellikle doktor doktor dolaşırlar ve bir türlü iyileşemezler.Torba ve poşetler dolusu ilaç kullanmalarına rağmen sonuç alamayan ve hala midesi ağrıyan hastalarda en önemli hastalık olarak mide düşüklüğü akla gelmelidir.Bunu tecrübeli hekimler ellerini hastanın midesinin üzerine koyduklarında hemen anlayabilirler.Bazı hekimler ise lüzumsuzca bir sürü ilaç vererek hastaların bağışıklık sisteminden başlamak suretiyle bir çok organına ve ruhsal durumuna zarar verecek ilaçları hastaları üzerinde denemeye devam ederler.

Tedaviye direçli ve ilaçlarla iyileşmeyen halk dilinde göbek kaçması diye adlandırılan mide düşüklüğünde en etkin tedavi; mide, karın boşluğu, bacaklar ve ayaklardan oluşan bazı beden bölgelerine bu kupaların yapıştırılmasıdır.Bu kupaların negatif ve pozitif kutupları vardır.Bu kutupların uçlarının akupunktur iğnesi görevi yapan etkileri vardır.Kupaların yerleri önceden bellidir ve bu alanlara kupalar yapıştırılmak suretiyle karın boşluğunda aşağılara kaymış olan mide yukarıya kendi yerine çekilmektedir.


www.tamtip.com

Tuesday, March 11, 2008

HİPERAKTİVİTE

Çocuğunuz değil belki de siz hiperaktifsiniz!



Hiperaktivite daha çok çocuklarda görülen bir davranış bozukluğu olarak bilinir...

Ancak, eğer sürekli hareket etme, huzursuzluk, organize olamama, sürekli iş değiştirme ve randevularınız veya işlerinize bir türlü zamanında yetişememe gibi durumlar yaşıyorsanız belki siz de hiperaktif olabilirsiniz!

VKV Amerikan Hastanesi Psikiyatri Departmanı'ndan Dr. İsmet Bora'nın verdiği bilgilere göre, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktive Bozukluğu (DEHB), genellikle okul çağında tanısı konulan ve çocuklar arasında yüzde 3-5 sıklığında görülen bir bozukluktur. Bu hastalığın tanınması ve tedavisi 1980’lerden bu yana mümkün olmuştur ve DEHB tanısı alan çocukların yüzde 30-70’inde belirtilerin yetişkinlikle de sürdüğü bilinmektedir.

Bu açıdan bakıldığında çocuklarında tanı almamış insanların, yetişkinlik döneminde yaşadıkları yerlerinde duramayıp sürekli hareket etme, huzursuzluk, organize olamama, sürekli iş değiştirme ve randevularına/işlerine bir türlü zamanında yetişememe gibi belirtileri DEHB’la ilgili olduğunu anlamaları zor olabilir. Hatta bu belirtiler bazen anksiyete, depresyon ve duygu durum bozukluklarıyla karıştırılabilir. Ancak çocukluk çağında DEHB olmadan bu hastalığın ilk kez yetişkinlik döneminde ortaya çıkması söz konusu değildir.

Bu Belirtilere Dikkat!

· Dikkat toplama ve sürdürmede sorun yaşama (Unutkanlık, dalgınlık ve önceliklerini doğru sıralamayamama)

· Hiperaktivite (Yerinde duramama, sürekli bir hareketlilik ve huzursuzluk hali)

· Organize olamama (Organizasyon yapma ve görevlerini tamamlama da zorluk çekme. Planlamalarda zamanından önce giderek ev, iş ve özel yaşamlarında kaos yaratma.

· Sıcakkanlıklık (Şiddete eğilim yoktur ama çabuk parlayıp hızla sönerler ve bu nedenle insan ilişkilerinde sorunlar yaşarlar)

· Stres toleransının azalması (Baskı altında yaşadıkları gerilimi dışa vıran, kuruntulu/kaygılı/şakın bir hale bürünen, depresif olan insanlardır. Sorunların üstüne gitmekte yetersizlik yaşarlar.)

· Dürtüsellik (İlk akıllarına gelen düşünceyi dışa vurur ve buna göre hemen eyleme geçerler. Başkalarının konuşmalalarını keserler ve konstrolsüz bir şekilde para harcayabilirler.)

Uzman Kontrolü Şart

DEHB’da kullanılan ilaçlar hastalığı tedavi etmez, yanlızca belirtileri düzeltir. Bu nedenle hastalar semptomlarını kontrol etmek istedikleri sürece veya bu semptomlarla yaşamlarını düzenleme konusunda yeterli psikolojik desteği alıp başa çıkma yöntemlerini pekiştirene kadar ilaç tedavisi kullanmak zorundadılar. Ancak bu ilaçlar amfetamin türevi uyarıcı ilaçlar oldukları için mutlaka uzman kontrolü altında zaman aralıkları ile kullanılmalıdır.

Bu durum göz önüne alındığında; bu belirtilerin geçmişinin iyi sorgulanması, gerekli psikolojik testlerle tanının desteklenmesi, yukarıda tanımlanan belirtiler kümesi içerisinde dikkat eksikliği belirtilerinin mutlaka bulunması gerekliliğinin akıldan çıkarılmaması, her insanda bir miktar bulunabilecek bu belirtilerin şiddetinin ve yaşam kalitesini ne kadar etkilediğinin doğru saptanması ve diğer psikiyatrik hastalardan ayırt edilmesi gereklidir.

Ailem.com
Tansiyon hastalarına umut!



Yüksek tansiyonu düşürecek yeni bir yöntemin bulunması amacıyla yapılan araştırmada, yüksek tansiyonlu tavşanlarda, tansiyon ayar merkezlerinden biri olan, sinir hücrelerinin sayısı tespit edildi.
08 Mart 2008 07:46
Yazı boyutunu büyütmek için
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Dumlu tarafından, tavşanlar üzerinde yapılan araştırmada, tansiyonu ilaç almadan dengede tutabilen yeni tedavi yöntemi geliştirildi.

Doç. Dr. Dumlu’nun 2 yıl süren araştırmasında, hayat boyu ilaç kullanmak zorunda kalan tansiyon hastaları için umut verici bulgular elde edildiği bildirildi. Alınan bilgiye göre, yüksek tansiyonu düşürecek yeni bir yöntemin bulunması amacıyla yapılan araştırmada, yüksek tansiyonlu tavşanlarda, tansiyon ayar merkezlerinden biri olan "kafa tabanının alt kısmında", yarım pirinç büyüklüğündeki yumru içinde bulunan sinir hücrelerinin sayısı tespit edildi.

Tansiyonu yüksek olan tavşanlarda söz konusu hücrelerin sayısının az olduğu, bu nedenle kan basıncı değerleriyle ilgili bilgilerin beyne tam iletilememesinin sonucu olarak tansiyonun düşürülemediği gözlendi. Bunun üzerine, tansiyon değerini ölçen söz konusu beyin sapındaki sinir hücrelerinin beyne ulaştırdığı sinyallerin güçlendirilmesi için düşük voltajlı elektrik akımı kullanıldı.

Elektrik akımıyla güçlenen sinyaller aracılığıyla ulaştırılan tansiyon değerlerinin, beyin tarafından yüksek bulunduğu ve bunun üzerine tansiyonu düşüren mekanizmaların harekete geçtiği belirlendi.

Doç. Dr. Dumlu, araştırma sonuçlarıyla ilgili AA muhabirine yaptığı açıklamada, elektrik akımıyla, tansiyon değerini düşüren mekanizmaların harekete geçirilmesinin yeni bir yöntem olduğunu söyledi. Araştırmalarının bir sonraki aşamasında da mercimek büyüklüğünde, dijital bir araç pili kullandıklarını anlatan Dumlu, söz konusu pille beyne tansiyon değerleriyle ilgili bilgi taşıyan sinir liflerine elektrik akımı uygulandığını ve olumlu sonuçlar elde edildiğini ifade etti.

"Bu yöntem beyni de koruyor!"

Dumlu, söz konusu yöntemin, özellikle beyin kanamalarında daha tehlikeli boyutlar kazanan tansiyonun tedavisinde de çeşitli mekanizmaları harekete geçirerek beyni koruyabildiğini tespit ettiklerini bildirdi.

Araştırmalarının tam olarak sonuçlanmasıyla, hayat boyu ilaç kullanmak zorunda kalan ve yoğun bakım ünitelerinde tansiyonu düşürülemeyen beyin kanamalı hastaların tedavisinde, yeni geliştirdikleri yöntemin önemli bir açığı kapatacağına inandığını ifade eden Dumlu, şunları kaydetti:

"Bu yöntem, uzun yıllar parkinson hastalığı çeken ve ilaç tedavisinden fayda görmeyen hastaların derin beyin çekirdeklerine pil konarak şifaya kavuşturulmasının bir benzeridir. Bu pilleme olayları, modern merkezlerde çeşitli akıl hastalıklarının, diyabet ve benzeri hastalıkların tedavisinde de kullanıma girmiş ve devrimci neticeler elde edilmiştir.

Ancak bu sistemin de dolaşım ve solunum sistemlerinin çalışma düzenlerine olumsuz etkilerinin olabileceğini öngörüyoruz. Fakat diğer tedavi yöntemlerinin de yan etkileri hesaba katıldığında, bu yöntemin gelecekte avantajlarının artacağı inancını taşıyoruz."

Doç. Dr. Mehmet Dumlu, araştırmalarının ilk aşamasıyla ilgili yayınladıkları makalenin dünya genelinde kabul gören ve beyin cerrahi alanında önemli bir yere sahip olan "Minimally Invasive Neurosurgery" dergisinde yayınlandığını ve Amerikan Bilim Akademisi tarafından tıpta yenilikçi makalelerden biri olarak kabul edildiğini sözlerine ekledi.

AA