Friday, May 25, 2007

GDO


GDO'lu gemiler Bandırma Limanı'na dayandı!
Türkiye'ye 110 bin ton genetiği değiştirilmiş mısır getiren gemiler, limanlarımıza dayanmaya başladı. Amerikalı - Avrupalı beyaz adamlarca üretilen bu mısırlar, "yerliler" tarafından kapışılıyor.

Sözlerimizi açmak için, genetiği değiştirilmiş ürünü tanımlayalım.
Biyoteknolojik yöntemlerle kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara "transgenik" ya da "genetiği değiştirilmiş organizma" (GDO) denilmektedir. Bu kapsamda, örneğin balığa ait bir gen domatese, bakteri veya virüse ait bir gen mısıra aktarılabilmektedir.

Öykü, "yapısal uyarlama" altındaki ülkelere, paten hakkını öngören "çağdaş yasaların" transfer edilmesi ile başlar. Ardından çok uluslu şirketler, binlerce yıldır doğaya ait olan tohumlara bir ya da birkaç gen aktarımı yaparak bu tohumların üzerinde mülkiyet "hakkı" tesis ederler. Artık o tohum, şirketin malı olmuştur.

Terminatör teknolojisi kullanılarak, GDO'lu tohumdan üreme yeteneği alınmıştır. Yani tohum sadece bir kere ekmeye yara ve alacağınız ürünü tekrar ekemezsiniz. Ayrıca bu tip tohumlarda kullanılabilecek tarım ilaçları da yine aynı şirket tarafından üretilmeye başlanmıştır. Başka bir deyişle, her yıl aynı tohumu ve aynı ilacı, çevre ülkelerin yoksul köylüleri, aynı şirketten satın almak zorunda bırakılmışlardır.

GDO'lu tohumlar, rekabet üstünlüğüne sahiptirler. Kontrolsüz koşullarda doğaya salındıklarında, biyoçeşitliliği tahrip eder ve hızla baskınlık kurarlar. Aynı zamanda gen kaçışları ile doğal ürünleri bozarlar.

Bunun için ülkeler, GDO'lu ürünlerin ekimine tarlalarını açmak istemezler. Beyaz adam, Meksika örneğinde olduğu gibi, önce kaçak ekim yaparak bulaşıklık yaratır. Böylece "ekimin yasallaşması" önünde bir engel kalmaz. Ardından bağımlılık pekişir, her yıl çevre ülkelerin katma değeri şirketlere akmaya başlar.
Üretilen ürünler, dünyaya pompalanır. Biyogüvenlik yasalarının çıkmasının engellendiği ülkelerde, GDO'lu ürünler ithal edilir, hayvan yemi rasyonlarında ve işleme süreçlerinde kullanılır, tüketici sofrasına ulaştırılır.

GDO'lu ürünler halk sağlığı üzerinde büyük risk oluşturur. Alerjik reaksiyonlar, antibiyotikler karşı gelişen dayanıklılık bunlardan en bilinenleridir. Ancak GDO'lu maddelerin üçüncül biyokimyasal ürünlerinin nesiller boyunca insan vücudu içinde yol açabileceği değişikliklerin olası sonuçlarını düşünmek bile korkunç.
İşte bu çerçeve içinde Türkiye, 1996 yılından bu yana GDO'lu mısır, soya, pamuk ve kolza ithal ediyor. Biyogüvenlik Yasası Meclis-Bakanlık arasında dört yıldır tenis topu muamelesi görürken, hiçbir denetim ve sınırlamaya tabi olmaksızın gemiler Anadolu limanlarına yanaşıyor, GDO boşaltıyor.
Bunlar büyük ve küçükbaş hayvanların beslenmesinde, kolalı içeceklerde, hazır çorbalarda, yağlarda, bebek mamalarında kullanılıyor. 800 çeşidin üzerindeki ürün yelpazesinde sofralardaki yerini alıyor. Tüketici bilmeden bunları kullanıyor.
"Müktesebatına uyum zorunluluğu" bulunan Avrupa, içeriğinde %0.9'un üzerinde GDO'lu hammadde bulunan ürünlerin etiketlenmesi zorunluluğunu getireli yıllar oldu. "Muz Cumhuriyetleri" için bu alanda yapısal uyarlama, çok ivedi bir özellik taşımıyor anlaşılan...

Kazananlar coniler ve ortakları, yani bir avuç. Kaybedenler ise milyonlar.
"Zıpla, zıpla, zıplamayan coni'dir" denildi, "küreselleşme" diye tanımlanan emperyalizmin ipliği pazara çıkarıldı. Şimdi, zıplamaktan daha fazla şeyler yapma zamanı...

Gökhan Günaydın
9 Mayıs 2007
http://www.sol.org.tr/index.php?yazino=10658

No comments: