Thursday, May 31, 2007

SAÇ BAKIMI



1 Yumurta sarısı
1 Çay bardağı demlenmiş çay
1 Çorba kaşığı bademyağı
2 damla limon suyu

TÜM MALZEMEYİ KARIŞTIRIN.TEMİZ SAÇA YEDİRİN.ÖZELLİKLE DİPLERİNE, 20-25 DAKİKA BEKLETTİKTEN SONRA YIKAYABİLİRSİNİZ. MALZEME AZ GELİRSE EŞİT ORANDA HEPSİNİ ARTTIRABİLİRSİNİZ.YUMURTA HARİÇ. BİR TANE YETERLİDİR.

PEELING

Cildin yenilenmesini sağlayan peeling; cilt yüzeyindeki düzensizliklerin ve ölü hücrelerin uzaklaştırılması, ince kırışıklıkların, güneş ve hamilelik lekelerinin, akne ve izlerinin giderilmesi amacıyla, üst derinin ve hatta bazı durumlarda, orta derinin yüzeysel katmanlarına kadar olan kısmının, çeşitli şekillerde soyulması anlamına geliyor. Bu soyulma, tamamen hekimin kontrolünde ve öngörüsünde çeşitli derinliklerde oluyor: Çok yüzeysel, ölü derinin toz toz dökülmesiyle sonuçlanan, basit, kişiyi günlük aktivitesinden uzaklaştırmayan soyulmalardan, bir soğanın iç zarı kalınlığında ince soyulmalara ve en nihayetinde, ihtiyaca göre oldukça derin soyma işlemlerine kadar uzanıyor. Bunun sonucunda; bir yandan cilt yüzeyi pürüzsüzleşiyor, renk düzensizlikleri ortadan kalkıyor, öte yandan, alt derideki doku tamirinin ve kan dolaşımının hızlanması sağlanıyor ve cildin elastik liflerinin yapımı uyarılıyor.

ORUÇ , DETOKS, AÇLIK TERAPİSİ

Oruç hastalıkların tümünü yok eder

1900'lü yıllarda Alman profesör Arnold Ehret'in geliştirdiği bir teori; bugün dini inançlarına aykırı olmasına karşın dünya genelinde yüzlerce insana oruç tutturuyor. Aktüel'in haberine göre; kanserden sindirim sistemi hastalıklarına kadar birçok hastalığın oruçla tedavi olacağını iddia eden Ehret'in önerdiği bu yöntem, dünyada uzun yaşam tutkunlarının tercihi.

Son yıllarda zehirli maddelerden arınmak için uygulanan detoks programları popülerleştikçe, oruç da Avrupa ve Amerika'da el üstünde tutulmaya başladı. Bu talebin başlangıcına imza atansa; 1900'lü yılların başında yaşayan, 'oruçla sağlıklı yaşam' ekolünün kurucusu Prof. Dr. Arnold Ehret...

Arnold Ehret'in Teorisi...
İlk olarak Alman fizyoterapi uzmanı Ehret tarafından geliştirilen oruç terapisi, hastalık ve beslenme bağlantısını esas alıyor. Ünlü doktor, çocukluktan itibaren tüketilen çoğu besinin iyi sindirilemeyen ve dışarı atılamayan parçaları nedeniyle bağırsaklar ve damarların zamanla tıkandığını ve bunun sonunda da hastalıkların ortaya çıktığını iddia ediyor. Ehret'in teorisine göre bu tıkanıklıkları açmanın tek yolu ise oruç tutmak! Ehret, Türkçe'ye de çevrilen 'Şifalı Besinler ve Mukussuz Şifa Diyeti' adlı kitabında, "Doğa, oruç metoduyla her hastalığı iyileştiriyor. İşte bu, doğanın her vücutta en önemli faktörün; atık, yabancı madde ve mukus (ürik asit, kandaki zehirler ve doku bozulmaları) olduğunu kanıtlıyor" diyor. Yüzyıldan fazla bir süre önce yazılmış olmasına karşılık, günümüzde de hâlâ hastalıklarından oruç terapisiyle kurtulmak isteyenlerin referansı olan kitabın yazarı Ehret'in Türkçe'ye çevrilen bir diğer kitabı da 'Oruçla Yeniden Sağlığa Kavuşma ve Gençleşme'...

HALSİZLİK İYİLEŞME BELİRTİSİ
Ehret'in teorisi, kitabında şöyle yer buluyor kendine: "Organizmanın işlevi, dokuları etkileyen aşırı kan basıncıyla sürekli engellenmektedir. Yemek yeme durduğunda bu basınç ortadan kalkar, kan damarları daralır, kan yoğunlaşır ve aşırı su vücuttan atılır. Bu olay orucun ilk günlerinde gerçekleşir. Fakat sonraki günlerde kan dolaşımındaki engeller gittikçe büyür. Çünkü damarların çapı daralır ve kan akımı vücudun birçok yerinden geçerek tıkanık bölgelerin içinde ve etrafında dolaşır. Dokuların iç duvarlarından sökülen mukus, basınçla dışarı atılır." Ehret'e göre orucun 4 ya da 5'inci gününü takiben birkaç günlük halsizlik ve hastalık haline damar çeperinden kopup kana karışan işte bu zehirli maddeler neden olur. Teoriye göre bu; vücudun iyileşmesi yönünde önemli bir belirtidir... Ortalama alışkanlıklarla beslenen bir insanın barsaklarında en az beş kilo dışarıya atılmamış dışkıyla dolaştığını belirten Ehter, bunun vücut sisteminin zehirlenmesine neden olduğunu belirtiyor. Bu nedenle de oruç terapisinin yapıldığı merkezlerin çoğunda terapi öncesinde hastalara ya lavman yapılıyor, ya da müshil ile barsaklar temizleniyor.

BEYDEMİR: BİR HURMA YETER
Bu teorinin günümüzdeki savunucularından 'Sağlık İçin Oruç, Bıçaksız Ameliyattır' kitabının yazarı Gülhan Beydemir'e göre ise beslenmek için günde bir hurma yeterli... ABD'de öğrendiği oruç terapisi sayesinde hastalığını yendiğini söyleyen Beydemir, yılın altı ayını oruç tutarak geçirdiğini söylüyor.

ELPE: AÇ KALMA AZAMASIK YE
Prof. Dr. Arnold Ehret'in teorisini yorumlayan beslenme uzmanı ve diyetisyen Suzan Elpe ise doktor kontrolünde yapılması durumunda kısa süreli oruç terapilerinin bedene zarar vermeyeceğini söylüyor: "Kimi hastalıklarda metobolizmanın asla aç kalmaması gerekir. Şeker hastalarında olduğu gibi..." Elpe, mide ve sindirim sistemini dinlendirmek için Ramazan ayının iyi bir fırsat olduğunu belirtse de, fazla sürede oruç tutmanın çok da sağlıklı bir yöntem olmadığı düşüncesinde. Elpe, fazla besin tüketmemenin uzun yaşam için etkili olduğunun bilimsel olarak kanıtlandığın belirtiyor ve ekliyor: "Vücudu aç bırakmak yerine, az ve sık yemek en etkili yöntemdir." Tüm bu düşüncelere karşın, son zamanlarda oruç terapisi ile ilgili olarak yayımlanan kitap ve bu konuda hizmet veren terapi merkezlerinin sayısına bakılırsa; oruç çoktan önemli bir alternatif tedavi metodu haline dönüşmüş durumda...
KAYNAK

YERALTI SULARI

Yeraltı sularının şifası nereden gelir?
Yeraltı sularının kimyası yerüstü sularından farklılık gösterir. Daha az oksijen barındıran yer altı suları, geldiği katmanlardaki mineralleri, bozulmadan yüzeye taşır. Yer üstü sularında ise bulunan metaller oksijenin etkisi ile oksitlenir ve azrak (seyrek) elementlere bağlanırlar. Yer altı suyu yer üstündeki yolculuğu süresince içindeki faydalı minerallerden yoksunlaşır ve dış etkenler tarafından absorbe edilir.
Hidro-terapi nedir?
Su ile yapılan tedavilerin genel adıdır. Hidro-terapide esas olan suyun masaj etkisi yaratmasıdır. Özel bir donanımla uygulanabileceği gibi, aynı mantık çerçevesinde imal edilen jakuzilerle de uygulanabilir. Hidro-terapinin faydalı olabilmesi için, kullanılan araçların bilinçli ve amaca uygun olarak seçilmesi gerekir.
Kullanılan su kimyasal açıdan özellikli bir su ise burada konuyu SPA çerçevesinde ele almak gerekir.

SPA

Suyun kerametine
bilimsel yaklaşım; SPA
Latince "Salus Per Aquam"ın kısaltması olan SPA'yı Türkçe'ye "Suyla gelen iyilik" şeklinde çevirebiliriz. Şifalı suların kullanımı insanlık tarihi kadar eski. Akad, Asur, Babil medeniyetlerinde suyun tedavi amaçlı kullanıldığı bilinmektedir. Fakat son yıllardaki trend, sağlık ve güzellik turizmi, SPA'ları ön plana çıkartıyor.
Kaplıcalar, su terapileri çamur ve yosun kürleri gibi, yıllardır bilinen ve uygulanan yöntemler, SPA'larla bilimsel bir çizgiye oturdu. Gelişmiş teknolojinin yardımı ile daha etkili uygulanan su terapileri, talepler doğrultusunda, turizm sektöründe bir ürün olarak yerini aldı…
Sağlık ve güzellik konulu turizmin geleceğini gören otel ve tatil köyleri ise pastadan pay alabilmek için ciddi SPA yatırımları yapmaya devam ediyor.

THALASSOTERAPİ

Thalassoterapi nedir?

Deniz suyu ve deniz kökenli mineral, tuz, yosun gibi maddeler kullanılarak yapılan terapilere Thalassoterapi denir.
Termal sulara alternatif olarak çıkan Thalassoterapi, denizin derinliklerinden çekilen temiz deniz suyunun 32-37 dereceye kadar ısıtılarak çeşitli formlarda kullanılmasıyla uygulanıyor. Fakat Thalassoterapi kürlerinde yosun da su kadar vazgeçilmez bir unsurdur.
Yine burada kullanılan ekipmanın ve uygulamanın bilimselliği ön plana çıkıyor. Aksi takdirde yapılan, deniz suyuyla banyo yapmak ve biraz da yosuna bulaşmanın ötesine geçmez.

DENİZ SUYU

Deniz suyundaki şifa…
Deniz suyu, kan plazması gibi, 104 ana element ve mineral içeriyor. Cildin gözeneklerine nüfuz eden deniz suyu, dolaşım sistemine girerek vücut fonksiyonlarını dengeler. Bu nedenle denize girmek vücut için son derece faydalı fakat, ısıtılmış deniz suyuna girmek bu etkilerin daha da artmasını sağlıyor. Thalasso merkezlerinde denizden pompalanan su ısıtma filtre işlemlerinden geçtikten sonra özel havuzlara verilir. Isıtılmış deniz suyunda 20 dakika boyunca kalmak vücut üzerinde, hem fizyolojik ve hem de psikolojik açıdan pozitif etkiler yaratıyor.
Deniz suyunun, sindirim ve dolaşım problemlerine, sinir hastalıklarına, uykusuzluğa, romatizmal ağrılara ve gerginliğe karşı etkili olduğu biliniyor.

YILAN


Derdi olan yılana sarılır

Bu yılanı alnına koymaya yürek ester. Hani derler ya 'denize düşen yılana sarılır'. İşte o misal. Uzmanlar 'yanlış' dese de derdi olanlar 'bir umut' diyerek şifa arıyor.


Derdi olan yılana sarılır

Sedef, yılancık, egzama gibi birçok hastalığa iyi geldiğine inanılan yılanlar, vücudun rahatsızlık hissedilen bölgelerine konularak şifa aranıyor.

Bayburt merkeze bağlı Kırkpınar köyünde mayıs-haziran aylarında toprak altından çıkan yılanların, birçok hastalığa iyi geldiğine inanıldığı, bilimsel olarak böyle bir şeyin mümkün olmadığı bildirildi. Alınan bilgiye göre, Bayburt'a yaklaşık 25 kilometre uzaklıktaki Kırkpınar köyünde yılanlar, köylüler tarafından alınarak özel hazırlanmış toprak kaplarda sütle besleniyor.

Sedef, yılancık, egzama gibi birçok hastalığa iyi geldiğine inanılan yılanlar, vücudun rahatsızlık hissedilen bölgelerine konularak şifa aranıyor. Kırkpınar Köyü Muhtarı İlhami Ulusoy (39), AA muhabirine yaptığı açıklamada, köyün yılanlarla özdeşleştiğini savundu. Muhtar Ulusoy, insanlara hiçbir zarar vermediğini iddia ettiği yılanların, özellikle siyatik, romatizma, sinüzit ve sedef hastalığı olan kişilerin tedavisi için kullanıldığını söyledi. Kırkpınar köyüne gelen 32 yaşındaki Osman Bulunmaz, ''Ayağımda ağrı var. Ağrıyan bölgeye yılanı koydum. Bu tedavi bana iyi geliyor, daha önce bir iki kez daha denedim, faydasını gördüm'' diye konuştu. -

''BİLİMSEL İZAHI YOK''

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Köksal Alpay, halk arasındaki, yılanların sedef, egzama gibi hastalıklara iyi geldiği, ağrıları geçirdiği yönündeki inanışın bilimsel olmadığını söyledi. Bu tür geleneklerin bazı bölgelerde sürdürüldüğünü ifade eden Alpay, ''Yılanların rahatsızlıkları giderici bir etkisi olduğunu bilimsel olarak açıklayamayız. Bunların bilimsel izahı yok'' dedi. İyileşeceğine inanan insanların psikolojik olarak etkilenebileceklerine işaret eden Alpay, ''Eğer bir kişi, yılanla temastan sonra derisindeki hastalığının geçeceğine inanıyorsa böyle bir olumlu netice psikolojik olarak alınmış olabilir.

Yoksa bilimsel olarak böyle bir şey mümkün değildir'' diye konuştu. Bu tür şeylerde dikkatli olunması gerektiğini vurgulayan Alpay, ''Bazen yılanların ısırması, zehirli bir maddeyi deriye enjekte etmesi gibi riskler olabilir. Biz hekimler olarak bu tür uygulamaları tasvip etmeyiz, böyle şeyleri hastalarımıza tavsiye etmeyiz'' dedi.



AA

YORGUNLUK

Kronik yorgunluktan korunun
Kronik yorgunluğunuzun gerçek nedenini araştırın. Eğer sorun iş yoğunluğunuz ise çalışma temponuzu düşürün, monotonluk ise yaşamınızı renklendirecek uğraşlar bulun.
· Kronik yorgunluğa karşı en iyi ilaç tatile çıkmaktır. İmkanlarınızı zorlayarak birkaç günlüğüne de olsa kent dışına kaçın.
· Her gün sabahları aç karnına en az 5 dakika yürüyüş yapın. Ancak bu yürüyüşleri güneşli günlerde yapmaya özen gösterin.ı.
· Her sabah 10-15 dakika aç karnına jimnastik yapın. Ama vücudunuzu aşırı yormaktan da kaçının. Jimnastik yapacağınız odayı ciğerlerinize bol oksijen girmesi için bir süre havalandırmayı unutmayın.
· Sofranızdan meyve ve sebzeyi eksik etmeyin. Sevmeseniz de mevsimin özelliğini taşıyan meyve ve sebzelerin bütün çeşitlerinden bol miktarda yiyin.

ASTIM

Astımda havayolu daralmasının 2 bileşeni Astım, dış ortamda bulunan çeşitli alerjenler (alerjik reaksiyona neden olan madde), sigara dumanı, duygusal faktörler, egzersiz, soğuk havaya maruz kalma gibi tetikleyici faktörlere karşı, havayollarının (bronşların) daralması ile kendisini gösteren ve ataklarla seyreden kronik bir akciğer hastalığıdır.

Ataklar dışında çoğu kez hiçbir yakınması olmayan hastada atak sırasında nefes darlığı, öksürük, hışıltılı solunum, güçlükle balgam çıkarma, göğüste sıkışıklık hissi gibi belirtiler vardır ve bu belirtilerin şiddeti hastadan hastaya çok büyük değişiklikler gösterebilir. Ataklar genellikle gece sabaha karşı ortaya çıkar, kendiliğinden veya ilaç kullanarak geriler ve kaybolur ancak yeni bir atakla tekrar ortaya çıkar. Tedavi görmemiş ya da düzensiz tedavi görmüş olgularda, zamanla atak sıklığı ve şiddeti artar. Bu hastalarda, nefes darlığı, hışıltılı solunum ve göğüste sıkışıklık hissi gibi belirtiler süreklilik kazanabilir.

Astımın görülme sıklığı, ülkeden ülkeye değişmekle birlikte yaklaşık olarak 10%-15% kadardır ve gelişmiş ülkelerde oranın daha yüksek olduğu bilinir.

Astım için risk faktörleri nelerdir?

Ev tozu akarı(mayt) Astım için risk faktörleri genetik ve çevresel faktörler olmak üzere iki ana grupta ele alınabilir. Genetik faktörlerden en önemlisi alerji varlığıdır. Alerji genetik geçiş gösterir. Bu geçişten sorumlu bazı genler tanımlanmıştır. Çevresel faktörler ise alerjenlere, mesleksel bazı toz ve kimyasal maddelere, sigara dumanına ve hava kirliliğine maruziyet; sık sık viral üst solunum yolu enfeksiyonları geçirmek olarak sıralanabilir. Yapılan çalışmalarda tüm dünyada astıma en sık neden olan alerjenin ev tozu akarları olduğu görülmüş ve bu durumun yaşamın başlangıcında, yani bebeklik döneminde evde yoğun olarak ev tozu akarlarına maruz kalmanın sonucu olduğu anlaşılmıştır. Yine çevresel faktörlerde sigara dumanına maruz kalma son derece önemlidir. Örneğin gebelik döneminde sigara içen annelerin, çocuklarında astım ve diğer solunum sistemi hastalıklarının daha sık görüldüğü saptanmıştır. Sigara aynı zamanda ortamda bulunan alerjenlere karşı duyarlılık gelişmesine sebep olmaktadır.

Hastalığa ait belirti ve bulgular nelerdir?

Astım, karakteristik olarak ataklar halinde seyreden; nefes darlığı, göğüste sıkışıklık hissi, hışıltılı solunum, öksürük, zor çıkarılan çok koyu, sert ve yapışkan balgam gibi yakınmalara neden olan akciğer hastalığıdır. Hastaların birçoğunda astımla birlikte alerjik rinit (saman nezlesi, alerjik nezle), sinüzit, alerjik konjonktivit (göz alerjisi), egzama gibi hastalık öykülerinin de olduğu saptanır. Yine hastaların atakları ile ilgili özellikler sorgulandığında, bunların çoğu kez gecenin ilerleyen saatlerinde ve sabaha karşı ortaya çıktıkları veya tetikleyen faktörlerle (alerjen, soğuk hava, kirli hava, sigara dumanı) karşılaşma durumunda geliştikleri anlaşılır.

Atakların şiddeti sadece hafif bir öksürükten, yoğun bakıma yatmayı gerektirecek ciddi solunum yetersizliğine kadar çok geniş bir yelpazededir. Ataklar kendiliğinden gerileyebilir ya da geçebilir ancak hasta çoğu kez astım ilaçlarını kullanarak rahatlar. Atak sırasında astım tanısı koymak hekim için kolaydır çünkü hastalığın karakteristik muayene bulguları vardır. Atak dışında ise hastalığın öyküsü hekimi astım tanısına yönlendirir. Tanı için hastadan akciğer grafisi, solunum fonksiyon testleri, alerji testi, bazı kan tetkikleri istenilir. Genellikle, atak dönemi dışında akciğer grafisi ve solunum fonksiyon testleri normaldir. Alerji testlerinde ise ev tozu akarları, ağaç, çiçek, tahıl polenleri, evcil hayvan tüy ve epitelleri gibi alerjenlere karşı reaksiyon görülebilir.
KAYNAK

Wednesday, May 30, 2007

OSTEOPATİ

Osteopati kelimesinin kökeni "kemik" anlamına gelen "osteo"dan geliyor. Her ne kadar bu anlamıyla osteopati denilince, kemik sorunlarına şifa getirmek, sırt ve ense ağrılarını dindirmek amacıyla yapılan uygulamalar...


Osteopati kelimesinin kökeni "kemik" anlamına gelen "osteo"dan geliyor. Her ne kadar bu anlamıyla osteopati denilince, kemik sorunlarına şifa getirmek, sırt ve ense ağrılarını dindirmek amacıyla yapılan uygulamalar anlaşılsa da bu bilimin uygulandığı alanlar tahmin edildiğinden çok daha geniş.

Biyomekanik prensipler üzerine kurulu teknikler ve elle uygulanan bir doğal terapi türü olan osteopati, sadece adale ve kemik sorunlarında değil, aynı zamanda vücudun diğer işlevsel (fonksiyonel) düzensizliklerinde de uygulanıyor.

Amerika'da 1870'li yıllarda Missouri'li bir doktor olan Andrew Taylor Still tarafından geliştirilmiş olan bu doğal terapi yöntemi, bugün Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından bilimsel bir tedavi olarak kabul ediliyor. Bazı ülkelerde osteopati eğitimi, beş yıl gibi uzun bir zaman alıyor ve osteopati tekniklerinin öğretiminin yanı sıra anatomi, fizyoloji, pataloji ve genel tıp bilgilerini de içeriyor.

Still, herhangi bir organdaki sorunun, ilk bakışta belli olmasa bile, vücudun bir başka yerine de düzensizlik getirdiğine inanıyordu. Günümüzde bu inanç tüm bütüncül terapilerin esasını oluşturuyor. Örneğin, mide sinirleri ense ve sırttan geçiyor. Bu seviyedeki bir sıkışma kişide hazımsızlık yaratabiliyor. Geleneksel tıpta bu ilişki göz önüne alınmadığı gibi, kişi, tercihi iki değişik doktora gitmek olmadığı halde genelde hazımsızlık için bir doktora, ense ve sırt ağrıları içinse bir başka doktora görünmek durumunda kalıyor. Ancak osteopat, baş, ense, sırt, siyatik, eklemlerde görülen ağrılar, adale sorunları, sporla ilgili yaralanmalarda başvurulması gereken uzman olduğu gibi, artritik durumlarda, astım, jinekolojik düzensizlikler, kronik yorgunluk, uyku sorunları, hamile kadınların doğuma hazırlanmaları ve forseps yardımıyla doğmuş bebeklerdeki bazı sorunlara yardımcı olabiliyor.

Osteopat ile fizyoterapist arasındaki fark ise, osteopatın hastanın sadece sorunlu organını değil, bütün vücudunu ele almasında bulunuyor. Örneğin bir diz incinmesinde, fizyoterapist sadece o diz ile ilgilenirken osteopat, hastanın bacak, kalça, ayak ve sırtını da inceler ve bu incinmenin vücudun diğer taraflarını nasıl etkilediğine bakar.

Bu inceleme sonucu osteopatın vereceği tedavi, kan dolaşımını, lenf ve sinir sistemini de göz önünde tutacak nitelikte oluyor. Osteopati bütün vücudu ve vücuttaki değişik sistemleri içine alacak şekilde bir yaklaşım gösteriyor.

Masaj ve esnetme, adaleleri gevşetme, incinme sonucu sınırlanmış eklemlere hareket getiren uygulamalar, özellikle küçük çocuklarda boyuna uygulanan hafif baskılar osteopatın kullandığı teknikler arasında yer alıyor.

Osteopat, elle uyguladığı tekniklerin yanı sıra kişiye vücudunu nasıl taşıması gerektiği, sorunlarının nedenleri, bu sorunları ortadan kaldıracak öneriler ve günlük hayatında uygulaması gereken egzersizler konusunda da açıklamalarda bulunuyor.

Bugünkü yaşam temposu ve şekli, gelişmiş ülkelerde bel ve boyun ağrısını rahatsızlıklar listesinin en başına getiriyor. Osteopatinin, bilgisayar önünde uzun saatler geçiren büyük bir kitlenin yer aldığı Batı Avrupa ülkelerinde çok yaygın bir doğal tedavi haline gelmiş olması şaşırtıcı değil. Bugün Türkiye'de de çok yaygın olmasa da osteopati uygulanıyor.
http://www.dunyaonline.com/155429.asp






Recai YAHYAOĞLU

ÇAMPİSAJ

Hint usulü baş masajı
Çampisaj, 5 bin yıldır Hindistan'da uygulanan bir masaj yöntemi. Zihni dinlendiriyor ve rahatlatıyor; bedene sıkışıp kalmış duygusal sorunlardan arınılmasını sağlıyor. Böylece dinlenmiş bedenin iyileştirme gücü ortaya çıkıyor. Aromatik özyağlarla uygulanan bu teknik, kasları rahatlatarak kan dolaşımını hızlandırıyor, hücre ve dokuların beslenmesini, bedenin toksinlerden arınmasını sağlıyor. Çampisaj, yüz, saç derisi, saçlar, boyun, üst beden ve sırta aromatik yağlarla uygulanıyor. Masaj yapılan bölgelere; hindistan cevizi, tatlı badem, zerdali ve susam yağıyla ihtiyaca göre belirlenen aromatik özyağların karışımı sürülüyor. Bu yağların kokusu, iç dünyaya yolculuğa çıkarıyor ve zihnin günün tüm sıkıntılarından arınmasını sağlıyor.

KAYNAK: TAM TIP

HEPATİT

Hepatit D virüsü yalnızca hepatit B virüsü ile birlikte görülebilen bir enfeksiyondur. Çünkü çoğalmak için Hepatit B virüsüne ihtiyaç duyar. Hepatit B infeksiyonunun kliniğini hızlandırır ve ağırlaştırır.

Hepatit E Hepatit A virüsüne benzer şekilde feko-oral yolla bulaşır, kronikleşmez ancak gebelerde %20 oranında ölümcül seyretmektedir.Türkiye'de taşıyıcılığı % 5 civarındadır.


Hepatit G
Karaciğerde enfeksiyon etkeni olan hepatit etkeni virüslerden biri olan hepatit G virüsü yeni keşfedilmiş bir viral hepatit virüs türüdür.Virüsünün bulaşmasını engellemek için kan ürünlerine uygulanan ve Hepatit G virüsünü etkisiz hale getirecek yöntemlerin oldukça başarılı olduğu söylenebilir.

Nasıl Bulaşırlar ?
Hepatit D;
Damardan uyuşturucu kullananlarda, hemofilili hastalarda ve homoseksüellerde bulaşma riski ve görülme sıklığı oldukça yüksektir. Anneden bebeğe geçme çok nadir olarak görülür.

Hepatit E
; özellikle Asya'nın bir kısmı ve Afrika da görülen bu oral-fekal yani ağız dışkı yolu ile geçiş göstermektedir.

Hepatit
G'nin kan ve kan ürünleri ile bulaştığı yönünde yayınlar son 5-10 yıl içinde çeşitli kliniklerce yayınlanmıştır.

* Hepatit G virüsünün bulaşmasını engellemek için kan ürünlerine uygulanan ve virüsü etkisiz hale getirecek yöntemlerin oldukça başarılı olduğu söylenebilir.

Korunma Yolları Nelerdir?

  • Olası infeksiyöz materyale bulaşmış iğne batmaları veya sivri uçlu alet yaralanmalarından kaçınmak; eldiven, maske gibi koruyucu gereçler kullanmak
  • Damar içi ilaç kullanmamak, eğer kullanılacaksa tek kullanımlık iğne ucu veya şırınga kullanmak
  • Gerektikçe el yıkamak
  • Traş bıçağı, diş fırçası, tırnak makası gibi şahsi eşyaları paylaşmamak
  • Korunmasız cinsel ilişkide bulunmamak
  • Kontamine yüzeyleri 1/10 sulandırılmış çamaşır suyu ile temizlemek
  • Kesik, yanık ve diğer açık yaraları bandaj ile kapamak
  • Dövme piercing, akupunktur, sünnet, kulak deldirme, diş tedavisi gibi risk taşıyan girişimleri sağlıklı ve steril şartlarda yaptırmak

Genel Hepatit Belirtileri Nelerdir ?

*Halsizlik ve kaslarda zayıflık hissi

* Baş ağrısı

*Karın ağrısı (ki bu ağrısı karaciğer bölgesinin hemen üzerindeki bölge)

* Mide bulantısı

*Koyu renkte idrar (kola rengi)

*Kilo kaybı

*Yağlı yiyeceklerden tiksinme

*Nadiren sarılık

*Eklem ağrıları

kaynak

CİPSLER


Sigara kadar zararlı yiyecekler

Harvard Üniversitesi hamburger, patates kızartması, gofret ve cips gibi ürünlerde kullanılan doymuş yağlarla ilgili şok rapor yayınladı.


Dünyanın en saygın tıp kurumlarından Harvard Üniversitesi hamburger, patates kızartması, gofret ve cips gibi gıda ürünlerinde kullanılan doymuş yağ ve trans yağlar (hidrojenize) hakkında “Obezite, kanser ve kalp rahatsızlıklarını tetikliyorlar.

Sigara kadar zararlılar” uyarısını yaptı. McDonald’s, Frito-Lay, Starbucks, Kentucky Fried Chicken ve Kraft gibi gıda devleri teker teker geri adım atıp ürünlerinde doymuş ve trans yağ kullanmayacaklarını açıkladı.

Örneğin Pepsi Co’ya bağlı olan 10 milyar dolar pazar değerine sahip Frito-Lay, ABD’de Ruffles, Lays ve Doritos markaları altında satılan patates cipslerindeki trans-yağ oranını sıfıra indirdi. Frito-Lay yayınladığı açıklamada “Ürünlerimizde kullanılan doymuş yağ oranını da yüzde 80 azaltıyoruz. Aynı lezzeti koruyacağız ve Amerikalılar’ın yılda 30 bin ton daha az doymuş yağ yemesini sağlayacağız” ifadesini kullandı.

Türkiye’de yağa devam

Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu (FDA) dün “Frito-Lay ürünlerinin paketlerinde ’Doymuş yerine doymamış yağ tüketmek kalp rahatsızlıkları riskini azaltır’ ibaresinin yazılmasına” onay verdi. Özetle, çocukların yüzde 25’inin obez veya aşırı kilolu olduğu ABD’de artık aburcuburlarda dahi kalp sağlığını koruyan yağlar kullanılması için girişim başladı.

Ancak McDonalds, Frito-Lay, Starbucks, Kentucky Fried Chicken gibi şirketler Türkiye’de doymuş ve trans yağ kullanımından vazgeçileceğine yönelik herhangi bir açıklama yapmadı.

Müşteri hattına cevap veren yok

Frito-Lay’in Türkiye’de satılan Lay’s, Doritos ve Ruffles gibi ürünlerinin paketlerini inceledik. Paketlerin üzerinde ancak büyüteçle okunabilecek büyüklükte yazılmış kalori, yağ, protein ve karbonhidrat değerleri bulunuyor. Ancak doymuş ve trans yağ oranının ne kadar olduğu belirtilmiyor. Trans yağ değerini öğrenmek için FritoLay’in müşteri danışma hattını aradık. “24 saat açık” telefon hattının ucunda kimse yoktu. McDonalds Türkiye’nin resmi internet sitesinde de ürünlerin besin değerlerini gösteren sayfada trans yağ ve doymuş yağ oranları gösterilmediğini gördük. Türkiye’de tüketicilerin, ürünlerin içindeki zararlı maddelerin oranını öğrenebilmeleri neredeyse mümkün değil...

Patateste 10 gram trans yağ!

McDonald’s CEO’su Jim Skinner önceki gün ABD’de bulunan 3 bin 500 restoranda önümüzdeki yıla kadar trans yğa kullanımına tamamen son verileceğini açıkladı. Ancak dünya genelindeki 31 bin McDonalds zincirinde bu uygulamaya geçilip geçilmeyeceğine yönelik bilgi verilmedi. Benzer şekilde dünyanın en büyük kahve zinciri Starbucks, ABD, Kanada ve Alaska pazarlarında 1 yıla kadar trans yağ ile üretilen ürünler satılmayacığını duyurdu. McDonald’s’ın ABD internet sitesine bakıldığında, hangi üründe ne kadar trans ve doymamış yağ kullanıldığı öğrenilebiliyor. Türkiye’de satılan 170 gramlık orta boy patateste 9.8 gram trans yağ bulunuyor. Ancak McDonalds Türkiye’nin sitesinde bu bilgiye ulaşılamıyor.



VATAN

ALÜMİNYUM KAPLAR

BEYİN SAĞLIĞIMIZ VE ALZHEİMER’S.....



BEYİN SAĞLIĞIMIZ VE ALZHEİMER’S.....

Aşağıda, Sitemizde hep gündemde tutmaya çalıştığımız bize dayatılan “sağlıksız yaşam tarzı” ile ilgili ibret verici bir yazıyı daha dikkatinize sunuyoruz. Ülkemizde modernite adına bize dayatılan bu yaşam tarzının meydana getirdiği ve son zamanlarda büyük artış gösteren kalp-koroner, kanser, yüksek tansiyon, astım, allerji gibi hastalıklar arasında Alzheimer hastalığı da önem arz etmektedir. Sabırla okumanızı ve yaşam tarzımız üzerinde birazcık düşünmenizi tavsiye ederiz.
DEVAMI İÇİN TIKLAYIN

Tuesday, May 29, 2007

CİPSLER


Dünya Sağlık Örgütü ile Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu’na göre bir yetişkinin günde en fazla 6 gram tuz alması, 65 gram yağ tüketmesi gerekiyor. Yani günde 2 paket cips yiyen bir çocuk bu oranları fazlasıyla aşıyor!

Tüm çocukların bayıldığı patates cipsi, aslında bu minik vücutlar için zehirden farksız. Dünya Sağlık Örgütü ile Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu’nun (FDA) verileri günde 2 paket cips yiyen bir çocuğun, bir yetişkinin bile almaması gereken oranda yağ ve tuz tükettiğini gösteriyor. Bu iki kurumun uzmanlarına göre, günde ortalama 2000 bin kalori alan bir yetişkinin en fazla 65 gram yağ tüketmesi gerekiyor. Üstelik bu toplam yağ miktarının içinde, kalbe zararlı olan doymuş yağ oranının 20 gramı aşmaması gerekiyor. “Sigara kadar tehlikeli olan” trans yağların ise hiç tüketilmemesi vurgulanıyor. Dünya Sağlık Örgütü uzmanları ayrıca bir yetişkinin günde en fazla 6 gram tuz alması gerektiğini söylüyor. Bu oran, çocuklarda 3 grama kadar iniyor.

Trans yağ deposu

Oysa çocuklarımızın tükettiği 100 gramlık bir paket patates cipsinde 25-33 gram arasında yağ bulunuyor. Türkiye’de satılan patates cipslerinin üzerinde belirtilmediği için hangi oranda doymuş ve trans yağ kullanıldığını öğrenemiyoruz. Ancak İngiliz Kalp Vakfı’nın (BHF) verilerine göre, 100 gramlık patates cipsindeki doymuş yağ oranı 10, trans yağ oranı ise 3 grama kadar çıkabiliyor. Tuz oranı da 3 grama kadar yükseliyor. Bir başka deyişle günde 100 gramlık iki paket cips yiyen bir çocuk, aslında bir yetişkin alması gereken yağ ve tuz oranını tüketmiş oluyor.

Kalp, felç, kanser riski

ABD’deki California Üniversitesi’nin araştırmasına göre de, doymuş yağ tüketimi günlük 20 gramı aştığında obezite riski yüzde 80 ve kalp rahatsızlıklarına yakalanma riski yüzde 60 yükseliyor. Trans yağ ise damarlarda tıkanmaya yol açarak kalp rahatsızlıklarına yakalanma riskini 2 kat artırıyor. “Tuza karşı mücadele” (WASH) adlı bir kampanya başlatan Dünya Sağlık Örgütü, “Tuz tüketimi 3 gramı aştığında kalp krizi ve felç riski iki kat artıyor” uyarısını yapıyor. Patates cipsinin yağda kızartılması sırasında ortaya çıkan “akrilamid” adlı maddenin kansere yol açtığına yönelik bilimsel tartışmalar sürüyor.

Cips yemek, yağ içmekten farksız

İngİlİz Kalp Sağlığı Vakfı (BHF) çocukların cip tüketimini azaltmak için “Cips yemek yağ içmekten farksızdır” sloganıyla bir kampanya başlattı. BHF’ye göre 35 gramlık cips paketinde 2.5 çay kaşığı yemeklik yağ kullanılıyor. Ülkede cipslerde kullanılan yağ ile günde iki Olimpik yüzme havuzu doldurulabiliyor. Dünyada her yıl 36 milyar paket patates cipsi satılıyor.

McDonald’s besin tablosu koyacak ama Vatan’ın fast food ürünlerinin paketlerinde zararlı doymuş ve trans yağ oranlarına ilişkin bilgi verilmemesi haberinin ardından McDonald’s Türkiye bir basın açıklaması yayınladı. Açıklamada, McDonald’s, beslenme değerleri bilgilerini, 2006 yılından itibaren ürün paketleri üzerinde de duyurmaya başlama kararı aldığını söyledi. “2006’da öncelikle, restoranların en yoğun bulunduğu 9 ülkede (Amerika, Kanada, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya, Japonya, Çin ve Avustralya ) ile diğer tüm Avrupa ülkelerinde uygulanmaya başlayan etiketleme sisteminin 2007 yılının Kasım ayında uygulamaya başlayacağı” vurgulandı. McDonald’s, Türkiye için Kasım 2007’nin başlangıç tarihi olarak belirlenmesinin nedenini “ABD merkezden onayının alınması, ambalaj üreticilerinin gerekli tasarım ve alt yapı çalışmalarını yapmaları, tasarımların ABD merkezince onaylanması, baskı hazırlıkları ve üretim” ifadeleriyle açıkladı.

Tabloda eksikler var

Ancak McDonald’s basın açıklamasına ek olarak gazetemize gönderdiği taslak besin tablosu örneğinde, ABD’deki uygulamaya oranla ciddi farklılar göze çarpıyor. “Günlük McDonald’s ihtiyacınız” başlıklı tabloda ürünün içeriğindeki, kalp ve damar sağlığına zararlı olan doymuş ve trans yağlar gösterilmiyor. Sadece toplam yağ miktarı veriliyor. Umarız, McDonald’s tablonun nihai halinde, tüketici için son derece önemli olan trans yağ ve doymuş yağ oranları eklemeyi ihmal etmez.

TÜBİTAK: Cipste kanserojen var

Türkİye Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu (TÜBİTAK), gıda ürünleriyle ilgili kanser taramasında Türkiye’de 20 çeşit ürünü piyasadan tesadüfi yöntemle toplayıp inceledi. Bu ürünleri kapsayan ev yemekleri, kavrulmuş çerez, fırıncılık mamulleri, cipsler, kahve, bisküvi, kraker, çikolata, bebek mamaları, patates kızartmaları, Türk tatlıları, ızgara, kebap, döner ve köfte gibi gıdalardan oluşan yaklaşık 50 gıdayı da analiz etti. Araştırmanın ilk aşamasında yüksek ısıya maruz kalan cips, kraker, bebe bisküvisi, kavrulmuş çerezlerde yüksek oranda kanserojen ’akrilamid’ maddesi tespit edildi. Kurum kesin sonuçları temmuzda açıklayacağını söyledi.

Akrilamid nedir?

Akrilamid; yüksek ısıda besinlerde çıkan vücuda zararlı kimyasal bir madde. Yüksek ısıda protein ile şeker kimyasal reaksiyona girip ‘akrilamid’i doğuruyor. Bu madde plastik sanayiinde kullanılıyor. Sigarada kansere yol açtığı sanılan maddeler arasında akrilamid de bulunuyor.

Kalp krizini tetikliyor

* Prof. Dr. Sebahattin Ateşal (MedikalPark Hospital Kardiyoloji Klinik Şefi): Cipslerin içerdikleri yağlar damar sertleştirici özelliklere sahip. Bu da damar tıkanıklıklarına neden oluyor. Kalbi besleyen damarlar olumsuz etkilendiği için kalp fazla çalışıyor ve kalp krizleri ortaya çıkıyor.

Zararı anlatılmalı

* Dilara Koçak (Beslenme uzman): Aşırı cips tüketimi dengesiz bir beslenme şekli. Çocukların kalsiyum ve proteine; vitamin minerallere ihtiyacı var. Her gün köfte, tavuk veya balık, süt veya ayran meyve ve sebze tüketilmeli. Çocuğa yasak koymak yerine yediklerini dengeli hale getirmeyi öğretmek önemli.

İyibilgi, çocukları cayır cayır yakan cipslerin üzerinde, sigarada olduğu gibi "sağlığa zararlıdır" ibaresinin yer alması ve ailelerin bu konuda bilinçlendirilmesi için Sağlık Bakanlığı'na şikayet kampanyası başlatıyor... Tüm iyibilgi okurlarını bu kampanyaya katılmaya çağırıyoruz.

KAYNAK: İYİ BİLGİ COM

GAZLI İÇECEKLER



Gazlı içeceklerde büyük tehlike!

Britanya'da yapılan araştırma, Fanta, Pepsi Max gibi içeceklerdeki E211 maddesinin DNA'ya zarar verdiğini gösterdi.
Bu sorun ise siroz, parkinson gibi hastalıklara davetiye çıkarıyor. Alkolsüz içecekler hücrelere zarar verebilir. Britanya'da yapılan araştırma, Fanta, Pepsi Max gibi içeceklerdeki E211 (sodyum benzoat) maddesinin DNA'ya zarar verdiğini gösterdi. Bu sorun, siroz, parkinson gibi hastalıklara yol açıyor.

Sheffield Üniversitesi'nden Prof. Peter Piper, E211'in, hücrelerin 'güç istasyonu' mitokondrideki DNA'ya zarar verdiğini açıkladı. Gazlı içeceklerdeki E211'in daha önce de, C vitaminiyle karışınca, kanserojene dönüştüğü iddia edilmişti.


(Radikal)

Ankilozan Spondilit

Ankilozan Spondilit

Ankilozan Spondilit (AS) nedir ?

AS ağrılı, ilerleyici bir romatizmal hastalıktır. Temelde omurgayı etkilemekle beraber, diğer eklemleri, kiriş ve bağları da etkileyebilir. Bazen göz, akciğer, barsak ve kalp tutuluşu da görülebilir.

Omurga

Omurga, 24 omur ve bunlar arasındaki 110 eklemden oluşur. Omurgada 3 bölüm vardır : 7 boyun omuru, 12 sırt omuru ve 5 bel omuru. Boyun bölgesi çok hareketlidir. Sırt bölgesinde her bir omur, iki yandan kaburgalarla birleşir. Bel bölgesinin alt kısmında yer alan sakrum kemiği, leğen kemiği içinde yuvalanmıştır. Sakrum ve pelvis kemikleri arasında her iki yanda yeralan eklemler sakroiliak eklemler olarak adlandırılır. Işte bu eklemler AS’in ilk başladığı bölgedir.

AS’in nedeni nedir?

Tam olarak bilmiyoruz. Araştırmalar, AS hastalarının %96’sında benzer genetik hücre işaretleyicileri (HLA-B27)’nin bulunduğunu göstermiştir. Olasılıkla, normalde zararsız olan bazı mikroorganizmalar, HLA-B27 ile ilişkiye girmektedir. Bazı barsak ya da idrar yolları hastalıkları AS’in ortaya çıkmasını tetiklemektedir. Bazen, belirtiler yatak istirahati (sözgelimi trafik kazasını izleyen istirahat) döneminden sonra da ortaya çıkabilir.

Reiter sendromu olarak bilinen hastalık da AS’e yol açabilir. Reiter sendromunda gözde yangısal tutuluş (irit, üveit, konjunktivit), dış idrar yolu yangısı (üretrit) ve büyük eklemlerde daha sık olmak üzere eklem tutuluşları görülür.

AS’de ne olmaktadır ?

AS’de ilk tutulan bölge sıklıkla leğen kemikleridir. Buna farklı zamanlarda bel, göğüs kafesi ve boyun bölgeleri tutuluşları eklenir. Bu bölgelerde, kiriş ve bağların kemiğe yapıştıkları yerde ortaya çıkan yangı temel bozukluktur. Bu yapışma yerlerinde aşınmalar meydana gelir. Yangı yatışırken, iyileşme sürecinde yeni kemik oluşumları ortaya çıkar. Kiriş ya da bağlardaki elastik dokuların yerine kemik dokusunun geçmesiyle, harekette azalma olur. Yangısal olayın tekrarlamaları sonucunda kemik oluşumları artar ve omurga kemikleri kaynaşarak bütün bir hal alırlar ve bu da hareketlerin kısıtlanmasıyla sonuçlanır. Hastalığın başlangıç dönemlerindeki hareket kısıtlılığının nedeni, ağrı ve kas kasılmalarıdır ve bu dönemde ilaç kullanımı ile düzelir. Ancak, ileri dönemdeki kemiklerdeki birleşmeden sonra ortaya çıkan hareket kısıtlılığı geriye dönmez. Bunun engellenebilmesi ya da yavaşlatılabilmesi için, egzersizlerin düzenli olarak yapılması şarttır.
KAYNAK

GÜNEŞ YANIKLARINA DİKKAT

GÜNEŞ IŞINLARI CİLDİ ERKEN YAŞLANDIRIYOR!


Deri yaşlanmasında içsel ve dışsal olmak üzere iki ana faktör büyük rol oynuyor. İçsel süreci kişinin genetik yapısı oluştururken, dışsal sebep olarak da; güneş ışınları, sigara, aşırı alkol kullanımı ve yetersiz beslenme gösteriliyor.

İstanbul Özel Hizmet Hastanesi Dermatoloji Bölümü’den Uzm.Dr. Makbule Afacan erken yaşlanmanın nedenlerinin başında, yüzde 80’lik oranla UV, yani güneş ışınlarının zararlı etkilerinin geldiğini söyledi. Afacan, güneş ışınlarının direkt ve etkili geldiği yaz mevsiminde güneşten kaçınılması veya güneşle sınırlı temasta bulunulmasını önerdi.

- Güneş ışınları hangi özellikleri nedeniyle deri yaşlanmasına neden oluyor?

Güneş ışınlarında zararlı etkilere neden olan Ultraviyole (UV) ışınları, deri yaşlanmasının yanında deri kanserinin ve deride ‘hiperpigmentasyon’ dediğimiz düzensiz lekelerin oluşmasına da yol açıyor.

- Güneş ışınlarına bağlı yaşlanma ciltte ne gibi değişikliklere sebep olur?

Daha çok güneşe maruz kalan yüz, göğüs ve kollarda; kırışıklıklar, çiller, güneş lekeleri olarak bilinen yıldız şeklinde kahverengi lekeler, bacak ve kollarda ufak beyaz lekeler, deride solukluk, kuruluk, tahriş, gevşeklik, kılcal damarlarda çatlama gibi değişiklikler meydana gelir. Ultraviyole radyasyon, deri yaşlanmasının yanında deri kanserleri ve deride hiperpigmentasyon denilen düzensiz lekelerin oluşmasına sebep olur.

- Deri kanserlerinin görülme sıklığı sıcak havalarda artıyor mu?

2000 yılında yayınlanmış tıbbi bir araştırma sonucu, güneş ışığından tam olarak korunmuş çocuklarda ve gençlerde deri kanserlerinin oranı % 98 oranında azaldığını göstermektedir. Güneşlenmenin son 50 yılda artması, deri kanserlerinin görülme sıklığını da artırmaktadır. Özellikle ışık gören bölgelerde sert, kızarık, üzeri damarlı bir yapıda olan yaralar, koparıldıkça tekrarlayan kabuklanmalar, birden koyulaşan (siyahlaşan) benler, kenarları düzensizleşen, hızla büyüyen, etrafında beyaz renkli hale oluşan, renk değişiklikleri gelişen benler deri kanserlerinin belirtileridir.

- Güneşin zararlı etkilerinden korunmak için neler yapılmalı?

Güneşten korunmada günlük güneş koruyucu kremlerin kullanılması sabah kahvaltısı yapmak kadar önemlidir. Güneşten koruyucu, en az 50 faktör olan kremler sürülerek güneşe çıkılmalıdır. Yüzü ve vücudu kaplayacak şekilde sürülmesi gereken kremlerin denize girip çıkıldıkça etkisini kaybedebileceği düşünülmeli ve buna uygun olarak günde birkaç kez yenilenmelidir. Ayrıca dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da, kremlerin ne zaman sürüldüğüdür. Koruyucu kremler cilde güneşe çıkmadan en az yarım saat önce sürülmelidir.

Ancak bu koruma faktörlerini kullanmak bizlere yine de tüm gün ve özellikle güneş ışınlarının daha dik geldiği ve daha zararlı olduğu öğlen saatlerinde güneşte uzun süreli kalma hakkını vermez. Koruyucu kremlerin yanı sıra şapka ve güneş gözlüğü kullanmak, gölgede ve 11.00- 15.00 saatleri dışında güneşlenmek daha sağlıklıdır. Güneş koruyucu seçerken hem UVA hem de UVB’ye karşı etkili olmasına dikkat edilmelidir.

- Yazın cilt sağlığı için nelere dikkat edilmeli?

Açık renkli ve koruyucu tarzda giyinilmeli

Güneş gözlüğü kullanılmalı

Geniş kenarlıklı şapkalar kullanılmalı

UV ışınlarının en yoğun olduğu 11:00 – 13:00 saatleri arasında gölgede kalmaya özen gösterilmeli

Güneşe çıkmadan yarım saat önce güneş koruyucu krem sürülmeli

6 aydan küçük bebekler uzun süre güneşte bekletilmemeli. Güneşten korunmaya erken çocukluk yaşlarında başlanılmalı.

Deri kanserinin riskini azaltmanın ve deri yaşlanmasını önlemenin en doğru yolu bilinçli güneşlenmektir.

Yaz mevsiminde cildi korumanın yolları

Yaz mevsiminde güneş ışınları, deniz, havuz gibi nedenlerle yıpranan cilde özel bir bakım uygulamak gerekiyor.

Yaz aylarında cilde nasıl bir bakım uygulamak gerekiyor?

Yaz mevsiminde güneş ışınları, deniz, havuz gibi nedenlerle yazın cilt daha fazla kurur. Nem ve bakım ihtiyacı artar. Yazın evde uygulanan günlük bakıma haftada en az 1-2 kez nem maskesinin eklenmesi yerinde olur. Nem maskesiyle beraber cildi soyucu ve temizleyici maskeler de ihtiyaca uygun sıklıkta uygulanmalıdır. Bu arada yaz boyunca kullanılan kremlerdeki koruyucular, bronzlaştırıcılar cilt altında birikintilere ve çok fazla ölü tabaka tutulmasına yol açar. Soyan ve arındıran maskeler, yaz boyunca cildin daha temiz ve canlı kalmasını sağlar.

Güneşin cilde verdiği zararlar nelerdir ?

Yaz mevsimiyle birlikte başlayan tatil programları, güneşle ilişki iyi kurulmazsa kötü sonuçlar doğurabilir. Güneşin yaşam için yararlı etkileri tartışmasız olsa da, güneşten kaçınmak ya da güneşle sınırlı temasta bulunmak gereklidir. Çünkü güneş ışığı, cildin erken yaşlanmasını artıran en önemli faktördür. Ciltte istenmeyen lekeler çiller oluşmasına yol açar. Güneşin bilimsel olarak kesinlik kazanan en önemli zararı ise, deri kanseri oluşum riskini arttırmasıdır. Deri kanseri son yıllarda çok hızlı bir artış göstermektedir. Brozlaşma tüm dünya toplumlarında sağlıklı bir görünüm ile ilişkilendirilse de, anlamı aslında deri hasarıdır. Bronzlaşma derinin kendini koruma yöntemidir. Deri ne kadar bronz ise, o kadar hasar almış demektir. Deriye ulaşan güneş ışınlarının bir kısmı yansır bir kısmı da deri tarafından emilir. Bu nedenle koruyucu önlemlerin hepsi birlikte uygulanmalıdır.

Cilt bakımının yanı sıra yazın alınması gereken önlemler nelerdir ?

Sıkı dokunmuş, açık renkli giysiler giyilmelidir. Bunun yanı sıra geniş kenarlı şapka ve güneş gözlüğü de, güneşin zararlı etkilerinden korunmada etkili olacaktır. Gölgede kalmak, güneşin zararlı etkilerinden tam olarak korumaz. Kum ve deniz güneş ışıklarını yansıtacağı için güneş koruyucular hatta beyaz renkli giysiler giymek doğru olacaktır. 11.00-15.00 saatleri arası güneş ışınlarına maruz kalmak doğru değildir. Yaz aylarında herkesin, özellikle de açık tenli kişilerin gün örtüsü denilen güneş koruyucu ürünleri kullanmaları gerekmektedir.

Güneş koruyucu krem seçerken nelere dikkat edilmesi gerekiyor ?

Güneş koruyucular; UV ışınlarını emme, yansıtma ve dağıtma yolu ile deriye ulaşmasını engellerler. Güneş koruyucu kremlerin etkinliğini güneş koruma faktörü (SPF) belirler. Güneş koruma faktörü; güneş koruyucu kullanılmış bölgede kızarıklık oluşma zamanının; koruyucu kullanılmamış bölgede kızarıklık oluşma zamanına oranı ile belirlenir. Güneş koruma faktörü ne kadar yüksek ise, etkinlik o kadar artacaktır. Yaz aylarında en az 30 koruma faktörlü kremler uygun olacaktır. Bu kremlerin hem UVA’ya hem de UVB’ye karşı etkili olmasına dikkat edilmelidir.
kaynak

AĞRILARIMIZIN NEDENLERİ NELERDİR Kİ;?


Bu ağrıyı ne doktor ne de ilaç dindirir

Gittiğiniz onca doktor, ağrılarınızı dindiremediyse, ilacı kendi içinizde arayın. Çünkü büyük ihtimal, hastalık vücudunuzda değil kafanızda, çare ise...

Gittiğiniz onca doktor, ağrılarınızı dindiremediyse, ilacı kendi içinizde arayın. Çünkü büyük ihtimal, hastalık vücudunuzda değil kafanızda, çare ise doktorda değil psikiyatrda görünüyor.

Aylardır elinizde filmler, farklı farklı testlerden aldığınız sonuçlarla doktor doktor dolaşıyor; fakat hem ağrınızı dindiremiyor hem de hangi hekime inanacağınızı şaşırıyorsunuz. ‘Nereniz ağrıyor?’ sorusuna verdiğiniz cevap kadar konulan teşhisten de emin değilsiniz. Peki ağrılarınızın bu gidişle hiç geçmeyeceğini düşündünüz mü? Haftalar, aylar hatta yıllarca geçmeyen ağrıların ‘kronik ağrı’ olarak tanımlandığını, bu ağrıların çoğunun sebebinin “bedende aranmaması gerektiğini” biliyor muydunuz?

Kronik ağrıların sebebi çoğu kez tam olarak bilinmiyor, bazen ‘gezen ağrı’ bazen de yapılan tüm müdahalelere rağmen ‘dinmeyen ağrı’ olarak kendini gösteriyor. Hastaya teşhis konuyor, hasta ‘tedavi’ ediliyor; fakat ağrılarında bir azalma, dinme gözlemlenmiyor. Bunun üzerine ‘kerameti’ yeni bir doktorda arayan hasta, başka bir merkeze başvuruyor. Bu kısırdöngüye düşmeyen bazı hastalar ise yaşadığı ağrının kronik olma ihtimalini düşünerek psikiyatr desteğiyle eski sağlığına kavuşuyor.

SIKINTILAR AĞRI, AĞRILAR HASTALIK ÜRETİYOR

Doktorlara göre eğer hasta “Her yerim ağrıyor.” diyorsa hastanın ağrıları ‘kronik’ diye tanımlanıyor. Özellikle herhangi bir organda somut problem yoksa… Çünkü uzmanlara göre hastalığın adı ne olursa olsun tüm vücudun ağrıması hiçbir zaman mümkün değil. Dolayısıyla bunun adı tıp literatüründe ‘somatiasyon’ oluyor: Yaşanan psikolojik sıkıntıların bedenselleşmesi. Bu ise kaygı ve ihtiyaçlarını, yani kısaca ‘duygularını’ dile getiremeyenlerde görülüyor. Bazen sebebi belli bir ağrı da kronikleşebiliyor.

Diğer yandan araştırmalar, fiziksel hastalıkların da yüzde 40-60 oranında depresyondan kaynaklandığını gösteriyor. Kardiyoloji, onkoloji, beyin cerrahisi, cildiye, fizik tedavi bölümlerinde tedavi gören hastaların çoğunda ‘depresyon’ ortaya çıkıyor. Fiziksel kaynaklı ağrının üstüne eklenen depresyon ise ‘ruhsal kaynaklı ağrıya’ dönüşüyor. Mesela kanserli hastanın depresyonu tedavi edilmezse hastalığın seyri kötüleşiyor, hastanın yaşam süresi kısalıyor. Aynı şekilde kalp krizi geçiren hasta da depresyona girebiliyor; depresyon tedavi edilmezse yeniden kalp krizi ihtimali artırıyor; kişinin bağışıklık sisteminin zayıflamasıyla birçok yeni hastalığa davetiye çıkıyor.

İstanbul Şişli’de hizmet veren Diem Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi aynı zamanda Kronik Ağrı Tanı ve Tedavi Merkezi olarak da hizmet veriyor. Bu özelliğiyle aslında Türkiye’de bir ilk. Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Birimi’nde görev yapan ve Diem’in kurucularından Dr. İbrahim Hakkı Şahinler, ağrının ölçülebilen bir belirti olmadığını, kişinin ruhsal ve sosyal sağlığı ile çok yakından ilgili olduğunu kaydederek, ağrıların kronik mi yoksa akut mu olduğunun nasıl anlaşılacağını şöyle anlatıyor: “Hasta öyküsü çok önemli. Teşhis, sorduğumuz sorulara aldığımız cevaplarla konuluyor. ‘Ağrı ne zamandır var?’ sorusuna ‘10 senedir’ cevabını alıyorsak kroniktir. Öte yandan hasta dün akşam kafa travması geçirmişse başının ağrıması normaldir; buna kronik denemez.”

Kronik ağrı eğer tedavi edilirse bir ay gibi kısa sürede atlatılabilecek bir rahatsızlık. Fakat Türkiye’deki en büyük sıkıntı, ağrıların kronik olabileceğinin ne doktorlar ne de hastalar tarafından düşünülememesi. Genellikle Kronik Ağrı Tedavi Merkezi’ndeki hastalar; tavsiye edilen her doktor, biyoenerji uzmanı ve akupunkturcuya gidip çare bulamayan ya da başka bir sorunu sebebiyle psikolojik destek almaya gittiğinde ‘kronik ağrı’ çektiğini öğrenenlerden oluşuyor. Çünkü Dr. Şahinler’e göre “Türkiye’de bütüncül yaklaşım yok. Hasta, kulağı çınladığı için doktora gidiyor, sanki bir makine gibi muamele görüyor. Bir sürü tetkik yapılıyor, sadece bir parçayla ilgileniliyor, insanın bütünü gözden kaçıyor. Bir yerde bir sorun varsa onun gözüken ya da gözükmeyen bir sebebi muhakkak vardır. Psikiyatrların görevi de o görünmeyen rahatsızlığın kaynağını bulmak.”

BEL AĞRINIZ DA ‘PSİKOLOJİK’ OLABİLİR

Ağrı ilk bakışta sıradan bir sorun gibi gözükse de ağrının boyutları sosyal, psikolojik ve ekonomik anlamda tüm dünyaya zarar veriyor. Ülkemizde kronik ağrı üzerine yapılmış herhangi bir araştırma yok. Fakat, en çok satılan ilaç ağrı kesiciler, ve baş ağrılarının yüzde 90’ından fazlasının sebebi de gerginlik. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre kronik bel ağrısı çekenler yılda 270 milyon gün işgücü kaybına sebep oluyor. Milyonlarca dolarlık teşhis ve tedavi masrafı da cabası.

Kronik ağrılar genelde baş, eklem, bel, karın ve kasıkta görülüyor. En sık şikayet ise baş ve belden geliyor. Dr. İbrahim Hakkı Şahinler, her türlü tedaviye karşın belindeki ağrı geçmediği için kendi merkezlerine gelenlerin oldukça fazla olduğunu söylüyor. Yalnız, “Bel ağrısı ile psikolojinin ne alakası var.” demeyin. Dr. Şahinler, bunu şöyle izah ediyor: “Hastada ameliyat endikasyonu yok; fakat gerginlik sinirlere baskı yapıyor. O da ağrı olarak kendisine geri dönüyor. Yaşadığı gerginlikler sebebiyle uzun süre bel ağrısı çekmiş, psikiyatrik tedaviden iyileşmiş hastam çok var.”

Bir reklam ajansında çalışan Tülin Çeneli, uzun zamandır devam eden baş ağrısı sebebiyle hastaneye gider, MR’ı çekilir, sinüzit teşhisi konur. Tedavi sonunda tekrar film çekilir. Başındaki sinüzit yok olmuştur fakat Çeneli’nin ağrıları bir türlü dinmez. Şu an Diem’de kronik ağrı tedavisi uygulanan Çeneli, her geçen gün daha da iyileştiğini anlatıyor. Tülin Çeneli’nin annesi de yeğenini kaybettikten sonra ölümden korkmaya başlamış ve kalbinde ağrı olduğunu söylemiş. Doktorlar ağrılara çare bulamayınca psikiyatra başvurmuş, böylece sebebi bir türlü bulunamayan kalp ağrısından da kısa sürede kurtulmuş.

EN İYİ AĞRI KESİCİ: İNANÇ VE TEVEKKÜL

Modern dünya, bilimsel gelişmeler, yeni icatlar derken hayatımız kolaylaşıyor gibi görünse de madalyonun öteki yüzü hiç de öyle söylemiyor. Birçok yeni hastalığı da ‘icat’ eden modern hayatın getirdiği sıkıntı ve stres, insanlığı tarifsiz acı ve ağrılara gark ediyor. Kronik ağrıların en önemli sebebi olarak kaygılar, yani stres gösteriliyor. Küçük yaşta başlayan kaygılarımız, bize mezara kadar eşlik ediyor çoğu zaman. Çünkü kronik ağrı, kaygılarımızla orantılı olarak artan ve azalan bir rahatsızlık. Büyükşe
hirlerdeki trafik sorunu, kapkaç, deprem, geçim derdi, ekonomik kriz riski, ailenizin geleceği, iş stresi, dış dünyadaki olumsuz gelişmeler... Bu şartlar altında kaygılanmayalım da ne yapalım?

Dr. İbrahim Hakkı Şahinler, kaygının insan olmanın bir gereği olduğunu, hayvanlarınsa anı düşünüp yaşadıklarını belirterek önemli bir ayrıntıya dikkat çekiyor: “Kaygılanmakla çok kaygılanmayı ayırmak gerekiyor. ‘İşimi kaybedersem ne yaparım, oğlumun kızımın hali ne olacak, çalıştığım yerde en iyi olmalıyım’ gibi kaygılar insanın iç dengesini bozuyor. Eğer kucağınızdaki bebeğin evliliğini düşünüyorsanız kanser, kalp, tansiyon, şeker gibi birçok hastalığa zemin hazırlıyorsunuz demektir. İnsanın sorumlulukları arttıkça kaygı düzeyi de yükseliyor. Kaygılardan uzaklaşmanın en iyi yolu ise inançtan geçiyor. İslam’da tevekkül var. Elinizden gelen ne ise yaparsınız; sonra olmazsa ‘niye olmadı’ diye kendinizi yiyip bitirmezsiniz. Yani; insanı gereksiz kaygı ve stresten kurtaran inanç, aynı zamanda kronik ağrıların da bir “ağrı kesici”si. Diğer türlü, kaygılarla başa çıkılamıyor. Dr. Şahinler’e göre; modern dünyada insanlar bireysel yaşıyor, her şeyi kendisi halledebilecek zannediyor. O da bireyi sıkıntıya sokup huzursuz yapıyor. Zaten Diem’e gelen hastalar da meslek sahibi, sorumlulukları fazla, hayattan beklentisi çok olan, her şeyi kontrol etmeye çalışanlardan oluşuyor.

Kronik Ağrı Tanı ve Tedavi Merkezi’ne erkeklerden çok kadınlar rağbet ediyor. Uzmanlar, kadınların problemlerini dillendirerek yardım istemekten çekinmediğini; erkeklerin ise genelde psikiyatrik yardım aldıklarında rencide olacaklarını düşündüğünü vurguluyor. Dr. Şahinler, “Zayıf insanlar psikiyatra gider” düşüncesinin yaygınlığına dikkat çekerek konuya farklı bir açılım getiriyor: “Mesleğinizde çok başarılı olabilirsiniz, her şeyi çok iyi yapıyorsunuzdur; ama yine de psikiyatrik sorun yaşayabilirsiniz, ki akıllı insanların psikiyatrik problem yaşama oranı daha yüksek. Ortalama zekanın üstü, çok problem yaşarken altı yaşamaz.”

TEDAVİ MÜMKÜN

Kullanılan psikoterapi yöntemleri ve ilaç tedavisiyle kronik ağrılı hastalarda yüzde 80-90 oranında iyileşme görülüyor.


AKSİYON DERGİSİ

Biofeedback


Ziihnin beden üzerinde gösterdiği etki olarak tanımlanır. Normal şartlarda fiziksel işlevlerin tümü beyin ve sinir sistemi tarafından gerçekleştirilir. Bedende gerilemeye yol açan ve stresin ortaya çıkmasına neden olan bazı durumlarda zihin direk tepki gösterir. Biofeedback’in amacı ise bu gibi durumlarda vücudun fiziksel görevlerinin düzenli kalması konusunda kişiyi eğitmektir.

Kan basıncı, beyin dalgaları, kas gerilmesi, kalp atışı gibi dışardan ölçülebiecek olan fiziksel işlevleri etkileyebilmektedir. Vücut işlevlerini ölçmek için bir takım biofeedback aletleri bulunmaktadır. Sinir ve beyin dalgalarını ölçmek için EEG, kaslarda oluşan gerilimi ölçmek için EMG, derinin elektrik kondaktivitesini ölçen GMR biofeedback de kullanılan aletlerdir.

Makinelerin kullanımı oldukça kolaydır. Vücudunuzdaki oluşumlardan sizi haberdar etmek için sinyaller verir. Biofeedback aletlerinden alınan cevaplar doğrultusunda meditasyon, rahatlama teknikleri kullanılır. Örneğin aletlerden oldukça sinirli ve stresli olduğunuz gözlemleniyorsa kendinizi dinlendirmek ve rahatlatmak için hayal kurmaya başlayabilir hatta bu sırada meditasyon yapabilirsiniz. Böylece tedavinizi kendi kendinize yapmış olursunuz.

Sinirsel rahatsızlıklar, kaslarda oluşan problemler için biofeedback’in yararları göz ardı edilemez. Kendini tanıma ve kişisel gelişim içinde biofeedback’den yardım alınabilir. Uykusuzluk, depresyon, diş gıcırtdatma gibi sorunların tedavisinde de kullanılır. Biofeddback’in kapsamına giren rahatsızlıklar bu kadar da değil, beyinde sorunlara neden olan geçici felç, felç, kaslardan kaynaklanan fiziksel aktivite bozuklukları, dengesiz kalp atışları, yüksek tansiyon, migren, astım, ülser, kolit ve ishal gibi rahatsızlıkların tedavisinde de kullanılabilmektedir.

Biofeedback aynı zamanda hastaya vücudunu tanıma şansı verir ve bu şekilde hastalığını daha rahat takip eder. Hemen hemen her hastanede biofeedback alanı bulunmaktadır. Biofeedback doktorları psikologlardır. Psikoloğunuz sizi kendinizi bedensel ve ruhsal açıdan tanımanızda yardımcı olacaktır.

Tedaviye başlamadan önce biofeedback hakkında doktorunuzdan detaylı bilgi alın. Tedavinin ne gibi etkileri olduğunu doktorunuza sorun.Tedavi için kullanılan aletler hakkında geniş bilgi alın. Biofeedback’in asıl amacının ruhunuzu rahatlatmak olduğunu unutmayın.

Seansların süresi 30 dakika ile 90 dakika arasında değişmektedir. Seansların aralıkları kişinin durumuna bağlı olarak günlük ya da haftalık olarak değişmektedir. Seansların en azı 6 hafta devam etmektedir.

Aletler olmadan da nasıl rahatlayacağınızı biofeedback uygulamalarında öğrenmeli ve bunu normal hayatınıza aktarmalısınız.


kaynak




Recai YAHYAOĞLU -

Monday, May 28, 2007

ASPİRİN


Aspirin kurtarıcı mı, öldürücü mü?

100 yıldır en fazla kullanılan ilaçlardan Aspirin, mucizevi bir ilaç mı, yoksa tehlikeli bir hap mı? Beyin cerrahı Prof. Dr. Orhan Barlas ve kardiyolog Prof. Dr. Vedat Sansoy tartıştı..


Aspirin kurtarıcı mı, öldürücü mü?

Prof. Dr. Orhan Barlas:
Aspirin "Yaşım geldi," diye kullanılacak bir ilaç değildir. Aspirin içtikten sonra küçük bir kaza, beyin kanamasına yol açabilir.

Günde bir aspirin almak sağlık için yararlı mı?

"40 yaşına geldim, en iyisi artık günde bir Aspirin alayım," diye bir alışkanlık başladı. Bu çok yanlış. Doktor tavsiye etmedikçe ya da damar tıkanıklığı nedeniyle kullanılması gerekmiyorsa, aspirin öyle alınacak bir ilaç değildir.

Aspirin, hiç yan etkisi olmadan, en kolay kullanılan ağrı kesici mi?
Ağrıyı kesmek için aspirinden çok daha az yan etkisi olan ilaçlar var. Ağrıyı kesmek için ilk akla gelen ilaç, artık aspirin olmamalı.

Doktora sormaya gerek var mı?
Aspirin çok masum bir ilaç değildir. Gerekli değilse kullanmamak lazım. Aspirin'in kanamalara yol açmak gibi çok ciddi yan etkileri olabilir. Doktora sormadan Aspirin almak, cesaret ister.

Aspirin kullanımı sonucu karşılaşabileceğiniz en büyük zarar nedir?
Aspirin aldıktan sonra diyelim ki trafik kazası geçirip kafanızı bir yere çarptınız, beyin kanaması riskiniz çok daha fazla olur. Küçük bir çarpmayla daha büyük bir kanama ortaya çıkabilir. Yani Aspirin'i durup dururken almamak gerekir.

Aspirinn'in hayat kurtarıcı etkisi olabilir mi?
Aspirin, felç olma riskini azaltır. Damar tıkanıklığı olan hastaların da felç riski vardır. Bu çeşit hastalarda, felci önlemek ya da küçük bir felç geçiren hastaların daha büyük felçle karşılaşmaması için günde bir küçük Aspirin almalarını öneririm.

Prof. Dr. Vedat Sansoy:
Aspirin, en masum ağrı kesicilerden biridir. Kalp krizi geçirirken iki aspirin çiğnerseniz, hayatınız kurtulabilir.

Günde bir aspirin almak sağlık için yararlı mı?

Doktor tarafından önerilen kişiler için günde bir aspirin almak yararlıdır. Sigara içen, kolesterolü ve tansiyonu yüksek, ailesinde kalp hastalığı bulunan, şeker hastalığı olan kişiler için düzenli aspirin kullanımı çok yararlıdır.

Aspirin, hiç yan etkisi olmadan, en kolay kullanılan ağrı kesici mi?
Ağrı kesici olarak son derece masum bir ilaçtır. Günlük dozlarda 1.5 grama kadar ağrı kesici olarak alınabilir. Ağrı kesici amaçla düzenli kullanmanız gerekmez. En fazla bir ya da iki tane alırsınız. O zaman kanama yapma gibi riski olmaz.
Doktora sormaya gerek var mı?
Aspirin kullanmak için mutlaka doktora sormaya gerek vardır. Hatta bence Aspirin reçeteye de yazılmalıdır.

Aspirin kullanımı sonucu karşılaşabileceğiniz en büyük zarar nedir?
Eğer kalp damar hastalığı riskiniz çok düşükse, aspirinin zararları, yararlarından fazla olabilir. Beyin ve mide kanaması riski vardır. Çocukların ateşini düşürmek için Aspirin kullanılmaz. Karaciğer ve beyin hasarı ile seyreden Reye Sendromu'na neden olabilir.

Aspirinn'in hayat kurtarıcı etkisi olabilir mi?
Özellikle diğer risk faktörleriniz varsa, kalp hastalığı riskiniz yüksekse, Aspirin alarak hayatın kurtulması mümkündür. Kalp krizi geçiren kişinin hastaneye giderken iki tane Aspirin çiğnemesi durumunda krizin vereceği hasar azalır.


Sabah

Sunday, May 27, 2007

SELÜLİT

KADINLARDA SELÜLİT SORUNU

Tıpta "lipodistrofi" olarak da ismlendirilen sellulit, vucudumuzun belli bölgelerinin "portakal kabuğu" görünümü alması durumudur.

Sıklıkla karın, kalça, kol ve bacak bölgesinde görülür. Dokulardaki yağ birikimi zamanla dolaşım ve beslenme bozukluklarına, su tutulmasına ve deformasyonlara neden olur.

Tanı
Tanısı son derede kolaydır. Gözle görülerek veya elle sıkıldığı zaman ciltte oluşan yumruların görülmesi ile tanı rahatlıkla konulabilir.

Nedenler
Kalıtım, beslenme alışkanlıkları (alkol, kahve, sigara), aktivite azlığı, gebelik, postür bozuklukları, dolaşım bozuklukları, hormonal faktörler ve ilaçlar sellüliti arttırabilir.

Lezyonlar, başlangıçta yumuşakken zamanla daha sert ve nodüler hal alarak tedavisi zorlaşır.

Sellülit ve obezite zamanla duruş bozuklukları, varis, çabuk yorulma, sırt bel ağrıları, ciltte sarkma ve çatlamalara neden olur.

Tedavi
Öncelikle belirtmekte fayda vardır ki; sellülit kremlerinin kesin kaıtlanmış bir etkisi yoktur.
-Mezoterapi iyi bir tedavi yöntemidir. Mezoterapi, cilde yağı eriten ve dolaşımı hızlandıran maddelerin cilde enjeksiyonudur.
-Karboksiterapi de mezoterapi ile beraber veya tek başına uygulandığında kısa zamanda gözle farkedilebilen yararlar sağlar. Karboksiterapi ile cilt altına CO2 gazı verilerek yağ hücrelerinin erimesi ve dolaşımın hızlanması sağlanır. Oldukça ağrısız ve rahat bir uygulamadır.
-Dolaşımı hızlandırmak amacıyla hafif sporlar önerilir.
-Masaj ve aletli tedaviler (vakum, lenf drenaj, elektrik akımıyla çalışan aletler, ultrasound) de dolaşımı hızlandırarak yağ hücrelerinin parçalanmasına neden olur.
-Cerrahi tedaviler daha ileri vakalarda tercih edilebilir.


Korunma Yolları ve Beslenme
Sellülittten korunmak için diyet son derecede önemlidir. Kişilere ağır olmayan, özel diyetler önerilir. Ancak çok ağır diyetlerde kilo verildiği halde sellülit çözümlenmez.

I. Önerilen Gıdalar
Selülitlerine bakıp ne yapacağını kara kara düşünenler, beslenme şekliyle bu sorun arasında yakın bir ilişki olduğunu unutmamalıdır.

Su: Günde en az 1.5 litre su için, selülit sorunu olanlara 2 litre öneriyorum. Su vücuttan toksinlerin atılmasını kolaylaştırıyor ve metabolizmayı hızlandırıyor.

Yeşil Çay: Vücuttan toksinlerin atılmasını kolaylaştırıcı etkiye sahip. Aslında yeşil çayda da kafein var, ama oranı çok düşük. Günde iki fincan yeşil çay için.


Elma: Elmanın kabuğunda bulunan "pektin" adlı besin, vücuttan toksinlerin atılmasını kolaylaştırıyor. Selülit sorunu olanların bir gün boyunca ağırlıklı olarak elma yiyecekleri detoks programını uygulamalılar. Günde bir elma tüketimi şeklinde de olabilir.

Taze meyve ve sebze: Bol lif içerdikleri için selülit oluşumunu azaltırlar. Özellikle ıspanak, roka, maydanoz, yeşil soğan, marul ve semizotu gibi koyu yeşil renkleri tercih edin. Bunların antioksidan gücü daha yüksektir ve bol su içerirler. Selülite karşı günde 35 gram lif tüketmekte fayda vardır.

Omega 3 yağ asitleri: Cildi güzelleştiriyor, dolaşımı rahatlatıyor, metabolizma hızını artırıyor. Ton, somon, uskumru, palamut, hamsi gibi yağlı balıklar, keten tohumu ve ceviz en iyi kaynaklar.

Omega 6 yağ asitleri: Cilt güzelliğinde önemli rol oynayan yağlardan biridir. Çuha çiçeği yağı, ayçiçeği, soya, mısır özü gibi sebze yağları, ceviz, fındık, bademde bol miktarda bulunur.

Zeytinyağı: Zeytinyağının içinde bol E vitamini var. E vitamini cilde destek veren dokuyu güçlendirir.

C vitamini: Cildin destek dokusunun yapımında görevli, vücudun kullandığı en güçlü antioksidanlardandır. C vitamini en çok kırmızı ve yeşil biberde bulunuyor.


Cildi güzelleştiren kaynaklar; hamsi, somon gibi yağlı balıklar, yeşil çay, sebze yağları, ceviz, fındık ve badem olarak sayılabilir. Unutmayınız ki; "Bugün ne yerseniz, yarın onu giyersiniz" ...

Yine egzersiz, kan ve lenf dolaşımını hızlandırarak sellülite karşı koruyucu etki yaratır. Haftada 3-4 kez 30-40 dakika tempolu yürümeyi alışkanlık haline getirin.

II. Yasaklı Gıdalar

Kafein: Sağlıklı bir cilt için gerekli olan çinko mineralinin emilimini engelliyor. Kan damarlarını azaltıcı etkisi kan dolaşımını aksatıyor, bu da selülite yol açan nedenlerden biri. Günde 1 fincan kahveyi geçmeyin. Filtre kahveyi tercih edin.

Şeker: Fazla şeker vücutta yağ olarak depolanır. Özellikle paket yiyeceklere dikkat. Bisküvi, kekler, şekerlemeler, çikolata, dondurmayı minimuma indirin. Vücuda toz şeker girdikçe insülin salgısı artıyor bu da yağ depolamasını artırıyor, selülit oluşumu da hızlanıyor.

Tuz: Fazladan yediğimiz tuzun çoğu cildimizden ve böbreklerimizden atılıyor. Ancak bir kısmı vücutta tutulup kalıyor. Vücutta su tutup bizi şişirmeye başlıyor ve dolaşımı aksatıyor. Ekmekte, peynirde, zeytinde, konserve ve paket yiyeceklerde tatlı da olsalar bisküvi ve keklerde tuz var.

Doymuş yağ içeren yiyecekler: Süt , peynir ve yoğurdun yağsız veya az yağlı olanlarını tüketmeye çalışın. Yağsız eti tercih edin. Sosis, sucuk, salam gibi yiyecekleri minimuma indirin.

Alkol: Alkolün hem kalorisi fazladır, hem de pankreastan insülin salımını artırır. Yağ depolanmasına yol açar. Bir kadeh şaraptan en az 65 kalori alırsınız.

Sigara:
Damarları azaltıcı etkisi ve yüksek toksin içeriği nedenleriyle kesinlikle uzak durulması gerekiyor.
kaynak

ANTEPFISTIĞI


Antepfıstığı kalbinizin dostu, kanserin düşmanı

Antepfıstığı, içerdiği birçok yararlı madde sayesinde kalp rahatsızlıkları ve kanserin yanı sıra hücre tahribatını önlemesi, kolesterolü azaltması gibi çok sayıda rahatsızlığa şifa.


Antepfıstığı kalbinizin dostu, kanserin düşmanı

Kronik kalp rahatsızlıkları ve kanser riskini azaltan ''resveratrol'' maddesinin antepfıstığında da bulunduğunu tespit eden Yrd. Doç. Dr. Özlem Tokuşoğlu'nun Gaziantep Ticaret Odasının (GTO) desteğiyle ''Yeşil Altın Antepfıstığı'' adlı kitabı çıktı.

Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Özlem Tokuşoğlu, antepfıstığı üzerine yaptığı araştırmaların sonucunda üzüm ve şarapta bulunan ''resveratrol'' adlı antioksidan maddenin antepfıstığında da bulunduğunu tespit etmiş, bunun ardından Tokuşoğlu, dünyanın birçok bilim adamından ve bilimsel dergilerinden övgüler almıştı. Bu araştırmasının, Türkiye ve dünyada geniş yankı bulduğunu, yurt içi ve dışında birçok televizyon ve radyo programlarında antepfıstığının bu özelliğinden bahsedildiğini ifade eden Tokuşoğlu, bu kapsamda GTO'nun desteğiyle ''Yeşil Altın Antepfıstığı'' adlı kitabı hazırladığını ve basılıp piyasaya sürüldüğünü söyledi.

Tokuşoğlu, yaptığı açıklamada, kitapta antepfıstığının dünyadaki üretim merkezleri, ülkedeki üretim miktarı, tarımı, hasadı, depolanması, bileşimi ve sağlığa etkilerinin yer aldığını bildirdi. Kitapta özellikle kalp hastalıkları ve kanser riskini azaltan ''resveratrol'' adlı maddeden genişçe bahsettiğini dile getiren Tokuşoğlu, şunları kaydetti: ''Bu madde, insan sağlığı açısından son derece önemli bir antioksidan maddedir. Resveratrol, kötü kolesterole etki yaparak kronik kalp rahatsızlıkları riskini azaltıyor. Resveratrol, kanser riskini de azaltmaktadır. Antepfıstığı, içerdiği birçok yararlı madde sayesinde kalp rahatsızlıkları ve kanserin yanı sıra hücre tahribatını önlemesi, kolesterolü azaltması gibi çok sayıda rahatsızlığa iyi geliyor.''

ANTEPFISTIĞI, E VİTAMİNİ AÇISINDAN CEVİZDEN ZENGİN

Tokuşoğlu, vitamin ve mineraller açısından zengin olan antepfıstığının, E vitamini yönünden ceviz ve pikan fındığından zengin olduğunu, ayrıca bu üründe A ve B1 vitamininin de bulunduğunu söyledi. E vitamininin bazı kanser türlerine karşı azaltıcı etkiye sahip olduğunu belirten Tokuşoğlu, günde bir avuç yenecek antepfıstığı ile bir insanın günlük E, A ve B1 vitamininin önemli bölümünü karşılayabileceğini kaydetti. Tokuşoğlu, antepfıstığının görmeden, hücre yenilenmesine ve bağışıklık sisteminin güçlenmesine kadar birçok önemli görevler üstlendiğini belirterek, ''Kitapta bu konuların tamamını işledik. 86 sayfalık kitapta antepfıstığıyla ilgili A'dan Z'ye kadar birçok bilgi bulunuyor. Kitabın hazırlanmasında destek olan GTO'ya teşekkür ediyorum'' diye konuştu.



AA

Saturday, May 26, 2007

Çocuk Hastalıkları

Çocuk Hastalıkları

Çocuklarda normal büyüme ve gelişmenin izlenmesi, normalden sapmaların tespiti yoluyla hastalıkların belirlenmesi ve önlenmesi için gereklidir. Sağlıklı çocuk takibinde düzenli olarak boy, ağırlık ve baş çevresi ölçümleri yapılmalıdır.

Bebeğin Aşıları Ne Zaman Başlar? Bu Aşılar Nelerdir?

Bebeğin aşıları doğar doğmaz başlayacak, anneyle birlikte hastaneden taburcu edilmeden önce ilk Hepatit B aşısı yapılmış olacaktır. Bunun ikincisi 1 ay sonra, üçüncüsü ise ikinciden 5 ay sonra yapılacaktır. 2 ayını dolduran bebeğe, BCG ve karma, çocuk felci aşıları yapılacak, karma aşı 4-6 haftalık aralarla toplam 3 doza tamamlanacaktır. Doktorunuz karma aşıyla birlikte menenjit aşısının yapılmasını da önerecektir. Bebek ilk 6 ayını doldurunca, aşı sıklığı da azalacaktır. 9 ayda kızamık, 15 ayda kızamık- kızamıkçık- kabakulak, 18 ayda karma, çocuk felci, menenjit aşısının tekrarı (rapel) yapılacaktır. Doktorunuzun önerisiyle, 1 yaşı dolunca suçiçeği, 2 yaşı dolunca Hepatit A aşıları da yapılabilir.

Aşıyla Korunulabilen Hastalıklar Nelerdir?

Verem, Kızamık, Hepatit B, Çocuk felci, Kızamıkçık, Suçiçeği, Difteri, Kabakulak, Zatürre, Boğmaca, Hemofilus influenza menenjiti, Tetanoz, Hepatit A

Anne Sütünün Yararları

Anne sütü üstün içeriği ile yenidoğan bebeği tüm gereksinimini 6 ay boyunca tek başına karşılayabilen, kolay sindirilebilen ideal bir besindir. Anne sütü ile beslenen bebeklerde hafif veya hayatı tehdit eden ciddi enfeksiyonlara daha az rastlanmakta, allerji, ani bebek ölümleri anne sütü almayanlara göre daha az görülmektedir Bağışıklık sistemi güçlenmekte, özellikle solunum ve sindirim sistemi enfeksiyonları azalmaktadır. Anne sütü alan bebek hastalansa bile enfeksiyonu daha kolay atlatmaktadır.

Annesini emen bebeğin zihinsel gelişimi, ilerideki okul başarısı daha iyi olmakta, anne- bebek arasındaki bağ daha kolay ve güçlü kurulmaktadır

Bebekliğinde yeterli süre anne sütü almış erişkinlerde lenfoma, lösemi, diyabet gibi bazı hastalıkların sıklığı da azalmaktadır

Bebek için sayılamayacak kadar çok yararları olan anne sütü, annenin de gebelik öncesi formuna dönmesini kolaylaştırmakta;emziren anne bunun için gerekli enerjiyi sağlamak üzere depolanan yağ dokusundan kurtulmaktadır Ayrıca meme, yumurtalık ve rahim kanseri riski azalmaktadır.
KAYNAK

KEMİK

Kemik için Şifalı Bitkiler

brokoli
Kansere karşı bizi koruyan ve ömrümüzü uzatan müthiş bir sebze. Çok miktarda kalsiyum içerdiği için kemik erimesine birebir. Mineral ve demir eksikliğini gideren brokoli, vitamin deposudur. Brokoli tutkunlarında ender olarak bağırsak ve akciğer kanseri görülür, kalp dolaşım hastalıklarına da pek fazla rastlanmaz. Kadınlarda göğüs kanserini önler. Göğüs kanserine ve spinabifida hastalığına karşı etkili. Brokoli bol miktarda, göğüs kanseri riskini azaltan 'indole' adlı bir madde içeriyor. İndole, göğüs kanserine neden olan östrojen bozukluklarını engelliyor. Ayrıca brokolinin diğer bir özelliği de, spinabifida hastalığını (doğuştan belkemiğinde son omurun kapanmamış olması) önlemesi.

karpuz
Vücuttaki toksinleri temizler ve böbrekteki kumları eriterek sıhhat ve zindelik kazandırır. Ayrıca kemik gelişimine de yardımcı olur.

marul
kemik erimesine karşı etkili. Sütten bile daha fazla kalsiyum içeren bu sebze, kemikleri güçlendirmesi açısından bir numara. 100 gramında, küçük bir bardak sütün içinde bulunan kalsiyumdan daha fazlasına sahip. Bu miktar günlük kalsiyum ihtiyacının dörtte birine tekabül ediyor.
kaynak

TOPRAK YEMEK

Toprak yemenin faydası var mı ?

Şifalı otlar konusunda en doğru reçeteleri bulabilenler, bugün bile kusmaya karşı toprak yiyen Avustralya yerlileridir. Özellikle mineral eksikliği (başta sodyum olmak üzere) çeken otçul canlılar toprak yemeyi severler. Örneğin güney Amerika'da yaşayan maymun ve papağanlar yoğun mineral içerikli termit yuvalarındaki toprakla besleniyorlar.

En yoğun sodyum eksikliği fillerde görülür. Batı Kenya'daki filler sodyum ihtiyaçlarını Mount Elgon volkanındaki bir mağarada gidermeye çalışırlar. Fillerin kopardıkları tonlarca kaya parçası arasında son derece etkili bir sindirim ilacı olan sodyum sülfat da bulunur.

Ve akut zehirlenmelerde birçok hayvan killi toprak yer. Çünkü kil zehri temizlemekte. Maymunlar özellikle de termit yuvalarındaki killi topraktan yararlanırlar. Papağanlar killi tabakaların hemen yüzeyde bulunan yamaç yarıklarını tercih ederler.

Ancak zehirlenmeye karşı en çok kullanılan doğal ilaç odun kömürüdür. Hayvanın kendi ağırlığından 200 misli daha fazla zehri temizleyen odun kömürünün etkisinden insanlar da yararlanır. Genelde orman yangınlarından artakalan odunları kemiren maymunlar acil durumlarda odun kömürünü evlerden de çalıyorlar. Çünkü primatların yemek listesinde bulunan mango, zararlı maddeler içerir ve odun kömürü bunları bertaraf eder.kaynak

VARİS

‘Varis’i hafife almayın
Toplardamarların genişlemesine ve şişmesine varis denir. Genellikle, vücudun en fazla basınç altında kalan bölgesi olan bacakların alt kısımlarında görülen varis, yalnızca estetik açıdan değil, sağlık açısından da önlem almayı gerektirir.

- Bu durum damarların deri yüzeyinde görünür hale gelip morarması ile kendini gösterir. Ayak bileklerinde şişlikler oluşabilir. Uzun süre ayakta kalındığında bacaklarda ağrı ve karıncalanma hissedilir.

Normalde atar damarlar tarafından hücrelere kadar taşınan oksijenli kan, kullanıldıktan sonra ven adı verilen toplar damarlar tarafından kalbe taşınır. Her organın kendine ait, kirli kanı taşıyan bir toplar damarı bulunur. Hepsinde olmasa da genelde bu damarlarda kanı kalbe doğru yönlendiren ve geri kaçmasını engelleyen kapakları var.
Vücudun tüm yükünü taşıyan bacaklardır. Kanın yerçekimine karşı ayak parmaklarından başlayarak yukarı doğru kalbe geri dönmesi, bir nehirin tersine akması kadar zor. Atardamarlarda kanı pompalayan kalptir. Bu görevi bacaklarda kas pompası adını verdiğimiz baldır adeleleri üstlenir. Özellikle dizaltındaki baldır adeleleri yürürken kasılarak kirli kanın büyük kısmını taşıyan kaslar arasındaki iç toplar damarları sıkıştırarak kanın kalbe doğru ilerlemesini sağlarken, kapaklarda kanın geri kaçmasını engeller.
Tıpta kronik venöz yetmezlik adı verilen varisler (özellikle bacaklarda) bu mekanizmanın bozulması sonucunda toplar damarların belirginleşerek, genişlemesi ve kıvrımlaşmasıdır.
Varisler tedavi edilmezse başka sorunlara yol açar mı?
Varis tedavi edilmezse ciltte çeşitli ödemlere sebep olabilir. İlerleyen varis kan dolaşımında da önemli problemlere yol açabilir. Bu yüzden varislerin ilerlemesine engel olmak gerekir.

GÖRÜLME SIKLIĞI NEDİR?
Türkiye’de bu konuda bir rakam yok. ABD’de varis sıklığı yüzde 27 olarak bildiriliyor. Sadece varis yaralarının tedavisi için bu yılda 1 milyar dolar dolayında para harcanıyor.

AİLESEL YATKINLIKTAN SÖZETMEK MÜMKÜN MÜ?
Ailesel yatkınlık varisin en önemli nedeni. Ayakta fazla kalmanın yanında hareketsiz uzun süreli oturmayı gerektiren işler de varise neden olabilir. Bunun yanında şişmanlık ve yaşlılık da risk faktörleri arasındadır. Hamilelik sırasında aşırı kilo alımı ve hormonal değişiklikler de varisin oluşmasında etkilidir.

KADINLARDA DAHA SIK GÖRÜLMESİNİN DENENİ NEDİR?
Kadınlarda daha sık rastlanmasının nedeni hormonal etkenlerin yanında, gebelikler ve uzun süre kullanılan doğum kontrol ilaçlarıdır.

VARİS SORUNU İÇİN NELER YAPMALI?
Uzun süre ayakta durmayı ya da oturmayı gerektiren işlerde çalışan kişilerin (özellikle kadınların), fırsat buldukları her an ayaklarını yukarı kaldırarak dolaşımlarını rahatlatmaları önerilir. Bunu yapamadıkları zamanlarda ise ayaklarını ileri-geri hareket ettirerek baldır kaslarını çalıştırmaları gerekir.
Özellikle yürüyüş ve yüzme gibi sporlar varislerin gelişimini önlemede önemli bir role sahiptir.
Her fırsatta bacaklarınızı kalp seviyesinin üzerinde olacak şekilde uzatıp dinlenmeye gayret edin. Mümkün olduğunca hareketli bir yaşam tarzını benimseyin.

KAÇINMALARI GEREKEN DAVRANIŞLAR?
Varisten korunmak için uzun süre hareketsiz oturmaktan ve ayakta kalmaktan kaçınmak, düzenli olarak egzersiz yapmak, kilo almamaya dikkat etmek ve sigara, alkol tüketimini azaltmak gerekir.
Çok sıcak suyla banyo yapmak da varislerin ilerlemesini hızlandırır. Bu nedenle kaplıca, sauna gibi sıcak ortamlardan uzak durmak büyük önem taşır.
Dar pantolonlar da zararlıdır.
Baldır kaslarını çalıştırdığı için yüzmek iyi gelir. Ancak sabah ve akşam saatleri tercih edilmeli, sıcak kum ve güneşten uzak durulmalıdır.
Her akşam yatmadan önce bacaklara soğuk suyla yapılan duş masajı ve sırtüstü yatar vaziyette bisiklet çevirme egzersizi ertesi gün için rahatlık sağlar. Ayrıca yatağın ayak kısmını mümkünse yüksektmek gerekir.

TEDAVİ NASIL YAPILIR?
Varis tedavisinde yıllardır uygulanan varis çorapları güncelliğini hala yitirmedi. Ailesinde varis bulunan ya da yukarıda belirtilen risk faktörlerini taşıyan kişilerin en azından koruyucu düzeyde, düşük basınçlı varis çorabını günlük yaşamlarında kullanmaları tavsiye edilir. (Sabah yataktan kalkmadan, ayaklar yukarı kaldırılarak dinlendirilmeli ve bu konumdayken çoraplar giyilmeli. Ancak yatarken çıkarılmalı.)
Varis tedavisinde çok değişik yöntemler var. Artık yara oluşmuş olgularda tedavi çok komplekstir. Hangi yöntem uygulanırsa uygulansın, yeniden varis oluşumu özellikle ailesel yatkınlık olan hastalarda sözkonusudur.
Son yıllarda lazer yöntemi ile varis tedavisinde büyük gelişmeler kaydediliyor.


Kaynak: www.kadinca.net ve www.oranjclub.com

LCD EKRANLAR

LCD ekrandan uzak durun, sağlıklı kalın

Bilgisayar ve cep telefonu başta olmak üzere MP3 çalar, LCD ekran, fotokopi makinesi, mikro dalga fırın, saç kurutma ve tıraş makineleri, dijital saatler gibi birçok cihaz bir yandan hayatımızı kolaylaştırırken diğer yandan sağlığımızı tehdit ediyor.


LCD ekrandan uzak durun, sağlıklı kalın

Dr. Faruk Tükenmez'in yorumu

Aynı zaman diliminde daha çok ve verimli iş yapmamızı sağlayan, her geçen gün kaydedilen yeni gelişmelerle yaşamımızı kolaylaştıran son teknoloji ürünü aletler, sağlık sektöründe de insan hayatını kurtarıyor.

Ama yeri geldiğinde hayatımızı kurtaran “teknoloji” dikkat edilmezse bazı hastalıkların da sebebi olabiliyor. Teknoloji ve sanayinin birlikte gelişmesi, havayı kirletmekle kalmıyor, çok yoğunlaştığı zaman, asit yağmuru şeklinde toprağı da etkiliyor.

Hava kirliliğine yol açan gazların insan sağlığını nasıl etkilediği yıllardır araştırılan bir konu. Hava kirliliğinde en çok açığa çıkan gazlardan biri olan sülfürdioksit solunum yolu problemlerine yol açıyor; üstelik akciğer dokusunu da zedeliyor. Monoksit, sinir sisteminin çalışmasını etkiliyor. Kurşun; cıva, kadmiyum ise çocuklarda beyin ve sinir sistemi dokularında hasarlara yol açıyor.

Yine bol miktarda bulunan nitrojendioksit nefes almayı güçleştirirken astıma da neden oluyor.

Atmosferde artan CO2 miktarı küresel ısınmaya sebep olmakla beraber, güneşin zararlı UV ışıklarına daha fazla ve uzun süreli maruz kalmamıza, dolayısıyla başta cilt kanserleri olmak üzere, birçok kanser türüne davetiye çıkartıyor.

Artan enerji ihtiyacı, yüksek gerilim hatlarının kapımıza kadar yanaşmasına, dolayısıyla elektromanyetik alanlarda yaşamamıza neden oluyor. Çalışmalar gösteriyor ki, 0-300 Hz frekanslı alanlardan iletkenlik özellikleri nedeniyle en çok etkilenen dokular beyin sıvısı ve kan, ikincil derecede etkilenen dokular ise göz, göz sıvısı, tiroit, kas, gastrointestinal sistem, prostat ve testis dokularıdır.

Günlük hayatımızda kullanılan televizyon, bilgisayar ve cep telefonları başta olmak üzere MP3 çalarlar, LCD ekranlar, fotokopi makineleri, mikro dalga fırınlar, saç kurutma ve tıraş makineleri, dijital saatler gibi birçok elektronik cihaz bir yandan hayatımızı kolaylaştırırken diğer yandan sağlığımız için tehdit oluşturuyor. Olumsuz etkileri en aza indirmek için yapmamız gerekenler: Bu cihazların kullanımı ile oluşan elektromanyetik alanlara bazı kişiler daha duyarlıdır. Ve yan etkiler bu kişilerde daha fazla görülür. Fotokopi makineleri, bilgisayar tarayıcılarından 50 cm, LCD monitörlerden 75 cm, mikrodalga fırınlardan 1 m, TV’lerin ön ve arka yüzlerinden 2 m, çamaşır-bulaşık makinesi ve buzdolabı gibi elektronik işlemcilerle donatılmış mutfak cihazlarından mümkün olduğunca uzakta bulunmak sağlığımız için doğru olandır. Ayrıca şarj edilebilen cihazları elektrikle kullanmaktan kaçınmak, TV, monitör, uydu alıcıları kullanılmadığı zaman bekleme konumunda bırakmamak; bu cihazların oluşturduğu, baş ağrısı, uykusuzluk, göz ve kulak problemleri, iştahsızlık, ağız kuruluğu gibi yan etkileri düşük seviyelerde tutmaktadır.

***

Düşük radyasyonlu monitör kullanın

Her gün hayatımızda daha çok yer alan ve olmazsa olmazlardan olan bilgisayarlar, sağlık sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Sık görülen göz ve kas iskelet sistemi sorunları, önemli iş gücü kayıplarına, dolayısıyla ekonomik kayıplara yol açabilmektedir. Olumsuz etkileri minimuma indirmek için; ergonomik çalışma koltuğu, düşük radyasyonlu monitör kullanımı, süreli çalışım, doğru mekan aydınlatması yapılmalıdır.

(Zaman)